14 Ağustos 2020 Cuma

Arabayı al, kolaylık olur


İzmir'in Gıda Çarşısı bölgesinde, özel bir şirkette muhasebecilik yaptığım zamanlar... Bir akşam, epey geç vakitte yorgun argın kepenkleri kapattık. Fazla mesai yapmıştık... yine. Tam eve gidiş yoluna koyulmak için metro istasyonuna doğru yürümeye başlamıştım ki şirketin ortaklarından Turgay abi arkamdan sesleniverdi. "İhsan, hadi gel bu akşam ben bırakayım seni eve!"

Sevindim tabii. Akşamları o yorgunlukla metroya yürümek de, metroda ayakta dikilmek de az buçuk eziyet oluyordu çünkü bünyeye. Böylece teşekkür ettim kendisine ve atladım şirket arabasına. Yol boyunca epey laklak ettik, güldük, eğlendik. Sonunda bizim eve vardık. Turgay abiye tekrardan teşekkür edip arabanın kapısını açtım, bir ayağımı dışarı attım veeee... O anda aklıma feci bir şey dank etti. "Ben bugün işe annemin arabasıyla gelmiştim yahu!" dedim gözlerimi fal taşı gibi açarak. Annemin kıymetli mi kıymetli arabası taaa Gıda Çarşısı'nda, geceleri feci derecede ıssız ve bir o kadar da tekinsiz olan o yerde kalakalmıştı. Hemen yanı gecekondu mahallesi. Biraz ötesi İzmir'in en kötü şöhretli mahallesi... Turgay abi kahkahayı patlattı tabii. "Kalsın, bir şey olmaz. Yarın akşam onunla dönersin," deyip benimle vedalaştı. 

İyi bari dedim, çıktım eve. Ama annem razı gelir mi hiç? Arabanın Gıda Çarşısı'nın metruk sokaklarında kaldığını duyar duymaz bastı evham dolu çığlıkları. Babam da başladı tabii hemen. Arka arkaya bir sürü şirin ihtimal sıraladılar: Çalarlar! Parçalarlar! Lastiklerini sökerler! Hurdaya çevirirler!

Tamam tamam, anlaşıldı diyerekten tekrar çıktım yola. Az önce şirket arabasının rahat koltuğunda oturup şen şakrak geçtiğim yolları bu sefer gecenin bir vaktinde, son metro ve otobüs seferleriyle aşma gayretine girmiştim. Neyse ki bir şekilde vardım. Vardım varmasına amma gündüzleri arabalar ve insanlarla kaynayan o yer gitmiş, yerine âdeta Gotham City sokakları gelmişti. Grup hâlinde cirit atan tekinsiz tipler, gelene geçene havlayan sokak köpekleri, lambaları yanıp sönen karanlık sokaklar... Ben de her cesur erkeğin yapacağı şeyi yapıp "Annecim!" iniltileri eşliğinde, en ufak gölgeden bile kaçına kaçına gittim arabanın yanına. Harbiden de park yerinde bir tek bizim araç kalmıştı. Etrafında bir tanecik bile başka taşıt yoktu. Hemen koştum yanına, attım kendimi içeri ve tüm kapıları kilitleyip bastım gaza... Çok şükür ki kazasız belasız döndüm eve. Peki, ben bunca sene sonra bu anıyı neden hatırladım? Onu da anlatayım efendim.

Bugün ilaç almak için eczaneye gitmem gerekiyordu. Hava çok sıcak olduğundan babam ısrarla "Arabayı al oğlum, kolaylık olur," dedi. Ben inat ettim, istemez dedim, eczane 3-4 sokak aşağıda. Ama kabul ettiremedim tabii. Çünkü babanın dediği olur! Neyse, aldım arabayı, gittim eczaneye. Önünde yer yoktu, ben de bir ara sokağa saptım, kıyıda köşede bir park yeri buldum. Yanaştım, indim, eczaneye yollandım. Uzunca bir muhabbet ve alınan bir sürü reçeteli ilaç sonunda başladım eve "yürümeye!" İlaç çantaları elimde, hava sıcak, yüzümde maske... Bana mısın demedim, yürüdüm. Tam apartmanın önüne geldiğim sırada aklıma ne geldi dersiniz?  

"Ben bugün eczaneye bizim arabayla gitmiştim yahu!"

9 Ağustos 2020 Pazar

Pardon!

Geçen günkü kargo hadisesini bizimkilere anlatınca kardeşim Metin önce gür kahkahalar eşliğinde benimle bir güzel dalga geçti, sonra da hevesle kendi anısını anlatmaya başladı.

"O değil de geçen hafta bizim gündelikçi Leyla Abla'nın yaptığı şeyi hayatım boyunca unutamayacağım!" dedi. "Öyle mi? Ne yaptı?" diye sordum. Birkaç saniye sessizlik oldu, sonra da kardeşimin yüzündeki gülümseme yavaş yavaş soldu. "Bilmem, unuttum..." 

Bu sefer de ben kahkahalara boğuldum tabii. Kendisi benden daha çok güldü, o ayrı. Neyse, aradan bir süre geçtikten ve bolca ıkınmadan sonra ne anlatacağını hatırladı. Olay şöyle: 

Geçen gün bizim evin zili çalmış. Şans bu ya, kapıya da gündelikçi teyzemiz bakmış. Normalde diyafonla konuşmayı sevmediği için hiç bakmaz. Neyse, basmış düğmeye, "Kim o?" demiş o şiveli sesiyle. Aradan kısa bir sessizlik geçmiş, yine "Kim o?" diye sormuş. Sonra da kapatmış. Zil yine çalmış, bizimki yine, "Kim o?" diye sormuş, biraz bekleyip gene kapatmış. Sonra bir daha, sonra bir daha, bir daha... 

Kardeşim de ne oluyor diye merak etmiş, içerideki odadan kalkıp gelmiş. Tam o sırada Leyla Abla bağırmaya başlamış. "Yav ne diye pardon pardon diyip duruyon? Kim o diyom, pardon diyon. Kim o diyom, pardon diyon. Sonra yine zile basıyon! Sapık mısın nesin?"

"Ne oldu abla?" diye sormuş kardeşim. "Kim o diyom, pardon diyo! Sapıktır galiba," diye cevap vermiş Leyla Abla, hışımla. Kardeşim şöyle bir duraksamış, kısa bir anlığına düşünmüş, sonra da "Kargo diyor olmasın abla?" diye sormuş.

Leyla abla önce bir müddet boşluğa bakmış, ardından gözleri panikle ardına dek açılmış ve "Olabilir valla..." demiş yavaşça. Metin diyafonu açıp tekrar kim o diye sormuş. Karşıdan bocalamış bir "Kargo?" sesi gelmiş tabii. Bunu öğrenen Leyla abla utancından hemen evin arka odalarına doğru gözden kaybolmuş :) 

"Kapıyı açtığımda kargocu yaklaşsa mı, yoksa uzak mı dursa bilemiyordu," diye gülüyordu Metin anlatırken. Herhalde tımarhaneye falan geldiğini sanmıştır adam. Eh, haksız da sayılmaz, değil mi...?