tag:blogger.com,1999:blog-79882267327270647572024-03-12T07:52:53.378+03:00Yorgun Savaşçı'nın GünlüğüKısa hikayelerim ile trajikomik anılarımın buluşma ve kendi aralarında kaynatma noktası...mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.comBlogger402125tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-66621019516099611862024-01-10T15:23:00.005+03:002024-01-10T15:25:08.731+03:00Bitmeyen Çeviri Düzeltisi: Perdido Sokağı İstasyonu<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3AJIuCiZQFV4fG2AVZA73KAmkxnk_nEgoELn3CqbAtq1GclLJuYIpJlDKjr4fJEUlG5dvGnNloWpBl_tvwYfYjqUYl_tcWp27DFb6LpZ_ul_3w7W9I3aW3p_lsnxCdCmWk-DpJTJxnbL81HmfB0KvTC6syZh7ZDV3KL6Uk_iXZ80SlUnPMb_n_JR6CMU/s559/perdido.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="559" data-original-width="395" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3AJIuCiZQFV4fG2AVZA73KAmkxnk_nEgoELn3CqbAtq1GclLJuYIpJlDKjr4fJEUlG5dvGnNloWpBl_tvwYfYjqUYl_tcWp27DFb6LpZ_ul_3w7W9I3aW3p_lsnxCdCmWk-DpJTJxnbL81HmfB0KvTC6syZh7ZDV3KL6Uk_iXZ80SlUnPMb_n_JR6CMU/s320/perdido.jpg" width="226" /></a></div>Geçen yılın sonundan itibaren <b>Perdido Sokağı İstasyonu</b>'yla China Mieville'in eski çevirilerini düzeltme maceramın üçüncü adımına başladım.<p></p><p>Bu kitabı 2012 yılında okumuş ve çok sevmiştim. Fantastik edebiyatın artık klişeleşmiş öğelerini kullanmak yerine çok farklı ırklar ve teknolojiler kullanan, steampunk ve büyü etmenlerini birleştiren güzel bir romandı. Çevirisini iyi olarak hatırlıyordum ama tıpkı <b><a href="https://yorgun-savasci.blogspot.com/2023/09/cevirmenin-cemberi-sehir-ve-sehir.html" target="_blank">Şehir ve Şehir</a></b>’de olduğu gibi, orijinal metni görünce aslında ne kadar eksik kaldığını fark etmiş oldum.</p>Uzun ve karmaşık cümleler sadeleştirilmiş, kelimeler ve betimlemeler atılarak yazılmış örneğin.<br /><br /><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px; text-align: left;"><b>Eski Çeviri:</b> <i>Işık kalın, kirli pencerelerle savaşmaktan vazgeçmişti, içerisi iyice loştu.</i><b>Yeni Çeviri:</b> <i>Işık, sanki kalın ve kirli pencerelere mücadele etmekten yarı yolda vazgeçmişçesine içeriyi gölgelere teslim etmişti.</i></blockquote><br /><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px; text-align: left;"><b>Eski Çeviri:</b> <i>Nerede yaşadıkları ve neye benzedikleri önemli değildi.</i></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri:</b> <i>Nerede yaşadığının ya da nasıl göründüğünün bir önemi yoktu; Umma Balsum da en az usta bir Tekraryapımcı veya genetikçi kadar hünerli bir mucizeciydi.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><br />Bazı yer isimleri, özel isimler, istasyon isimleri, mahalle isimleri, gün isimleri, para birimleri ve özel terimler iki ya da üç farklı şekilde çevrilmiş. Kitabın ilk yarısında ayrı, ikinci yarısında ayrı isimleri olmuş.<br /><br />Para birimleri çok karıştırılmış. Aynı para birimi üç-dört farklı şekilde çevrilmiş.<br /><br />Zanꜳt, hꜻa, iƂlis, dæprem gibi yazarın özel simgelerle yazdığı kelimeler olduğu gibi, dümdüz yazılmış: Zanaat, hava, iblis vs.<br /><br />Jabber diye bir tanrı var kitapta, karakterler sık sık onun adını kullanıyor. Jabber aşkına, Jabber bilir gibi gibi. Bunlar Allah aşkına ya da hay aksi falan filan olmuş. Jabber hiçliğe karışmış.<br /><br />Bazı şeyler hiç anlaşılmamış. Çevirmen kelimeleri doğru anlamlarıyla çevirmiş ama yazarın ne anlatmak istediğini tam olarak anlayamadığı için kastedilen asıl kelimeyi değil, ona yaklaşık kelimeleri kullanmış. En çok zorlayanı da bu.<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri: </b><i>İzleyen iki saat içinde hava sertleşmeye başladı.</i></div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri:</b> <i>Sonraki iki saat içerisinde ortam iyice gerilmeye başladı.</i></div></blockquote><p> </p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri:</b> <i>“Liman işçisi insanlardan ne haber?”</i></div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri:</b> <i>“Limandaki insan işçilerden ne haber?”</i></div></blockquote><p> </p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri:</b> <i>“Buraya gelme niyetim bambaşka, Isaac. Aldığım habere göre sana uğramama değecek bir şeyler varmış.”</i></div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri:</b> <i>“Beni buraya boş vaatlerle getirmişsin Isaac. Mesajında sana uğrarsam harcadığım zamana değeceği yazıyordu.”</i></div></blockquote><p> </p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri:</b> <i>Köprünün ardında da kendine özgü o iğrenç kokusuyla, Kinken mezbeleliği vardı. Payanda ve organik çimentoyla desteklenmiş çürük duvarları, arduvaz çatıların ağırlığıyla çöktü çökecekti.</i></div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri:</b> <i>Onların ardında da sanki soğuktan kamburunu çıkarmışçasına göçmüş arduvaz çatıları, çökmekten ancak payandaları ve organik çimentoları sayesinde kurtulan çürümüş duvarları ve kendine özgü o iğrenç kokusuyla Kinken mezbeleliği yer alıyordu.</i></div></blockquote><p> </p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri:</b> <i>“Öyleyse iki nedenle, bu durumla daha iyi başa çıkabilecek ajanların yardımını almalıyız –bizden farklı akıl yapısında olmaları çok önemli–. Şimdi, bana göre böyle iki olası ajan var ve onlardan hiç olmazsa birine yaklaşmaktan başka da seçeneğimiz yok gibi.”</i></div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri: </b><i>“Bu iki sebepten ötürü mevcut durumla başa çıkabilecek, daha iyi ajanlarla çalışmamız lazım; bizden daha farklı bir zihin yapısına sahip olmaları çok önemli. Şimdi, bana kalırsa bu sınıfa giren sadece iki ajan var ve bunlardan en az birine başvurmaktan başka bir seçeneğimiz yok gibi.”</i></div></blockquote><p><br /></p><p>Annemle babam da hâlâ hasta; ikisi de tam iyileşmedi maalesef. Vaktimin yarısını ev, hastane ve doktor üçgeni alıyor. Bu sebeplerden ötürü çeviri düzeltisini yetiştiremedim. Kitap da 736 sayfa olunca... </p><p>Ama üzerinde çalışmaya devam ediyorum. En kısa sürede tamamlamaya çalışacağım. Bitirdiğimde mutlaka duyururum. Gecikme için kusura bakmayın lütfen. </p>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-73826998551765745902023-11-11T18:36:00.003+03:002023-11-11T18:36:33.176+03:00Yeni Çeviri: Gwent - Witcher Kart Oyunu Sanatı<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBS0ac40ulOXtMRMZuozm2vQh0gQp69jmQtTuGQoS7Z3SXn3uZNUDwSUKyuPpQoW_ztXO4aQIBb2e-ExA9cm_lByt9fHMghYX-TKYul6rO5OVu_lVTKR_mG_IuUdxq3HgrRse5M_bJegjUp7jJzP6yh6vZI_67gg7j9OWhPr7SMZWxqNjdyxjh5vdWoKc/s917/gwent.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="917" data-original-width="600" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBS0ac40ulOXtMRMZuozm2vQh0gQp69jmQtTuGQoS7Z3SXn3uZNUDwSUKyuPpQoW_ztXO4aQIBb2e-ExA9cm_lByt9fHMghYX-TKYul6rO5OVu_lVTKR_mG_IuUdxq3HgrRse5M_bJegjUp7jJzP6yh6vZI_67gg7j9OWhPr7SMZWxqNjdyxjh5vdWoKc/s320/gwent.jpg" width="209" /></a></div>Yine Witcher'la alakalı bir referans kitabı, yine ben... Daha önce <b><a href="https://yorgun-savasci.blogspot.com/2020/01/yeni-ceviri-witcher-evreni.html" target="_blank">Witcher Evreni</a></b> adlı, büyük boy, kuşe kâğıtlı, rengârenk resimlerle ve ansiklopedik bilgilerle dolu bir kitap çevirmiştim hatırlarsanız. İşte şimdi de yine ona benzeyen ama bu sefer <b>Gwent </b>hakkında olan başka bir çalışmayla karşınızdayım.<p></p><p><i>Witcher 3</i>'ü oynadıysanız <i>Gwent</i>'in ne olduğunu zaten biliyorsunuz demektir. Hatta kendine ait, ücretsiz oyununu bile oynamış olabilirsiniz. Bilmeyenler için kısaca açıklamak gerekirse, <b>Gwent </b>bir kart oyunu. Witcher 3 oynarken karşımıza çıkan çeşitli karakterlerle bir masaya oturuyor ve kendi kuralları, kendi desteleri, kendi kartları olan bir iskambil oyununa tutuşuyorduk. </p><p>Oyun içindeki bir mini-oyun anlayacağınız. Ama o kadar tutuldu, o kadar popüler oldu ki insanlar ana görevi takip etmeyi bırakıp <i>Gwent </i>oynayacak birilerini bile aramaya başlamıştı oyunun geçtiği topraklarda. Ciddiyim... Daha sonra bu popülerlikten faydalanmak isteyen stüdyo <i>Gwent</i>'in tek başına oynayabileceğiniz, özel bir oyununu çıkardı. Hatta telefonlara bile geldi daha bu oyun.</p><p>İşte bu kitap da <b>Gwent </b>oyunu için çizilmiş kartların enfes illüstrasyonlarından bir kuple sunuyor bizlere. Oyundaki her desteye sayfalar arasında yer verilmiş. Kuzey Krallıkları, Canavarlar, Nilfgaard... Hepsi var. Her destenin en çok sevilen görsellerinden bazılarına yer verilmiş. Hepsinin yanına da ya kartı çizen kişinin düşünceleri ya da kartta yazılan açıklamalar eklenmiş.</p><p>Açıkçası çizimlerin hepsini çok beğendim. Zaten oyunu oynarken de muazzam görünüyorlar. Hepsini böyle büyük boy, pırıl pırıl sayfalarda daha detaylı inceleyebilmek güzel bir deneyim sunuyor. Ama gönül isterdi ki çizerlerin açıklamaları yerine çizimlerdeki karakterler hakkında açıklayıcı bilgiler olsun yanlarında. Ayrıca bazı karakterlerin eksikliği de gözlerden kaçmıyor.</p><p>Son olarak, kitabın isminin farklı bir şekilde çevrilmesi taraftarıydım ama son raddede böyle oldu. <i>Witcher </i>isminin başlıkta geçmesi gerekiyordu, satışlar için daha iyiydi, falandı filandı. Neyse, sağlık olsun diyelim. Bu da Pegasus Yayınları'ndan, ciltli (sert kapaklı) ve büyük boy olarak yayınlandı.</p><p>Keyifli okumalar...</p>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-40622223104957334432023-11-11T18:20:00.001+03:002023-11-11T18:20:36.964+03:00Yeni Çeviri: Witcher - Yetişkinler İçin Boyama Kitabı<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-542BwZgyRhtITqeI9zdcCoz7JfKUv3nDH_HjxIqh1GJzAZt9vAA1L5cHA1-8bTcNR53Q-YTJeGnj_ukAghSsvLvLO1ElKEKfU0XKUs7y6YVqmcE7l_uh0VskL5SW55gRzvHAgs0aO3L3aHjlmAZDuoJNGezni0zf1tcaK9cFAnFG_AQ1x9coWWm9zWs/s603/witcher-boyama.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="603" data-original-width="602" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-542BwZgyRhtITqeI9zdcCoz7JfKUv3nDH_HjxIqh1GJzAZt9vAA1L5cHA1-8bTcNR53Q-YTJeGnj_ukAghSsvLvLO1ElKEKfU0XKUs7y6YVqmcE7l_uh0VskL5SW55gRzvHAgs0aO3L3aHjlmAZDuoJNGezni0zf1tcaK9cFAnFG_AQ1x9coWWm9zWs/s320/witcher-boyama.jpg" width="319" /></a></div>Bir gün bir boyama kitabı çevireceksin deseler hayatta inanmazdım. Hele hele o kitabın Witcher hakkında olacağına hiç inanmazdım... Ama işte buradayız. Kahrolsun kapitalizm, popülizm ve bazı şeyler... :)<p></p><p><i>Witcher: Yetişkinler İçin Boyama Kitabı</i> adından da anlaşılabileceği üzere hem oyunlardaki hem de kitaplardaki bazı karakterlerin siyah-beyaz çizimlerini içeren, 96 sayfalık bir boyama kitabı. Bir sayfada oyundan ya da kitaplardan alınmış bir paragraf, söz ya da alıntı var. Diğer sayfada da o karakterlerle alakalı, çok güzel hazırlanmış çizimler yer alıyor. </p><p>Bazen kitaplardan çok iyi tanıdığımız <b>Geralt, Yennefer, Ciri </b>ve <b>Dandelion</b> gibi karakterlerin tek başlarına veya beraber çizilmiş sahnelerini görüyoruz. Bazen de <b>Letho, Iorveth, Priscilla</b> ya da <b>Kocakarılar </b>gibi ikinci ve üçüncü oyunda tanıştığımız tiplemeler çıkıyor karşımızda.</p><p>Çizimler gerçekten kaliteli ve özenerek yapıldıkları belli. Karakterlerin hepsi oyundaki görünümlerinin tıpkısının aynısı olarak çıkıyor karşımıza. Yani başka sanatçılara çizdirilmiş, uyduruk şeyler değiller. Bu oldukça hoşuma gitti.</p><p>Resimlere eşlik eden paragraflar, diyaloglar ve alıntılar da kimi zaman oyunlardaki bir sahneyi, kimi zaman da kitaplardaki maceralardan birini anımsatıyor insana.</p><p>İşin güzel tarafı resimleri fotokopiyle çoğaltıp canınızın istediği kadar, çeşitli şekillerde renklendirebilecek olmanız sanırım.</p><p>Resim çizmeyi ve boyama yapmayı sevenler için güzel bir fırsat. <b>Pegasus Yayınları</b>'ndan...</p><p><br /></p>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-78411231664420522812023-09-23T05:54:00.004+03:002023-09-23T05:54:43.811+03:00Çevirmenin Çemberi: Şehir ve Şehir<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUZWWz_GB8YOVMIX9WGbcVJX-8SSE6AKOBULJTpdrQDkAVZIHI256ROCxJbhCIAM3f8IvS68P_2ipezDvWj-HIYptbymI-ztZ_0vYsRRnGlkGBopIutietYIcupSCsr7EC2GBL3nO4TEm4kfn5Yt-6oIxQnVuC12P2MLfn2q7WMcoa74Y5XBoQnLX8F6U/s1200/Sehir-ve-Sehir-M.-Ihsan-Tatari-Cevirmenin-Cemberi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="638" data-original-width="1200" height="324" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUZWWz_GB8YOVMIX9WGbcVJX-8SSE6AKOBULJTpdrQDkAVZIHI256ROCxJbhCIAM3f8IvS68P_2ipezDvWj-HIYptbymI-ztZ_0vYsRRnGlkGBopIutietYIcupSCsr7EC2GBL3nO4TEm4kfn5Yt-6oIxQnVuC12P2MLfn2q7WMcoa74Y5XBoQnLX8F6U/w609-h324/Sehir-ve-Sehir-M.-Ihsan-Tatari-Cevirmenin-Cemberi.jpg" width="609" /></a></div><br /><div>Şehir ve Şehir'i okuyup sevmiş miydiniz? China Mieville'in keskin zekâsını ve o benzersiz hayal gücünü seviyor musunuz peki? Eh, işte şimdi ikisini birden daha çok sevmeye hazır olun.</div><div><br />Daha önce başkası tarafından tercüme edilmiş bir kitaba Çevirmenin Çemberi yazısı yazmak ne kadar doğru bilmiyorum. Sonuçta karşımızda iki ayrı kişinin çabalarıyla ortaya çıkmış bir eser var; bütün emek bana ait değil. Ama <b><i>Şehir ve Şehir</i></b> o kadar gurur duyduğum, beni o kadar heyecanlandıran bir çalışma oldu ki çeviri macerasını anlatmamaya gönlüm razı olmadı. Sonuç olarak işte buradayım. Seneler sonra ilk defa bir Çevirmenin Çemberi yazısıyla karşınızda…<br /><br />2010 yılında <b>China Miéville</b>’e Hugo, Locus, Arthur C. Clarke, World Fantasy ve BSFA ödüllerini kazandıran bir roman Şehir ve Şehir. Tuhaf kurgu ve polisiye türlerinin çok başarılı bir karışımı olan kitap, <b>Besźel </b>ve <b>Ul Qoma</b> adlı iki komşu şehirde geçen bir cinayet soruşturmasını konu alıyor. Bu şehirler akıl almaz bir şekilde iç içe geçmiş durumda. Öyle ki bir caddenin sağı Besźel’e, solu Ul Qoma’ya ait olabiliyor. Bazı sokakları birbirini çaprazlama kesiyor, meydanları iç içe geçiyor, mahalleleri birbirine karışıyor, daha neler neler…<br /><br />Ancak şöyle bir durum var ki şehir sakinlerinin birbirlerini “görmeleri” kanunen yasak. Besźler caddenin karşısında yürüyen Ul Qomalılara bakmıyor, çapraz yollarda araba sürenler trafikte birbirlerini dikkatle görmezden geliyor, bir yaya geçidinde karşı karşıya gelenler itinayla gözlerini başka tarafa kaçırıyor. Ve bunu yapmayı çocukluktan itibaren öğreniyorlar. Peki, bakarlarsa ne oluyor? <b>İhlâl </b>yapmış oluyorlar. Ve gizemli “İhlâl” gelip o kişileri oradan götürüveriyor. Bir daha kimse onlardan haber alamıyor, hatta isimlerini bile ağızlarına almıyorlar.<br /><br />İşte böylesine tuhaf bir coğrafi ilişkiler yumağına hapsolmuş bu iki şehirde bir gece gizemli bir cinayet işleniyor. Davayı çözmekse başkarakterimiz <b>Müfettiş Tyador Borlú</b>’ya düşüyor. Ama bu hiç de göründüğü kadar basit bir cinayet değildir ve Borlú çok geçmeden kendisini iki rakip şehir arasında mekik dokuyup, çocukluğundan beri öğrendiği tuhaf kurallara uymak ve İhlâl işlememek için mücadele ederken bulacaktır.<br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyV87009_Sstm9G1iPm6Ocb-BkTaac0fFRE1shqY6ZkW2VzL33g7hNRTkdqobdw52jCCp7Qf9SOi9rlHUa12crWiPDkJtgUs_s8CKP4AwIJXQ662P_Y6M1DvA4JwO6qj0aUqAjBrm7TsE/s567/Untitled-2+copy.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="120" data-original-width="567" height="136" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyV87009_Sstm9G1iPm6Ocb-BkTaac0fFRE1shqY6ZkW2VzL33g7hNRTkdqobdw52jCCp7Qf9SOi9rlHUa12crWiPDkJtgUs_s8CKP4AwIJXQ662P_Y6M1DvA4JwO6qj0aUqAjBrm7TsE/w640-h136/Untitled-2+copy.png" width="640" /></a><br /><br /><i>Şehir ve Şehir</i>’in çevirisini gözden geçirirken en çok keyif aldığım şey, eserin dilini yazarın anlatmak istediği asıl seviyeye çekmekti hiç şüphesiz.<br /><br />Kitabın eski çevirisini okuduysanız belki siz de (benim gibi) şu cümleyi kurmuşsunuzdur: “<i>Evet, gerçekten de başarılı bir polisiye romanı bu; ama içinde hiç bilimkurgu öğesi yok ki. Neden Arthur C. Clarke ödülü vermişler buna?</i>”<br /><br />Meğer varmış. Hem de bir dünya dolusu. <b>Öteyerler, bütünsel bölgeler, dışsal alanlar, bütünrafya</b>… Bunun gibi daha bir sürü orijinal terim ve kelime oyunu var kitapta. Bilimkurgu öğeleri içermeyen şey, aslında romanın bizdeki eski çevirisiymiş. Ama çoğu ya hiç anlaşılmadığı, ya yanlış anlaşıldığı için çeviri sırasında kaybolmuş. İşte bunları kitaba geri eklemek, ona bilimkurgu kimliğini geri kazandırmak bu çeviri düzeltisi sırasında en çok keyif aldığım şey oldu kesinlikle.<br /><br />Bir o kadar keyif aldığım bir şey varsa o da China Miéville’in yaptığı dil oyunlarıydı. Kitapta <b>Besźce</b>, <b>Ul Qomaca</b> ve <b>İngilizce </b>arasında bazı ince espriler bulunuyor. Bir Amerikan vatandaşıyla konuşuyorlar örneğin. Adam “<b>pissed</b>,” (öfkelenmek/tepesi atmak) diyor ama Beszce konuşan memur anlamıyor, “<b>işemek</b>” (piss) ne alaka diye amirine bakıyor. Lâkin önceki çeviride bu durum anlaşılmamış ve işin esprisi kaybolmuş. Eski çeviri şöyle:</div><br /><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px; text-align: left;"><div><i>“Ve bu bilgilerin birilerinin aklını başından aldığını söyledi,” diye ekledi Bay Geary.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>Corwi bana baktı. Kafası karışmıştı.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>“Bay ve Bayan Geary…” Thacker onlarla konuşurken, ben çabucak Corwi’ye Besźce açıklama yaptım.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>“Yanlış anlama, aklını başından almış derken birilerinin bundan hoşlanmadığını kastetti. Sinirlenmişler, yani. Amerikalılar işte.”</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><br />Bu kısımları İngilizce kelimeleri koruyup küçük birer ek yaparak baştan çevirdim. Hem daha anlaşılır kıldım hem de yazarın vermek istediği asıl anlamı korudum.<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>“Ve bu bilgilerin birilerinin tepesini attırdığını söyledi,” diye ekledi Bay Geary. ‘T<b>epesini attırmak’ derken İngilizcedeki pissed kelimesini kullanmıştı</b>.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>Corwi kafası karışmış bir şekilde bana baktı. “Bay ve Bayan Geary…” diye araya girdi Thacker. Adam onlarla konuşurken ben de fırsattan istifade Corwi’ye dönüp durumu Besźce olarak izah ettim.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>“İşemek anlamındaki ‘pissed’ değil. ‘Öfkelenmek’ anlamında. Amerikalılar öyle der.”</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><br /><b>Feld </b>adlı uyuşturucunun ismiyle yapılan üç dilli kelime oyunundan bahsetmeden olmaz. Mieville burada âdeta kendini aşmış. Önce eski çeviriye bakalım:<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>Bu otun sokaktaki adı Feld, bilimsel adı ise Catha edulis idi. Tütün ve kafeinle güçlendirilip sakız gibi çiğneniyor, içindeki uyuşturucu madde dil altından kana karışıyordu. Üç ismi vardı: Ona ana vatanında khat, İngilizcede kedi anlamına gelen cat, bizim dilimizde ise feld deniyordu.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><br />Şimdi burada uyuşturucunun kana karıştırılma şekli yanlış çevrilmiş, o ayrı. Az önce bahsettiğim üç dilli kelime oyunuysa hiç anlaşılmıyor ne yazık ki. Bu cümlenin yeni çevirisi şöyle oldu:<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>Bu otun sokaktaki adı feld idi. Catha edulis bitkisinin bir tür melezinin tütün, kafein ve daha sert maddelerle güçlendirilmesiyle elde ediliyordu ve fiberglas ya da benzer bir maddeyle diş etlerinizi aşındırıp kanınıza karışmasını sağlıyordunuz. İsmi üç farklı dilde yapılmış bir kelime oyunundan ileri geliyordu. Ana vatanında ona khat diyorlardı. İngilizcede “kedi” anlamına gelen cat kelimesinin bizim dilimizdeki karşılığıysa feld idi.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><br />Buna benzer başka bir örnek de “<b>I’ll be back</b>,” (Geri döneceğim) cümlesiyle yapılan kelime oyununda yaşanıyor. Yazar burada <i>Terminatör </i>filminin ünlü repliğine bir gönderme yapmış, ama eski çeviride bu nüans gözden kaçmış maalesef. Bahsettiğim bölümün eski çevirisi şöyle:<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;">“Bir yere ayrılma,” dedim. “Geri geleceğim.” İngilizce konuşmama rağmen, Aikam bu dediğimi anlamıştı. Gülümsedi. Ona da Avusturya aksanıyla aynı şeyleri söyledim. Yolanda bir şey anlamadı.</div></blockquote><div style="text-align: left;"><br />Bu kısmı baştan çevirip, “<b>I’ll be back</b>” cümlesini metne ekleyerek (Türkçe yazıp okuduğunuzda bütün oyun bozuluyor çünkü) hem daha anlaşılır kılmaya hem de espriyi korumaya çalıştım:<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>“Burada kal,” dedim. “Geri döneceğim.” İngilizce konuştuğum için Aikam meşhur ‘I’ll be back’ repliğini tanıyıp gülümsedi. Ben de onun için aynı sözü bir kere de Avusturya aksanıyla tekrarladım. Yolanda espriyi anlamadı.</i></div></blockquote><div style="text-align: left;"><br /><i>Star Wars</i> da kitaptaki göndermelerden nasibini almış. Bir noktada karakterlerden biri şanssızlığından yakınırken “The force was not with me,” diyor. “Güç benimle değildi,” diyor yani. Maalesef bu gönderme de eski çeviride anlaşılmamış ve “Şansım yaver gitmedi,” şeklinde tercüme edilmiş bu cümle. Bu da düzeltildi.<br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi18ycEH6S9CV80Ou35-P9J5Ni9kGw7irJVp6aZPCv9GzKRTke0aD4aNieJ8CqX0D0qBVubEOdf6VrYPgmswEXx1_F3O8I7TIuj1XH_ks6KNekZTAVObAAFHgr-jZJd97AT_XBVXXgyzqI/s567/Untitled-1.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="120" data-original-width="567" height="136" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi18ycEH6S9CV80Ou35-P9J5Ni9kGw7irJVp6aZPCv9GzKRTke0aD4aNieJ8CqX0D0qBVubEOdf6VrYPgmswEXx1_F3O8I7TIuj1XH_ks6KNekZTAVObAAFHgr-jZJd97AT_XBVXXgyzqI/w640-h136/Untitled-1.png" width="640" /></a><br /><br />Kitabın bir bölümünde “<b>Gallimaufrians</b>” adlı uydurma bir halktan bahsediliyor. Arkeoloğun biri anlatıyor: “Sözüm ona tarihi eserleri çıkarıp kendi ıvır zıvırlarıyla karıştıran, sonra da hepsini tekrar gömen farazi bir medeniyet bu,” diyor.<br /><br />Eski çevirmen bu kelimeyi olduğu gibi bırakmış. Peki İhsan durur mu? Hayır, durmaz! Çünkü işgüzarlık… aman, şey… editörlük bunu gerektirir. Dedim şunu bir araştırayım, bakalım buna benzer bir medeniyet ismi var mı… Yokmuş. Ama onun yerine “<b>gallimaufry</b>” diye küflü bir tabir buldum. “Karmakarışık” manasına geliyormuş. Taaa 1800’lü yıllarda Fransızcadan geçmiş İngilizceye. O zamandan beri de pek kullanılmamış.<br /><br />“Haaa,” dedim. “Tarihi eserleri kendi eşyalarıyla karıştırdıkları için bunu kullanmış yazar.” Karmakarışıklar gibi bir anlamı vardı yani. Dedim ben bunu değiştiririm! “Karmançormanlar” olsun diye düşündüm önce. Ama zihnimin karanlık köşelerindeki bir ben “Yaşıyor! YAŞIYOR!” diye bağıran Doktor Frankenstein misali, “Daha eski bir kelime bulmalısın. Daha eski! DAHA ESKİİİ!” diye hönkürüyordu gözlerini pörtleterek.<br /><br />Ben de açtım sözlükleri, başladım karıştırmaya. Darmadumanlar olmaz, Darmadağınıklar olmaz, Tarumarlar heç olmaz… Derken “hercümerç” kelimesine denk geldim. Eski Türkçede “karmakarışık” anlamına geliyormuş. Hah, dedim. Hem eski, hem de Farsçadan geçmiş. Öbürü de Fransızcadan geçmişti zaten. İkisi de F ile başlıyor, hohoho! Böylece “<b>Hercümerçler</b>” yaptım onu. Ama epey uğraştırdı kerata.<br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5-M2HVmlKFgJ5iF3Hkm7umWxk0H6C4aN8uZRS6_ku6gfdOcXtuaMcngF9ZlUztqkG4LHqGDTan_0OwRrkrnwG5jg1RIFdn01ZjcBXvAgDEQMJLsv6LTCoUOsly6KxIXYC_ngVoAc5hG8/s567/Untitled-3+copy.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="120" data-original-width="567" height="136" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5-M2HVmlKFgJ5iF3Hkm7umWxk0H6C4aN8uZRS6_ku6gfdOcXtuaMcngF9ZlUztqkG4LHqGDTan_0OwRrkrnwG5jg1RIFdn01ZjcBXvAgDEQMJLsv6LTCoUOsly6KxIXYC_ngVoAc5hG8/w640-h136/Untitled-3+copy.png" width="640" /></a><br /><br />Herhâlde en uzun ve ayrıntılı bölüm bu olacak. <i>Şehir ve Şehir</i>’de bir sürü değişiklik yaptım çünkü. Bunun sonucunda da roman <b>50 sayfa</b> kadar uzadı.<br /><br />En büyük değişiklik tabii ki az önce de bahsettiğim özel terimlerde yaşandı. Kitapta iç içe geçmiş iki şehir söz konusu olduğu için belirli yerlerden bahsetmek için özel bir jargon geliştirmiş bu iki kentin halkı. Mesela Besźel’desiniz diyelim, ama yanından geçtiğiniz sokak Ul Qoma’da. O sokaktan diğer şehrin ismini ağzınıza almadan, orayı gördüğünüzü kabul etmeden, “<b>öteyer</b>” (elsewhere) diye söz etmek zorundasınız. Bu terim önceki çeviride hiç yok mesela. Eklendi.<br /><br />Eğer bir mahalle, meydan, park, cadde vs sadece tek bir şehre aitse, içinde komşu şehirden bir parça yoksa buralara “<b>bütünsel</b>” (total) bölge deniyor. Şehirlerin birbirinden bütünüyle ayrıldığı yerlerse “<b>dışsal</b>” (alter) bölge adını alıyor. Aslında “alter” kelimesinin tam karşılığı dışsal değil, değişken. Ama “dışsal” yazarın kullandığı anlamı çok daha iyi karşılıyor. Bu iki terim de eski çeviri sırasında kaybolanlardan. Eklendi.<br /><br />İki şehrin birbirlerini kesen sokaklarına “<b>çapraz hatlar</b>” (crosshatch) deniyor. Bu kelime daha önce verdiğim örneklerin aksine eski çeviride var; ama bazı yerlerde atlanmış, kullanılmamış. Bu da anlam karmaşasına sebep olmuş. Mümkün mertebe düzeltildi.<br /><br />Bu tür terimlerin eski çeviride hiç yer almaması cümleleri de epey kısaltmış ve anlamlarını değiştirmiş. Bununla ilgili birkaç örnek cümle vermek istiyorum izninizle.<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px; text-align: left;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri</b>: Her yerde kısa yollar keşfederdim.</div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri</b>: Kestirme yollarım öteyerdeydi.</div></blockquote><div style="text-align: left;"><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri</b>: Sarsılarak yavaşladık, arabaların arkasında durduk. Durduğumuz sokakta antikacı dükkânları vardı.</div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri</b>: Hem yerel hem de öteyer araçlarının arkasında sarsılarak yavaşladık ve Besźel binalarının antikacı dükkânlarından oluştuğu bir çapraz hatta geldik.</div></blockquote><div style="text-align: left;"><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri</b>: Burası Besźel’in sakin bir semtiydi, ama caddeler çok kalabalıktı. Kalabalığı yararak ama insanlara bakmadan yürüyordum.</div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri</b>: Besźel’de kalan bölge sakin bir semtti, öteyerdeki sokaklarsa kalabalık. Onları görmezden geldim ama aralarından geçip gitmek zaman aldı.</div></blockquote><div style="text-align: left;"><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri</b>: İki şehre ait bölgeler ve birbirini çapraz kesen kısımlar gösterilmiş, sınırlar griye boyanmıştı.</div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri</b>: Başları kanunlarla derde girmesin diye iki şehri birbirinden ayıran bütün çizgiler ve tonlamalar – bütünsel bölgeler, dışsal alanlar, çapraz hatlar– yerlerini koruyordu fakat gözle görülür şekilde silik ve grinin belirgin tonlarındaydılar.</div></blockquote><div style="text-align: left;"><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Eski Çeviri</b>: Şehrin eski sokakları çok dardı, hızlı gidemiyordum. Arabayı bırakıp koşmaya başladım.</div></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><b>Yeni Çeviri</b>: Şehirlerin en eski sokakları bir arabanın geçemeyeceği kadar dar ve dolambaçlıydı. O yüzden araçtan inip Eski Besźel’in parke taşlarıyla kaplı sokakları ve saçaklı evleri ile Eski Ul Qoma’nın karmaşık mozaikleri ve kubbelerinin arasında koşmaya başladım.</div></blockquote><div style="text-align: left;"><br />Örnekleri çoğaltmak mümkün ama sizi daha fazla sıkmayayım. Yarınız döküldünüz zaten; yazının bundan sonraki kısmını çok az kişi okuyacak muhtemelen (Böhü!)<br /><br />Özel terimlerle devam edelim. “<b>Grosstopical</b>” iki şehrin farklı bölgelerini oluşturan fakat aynı coğrafi alanı kaplayan yerler için oluşturulmuş bir kelime. Uydurma bir terim. Eski çeviride yok. Coğrafik/Coğrafya kelimesinden yola çıkarak “<b>bütünrafik/bütünrafya</b>” gibi bir terim türettim ben de bunun için. Benzer şekilde “<b>Dopplurbanology</b>” adlı başka bir uydurma terim daha vardı kitapta. O da “<b>ikizkentbilimi</b>” oldu. (Aslında buna “ikizkentoloji” desem çok daha güzel olurmuş, şimdi fark ettim. Tüh… Neyse, sağlık olsun, ne yapalım? O an aklıma gelmedi.)<br /><br />Besźel polis güçlerinin ismi orijinal metinde “<i>Policzai</i>” (eğik harfle) olarak geçiyor. Aynı şekilde Ul Qoma polisinin adı da “<i>Militsya</i>” (yine eğik harfle). Yazar bu isimleri bilerek böyle yazmış ve bu şehirlerde yabancı bir dil konuşulduğu vurgusunu vermeye çalışmış. Ancak eski çeviride Policzai direkt “Polis,” Militsya ise sadece “Milis” diye çevrilmiş, o otantik hava kaybolmuş. Ben ikisini de <i>Policzai </i>ve <i>Militsya </i>olarak değiştirip orijinal hâllerine geri çevirdim.<br /><br /><b>Besźel </b>vatandaşlarından da Besźli veya Besźelli olarak değil, tıpkı kitapta yazdığı gibi “<b>Besź</b>” diye bahsediliyor artık (Türkiye-Türk gibi düşünün).<br /><br />Başka bir değişiklik Ul Qomalıların yakarış cümlelerinde yaşandı. Kitapta Ul Qoma halkının “ışığa” taptığı belirtiliyor. Hatta şehirdeki en büyük yapılardan birinin adı “Mutlak Işık Kilisesi.” Dolayısıyla şaşırdıklarında veya kızdıklarında “<b>Holy Light!</b>” diye bağırıyorlar. “<b>Kutsal Işık!</b>” diyorlar yani, ya da “<b>Işık aşkına!</b>” Ama eski çeviride bu ayrıntı gözden kaçmış ve Ul Qomalılardan biri ne zaman “Holy Light” dese “Aman Tanrım” diye çevrilmiş. Bu da değiştirildi ve hepsi ışıkla ilişkilendirildi.<br /><br />Bunların haricinde bazı özel isimlerde yapılan küçük ama önemli dokunuşlar var. Mesela “<b>Inspector Borlú</b>” ilk kitabın aksine “Dedektif Borlú” yerine “<b>Müfettiş Borlú</b>” olarak geçiyor artık metinde. “<b>Milkrat</b>” adlı özel fare türünün ismi sadece “fare” yerine, “<b>sütfaresi</b>” olarak yazıldı. “<b>Mectec</b>” (Mise-en-crime technician) adlı özel terimin kısaltması “Oyim” (Olay yeri inceleme memuru) yerine “<b>Cintek</b>” (Cinayet Mahalli Teknisyeni) şeklinde değiştirildi. “<b>Major Yorj Syedr</b>” adlı karakterin ismi “Büyük Yorj Syedr” yerine olması gerektiği gibi “<b>Binbaşı Yorj Syedr</b>” olarak yazıldı.<br /><br />Bir de bazı cümleler nedenini anlamadığım bir sebepten ötürü iki kere çevrilmişti. Sanki editör cümleyi düzeltmiş ama eskisini silmeyi unutmuş gibi. Buna benzer 10-15 cümleye rastladım kitapta. Onları da sildim.</div><div style="text-align: left;"><br /><h3 style="text-align: left;"><b>Son Sözler</b></h3><br />Son olarak burada anlattıklarımın hiçbirisini kitabın önceki çevirmeni <b>Mehtap Gün Ayral</b>’ı rencide etmek için yazmadığımı belirtmek isterim. Öyle bir niyetim kesinlikle yok, olamaz da. Bu yazının tek amacı iki çevirisi arasındaki farklılıklara dikkat çekmek ve insanları yeni çeviriye bir şans vermeye teşvik etmek.<br /><br /><i>Şehir ve Şehir</i>’in gerçekten de kendine has bir dili var. Eğer bilimkurgu ve fantastik edebiyatla hiç alakanız yoksa, anlatılanları gerçek dünyayla ilişkilendirip bildiğimiz kurallara oturtmaya çalışırsanız bir çevirmen olarak işin içinden çıkamazsınız. Anladığım kadarıyla Mehtap Hanım da bu durumdan mustarip olmuş. Ayrıca aynı dönemde bazı ailevi sebepler yüzünden kitapla istediği kadar ilgilenemediğini de belirtmiş kendisi. Çeviride yaptığım değişiklikleri kabul edip, benim ismimin de kitapta ikinci çevirmen olarak yer almasına izin verdiği için kendisine buradan teşekkürlerimi yolluyorum. <b>Yordam Kitap</b>’a da bana bu kitabı düzeltme şansı verdiği için ayrıca teşekkürler.<br /><br />Epey bir uğraştım anlayacağınız. Ama ortaya güzel bir çalışma çıktığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Hatta <i>Şehir ve Şehir</i> en çok gurur duyduğum çevirilerimden biri oldu benim için. Umarım siz de okurken benim kadar keyif alırsınız. Eski çeviriyi okuyanların da bu yeni baskıya bir şans daha vermesiyse en büyük temennim.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><b><u>Not:</u></b> <i>Bu yazı ilk olarak <b><a href="https://kayiprihtim.com/yazi/sehir-ve-sehir-m-ihsan-tatari/" target="_blank">Kayıp Rıhtım</a></b>'da yayınlanmıştır.</i></div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-83110260387613824432023-07-28T18:59:00.006+03:002023-07-28T18:59:31.622+03:00Form<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi500cpPOlnOVe88Uuj6n3GObjwNbyGQIhlAvqef4eVOOADCqmmX2h5mDy7PyXwZTE6HM1U7kUSl9AaKUPc1_RBjgdNNAovm0BXkBrIcJnITeRV6Hs6UNyRYBud5TFsZ3DJfiTZrzDF85JSNLibMeTIDlLUCXU2Xa4eEOaB1m3T9OqGP29NZartLOWGkSU/s1537/363847272.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="1018" data-original-width="1537" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi500cpPOlnOVe88Uuj6n3GObjwNbyGQIhlAvqef4eVOOADCqmmX2h5mDy7PyXwZTE6HM1U7kUSl9AaKUPc1_RBjgdNNAovm0BXkBrIcJnITeRV6Hs6UNyRYBud5TFsZ3DJfiTZrzDF85JSNLibMeTIDlLUCXU2Xa4eEOaB1m3T9OqGP29NZartLOWGkSU/s320/363847272.jpg" width="320" /></a></div>Dün anneannemle pazara gittik. Her zaman uğradığımız pazarcı teyze, "Okul nasıl gidiyor evladım? Kaça geçtin?" diye sordu bana.<div><br />"Teyzecim ben okulu bitireli 20 seneden fazla oldu," dedim, gülerek.<br /><br />"Yok yav! Olmamıştır o kadar! Kaç yaşındasın ki sen evladım?!" diye bağırdı, gözlerini kocaman kocaman açarak.<br /><br />43 yaşında olduğumu söyleyince düşüp bayılıyordu kadın. 'Hehe, hâlâ formumdayım,' diye düşündüm. Anneannemin de hoşuna gitti tabii, şöyle bir kabardı kadıncağız.<br /><br />Ama bu diyaloğun ardından aldığımız malları, ödediğimiz yüklü meblağı falan düşünüyorum da şimdi... Paraları sayarken pazarcı teyzenin de, 'Hehe, hâlâ formumdayım,' diye dediğine kalıbımı basarım 😄😄<br /></div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-44911865290413404672023-07-15T14:23:00.003+03:002023-07-15T14:23:26.267+03:00Bir İzmirlinin 42 Derece Hava Sıcaklığıyla İmtihanı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiikYYwx4Y-z8-2W4Z_YeVIQlt6mXx41Id1hsdu3M90zn8B3GnimbCq-YxKcXSMC5RsMlnc6AzCTcnirm8UiBrPDt9nnYZnAGNpLIpbZY1nCqJgRcztJ6S1xaR1KcquTmMuRSn4YpHe8QXtzCaRS-4CwnhdeEOuDK5iG4U05yiTM86mY_GMweA4DfV8Rrg/s800/heat-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="546" data-original-width="800" height="218" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiikYYwx4Y-z8-2W4Z_YeVIQlt6mXx41Id1hsdu3M90zn8B3GnimbCq-YxKcXSMC5RsMlnc6AzCTcnirm8UiBrPDt9nnYZnAGNpLIpbZY1nCqJgRcztJ6S1xaR1KcquTmMuRSn4YpHe8QXtzCaRS-4CwnhdeEOuDK5iG4U05yiTM86mY_GMweA4DfV8Rrg/s320/heat-1.jpg" width="320" /></a></div>* Sevgili günlük. Haberlere bakılırsa önümüzdeki üç gün boyunca hava durumu 42 derece olacakmış. YANDIK! Yani… daha yanmadık ama yanacağız. Hem de cayır cayır! E klimam da yok. Bu işe kesin bir çare bulmam lazım. BU SICAKLAR BENİ ÇILDIRTACAK! <br /><br />* Sevgili günlük. Bugün küvette yüzme talimi yapmaya karar verdim. Tozlu bavullarımın birinden mayomu bulup çıkardım. Bir güzel üstüme geçirdim. Ama biraz şişmanlamış mıyım ne? Küçük geldi sanki… Neyse! Asıl sorun o değil. Asıl sorun iki sene önce küveti söktürüp yerine duşakabin taktırmış olmam! Yine de bir deneyeyim dedim, belki başarırım. Ama birkaç dakika boyunca duşakabinin zemininde AYIBALIĞI gibi debelenip yuvarlanınca vazgeçtim. Hayır, bir de ayaklarım kapılara çarpıyor, hepten ayı gibi böğürüyorum. Gerçekten şişmanlamışım galiba, ühü! BU SICAKLAR BENİ ÇILDIRTACAK! <br /><br />* Ulan günlük! Hava durumu haklı çıktı! Havaları bol olmayasıcalar! Bugün gerçekten de 42 derece! Dışarıda tam bir cehennem sıcağı var. Serinleyeyim diye camı açıyorum, 220 derecede önceden ısıtılmış fırın kapağını açmış gibi oluyorum mübarek! Emektar vantilatörümün de kendine hayrı yok. En üst dereceye getirip tam karşısında duruyorum ama ne fayda?! Son nefesini verir gibi, ince ince soluyor pezevenk! Yok yok, buna bir hâl çaresi bulmam şart. BU SICAKLAR BENİ ÇILDIRTACAK! <br /><br />* Günlük… Buzdolabının kapağını açıp karşısında oturma fikrim bütün yemeklerimin bozulmasıyla sona erdi. Hayvan gibi terlemeye devam etmem yetmiyormuş gibi şimdi bir de aç kaldım, böhü! Evde mayoyla dolaşma fikrim de aynada kendimi gördüğüm an yaşadığım hüsran ve depresyon tarafından itinayla sona erdirildi. Mayom o kadar küçük geliyor ki harbiden ayıbalığına benziyorum lan! Artık hem aç, hem terli, hem de depresyondayım. BU SICAKLAR BENİ ÇILDIRTACAK! <br /><br />* Günlük. Evde donla dolaşmaya karar verdim. Çok rahat! Hem de mayomdan daha bol… Daha önce neden aklıma gelmediğine şaşıyorum. Hay donumla bin yaşayayım, hahayt! Gerçi balkona çıktığımda karşı apartmandaki komşunun bakışlarından biraz rahatsız olmadım değil. Kapıcı Rüstem Efendi de kapıyı öyle açınca bana biraz ters baktı sanki. Ama ne var canım?! Deniz kenarında da mayoyla dolaşmıyor muyuz? Ha mayo, ha don! Biri renkli, biri beyaz. Ne olmuş yani? Normalleştirmek lazım böyle şeyleri azizim, normalleştirmek. Bir de şu açlık işine bir çare bulabilsem… Bu havada markete gidilmez ki! BU SICAKLAR BENİ ÇILDIRTACAK! <br /><br />* Ah be günlük, sorma başıma gelenleri… Dün donumla salonda otururken şu normalleştirme fikri çok kafama yattı. Ben de bunun üzerine bugün markete donla gitmeye karar verdim. Hem orada klima da vardır! Sonuçta ha mayo, ha don, değil mi? <br /><br />Değilmiş… <br /><br />Tam da 42 derece hava sıcaklığına rağmen sokaklarda püfür püfür dolaşmanın tadına varmak üzereydim ki birisi arkamdan 42 numara ayakkabısını kafama küt diye geçiriverdi! Ne oluyoruz demeye kalmadan kendimi komşularımın sevgi dolu darbeleri altında dayak yerken buldum. “Yapmayın, etmeyin, bunları normalleştirmemiz lazım!” diye bağırsam da sıcaktan zaten gözü dönmüş olan mahalleli ağzımı burnumu normalleştirmeye kalkınca çareyi topuklarım donuma vura vura kaçmakta buldum ben de. <br /><br />Baktım, caminin önünden geçiyorum. Allah’a sığınıp daldım içeri. Ne bileyim ben bugünün cuma olduğunu günlük!? Sıcaktan akıl mı kaldı insanda?? İçeriye girmemle cuma namazı için toplanmış cemaatin ortasında kendimi donla buluverdim. “Ey cemaati müslimin! İslam hoşgörü dinidir! Vurmayın!” dedim… dinletemedim. Ne sapıklığım kaldı, ne zındıklığım, ne de münafıklığım. Son hatırladığım polisin gelip beni linç edilmekten son anda kurtardığı… Donumun nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. “Ne işin vardı evladım orada cıbıl cıbıl? Manyak mısın sen?” diye sordu başkomiser. O telaşla kendimi açıklayayım derken, “Komiserim, ayıbalığıyım ben. Buzdolabına sığmayınca markette donla normalleşeyim,” deyiverdim. Şimdi beni Manisa Akıl Hastanesi’ne götürüyorlar. Kliması vardır inşallah. <br /><br />Bu sıcaklar beni çıldırttı…mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-70791589708687997442023-06-07T09:04:00.000+03:002023-06-07T09:04:00.150+03:00Halaskâr | Kitap İnceleme<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjy4zHcAvava7pJQpKKrEWO4oNKIwLrTWgQgzcJrPy34GWLS9lL0VIgjt-1tFq7BM5m8a-wOCImF1dYmHkL-p7tSWyxDba2TpMeKhMU8DalWSeyx2qu795sp3VGWnP1uuomN5UvZO6Ov_ghYzGO4D1KBS3SqVWXanPJPOcxdo-YKSgQyAQWKbKt077E/s637/halaskar.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="637" data-original-width="416" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjy4zHcAvava7pJQpKKrEWO4oNKIwLrTWgQgzcJrPy34GWLS9lL0VIgjt-1tFq7BM5m8a-wOCImF1dYmHkL-p7tSWyxDba2TpMeKhMU8DalWSeyx2qu795sp3VGWnP1uuomN5UvZO6Ov_ghYzGO4D1KBS3SqVWXanPJPOcxdo-YKSgQyAQWKbKt077E/s320/halaskar.jpg" width="209" /></a></div>Beklediğimden çok çok daha fazla sevdim ben bu kitabı. <div><div><br />Birkaç istisna dışında Türk yazarları pek okuyamıyorum. Hep bir şeyler eksik ya da yarım kalıyormuş gibi geliyor bana. O hissi siz de bilirsiniz. Okuyup da işte bu olmuş dediğim, en sevdiğim kitaplar arasına yerleştirdiğim Türk roman sayısı azdır kısacası. Halaskâr da onlardan biri oldu benim için.<br /><br />Daha önce Yüksel Yılmaz'ın hiçbir kitabını okumamıştım. Kitabın ilk bölümünde biraz bocalar gibi oldum. Ama ilkeller, asistanlar, yabancı bir gezegeni kahramanımızla birlikte keşfetme duygusu ve Serkan'ın karamsar espri anlayışı derken kendimi sayfalara gömülmüş buldum. Uzun bir süredir kendini kitaplara veremeyen, günde birkaç sayfadan fazlasını okuyamayan ben, sayfaların nasıl akıp gittiğini anlamadım. Bir de baktım ki kitabı birkaç günde bitirmişim, daha yok mu diye arka kapağı eşeliyorum.</div><div><br /></div><div>Kitapta Semele adlı yabancı bir gezegene giden ve buranın dünyalaştırılmaya uygun olup olmadığını araştıran Serkan adlı bir "Halaskâr"ın, bir nevi araştırmacı süvarinin başından geçenlere tanık oluyoruz. Serkan'ın tek dostu beynine eklenen yapay zekâ Arya. Onun dışında bu bilinmeyen tehlikeler ve mucizelerle dolu gezegende bir başına yaşıyor kahramanımız. </div><div><br /></div><div>Orada yaşayan canlıların listesini çıkarması, bitkileri araştırıp neleri yiyip içebileceğini keşfetmesi, geceleri saldıran ilkellerle olan amansız savaşı onu bir nevi modern Robinson Crusoe kılmış diyebilirim. Romanın ilk sayfaları bu leziz keşif ve tanıtım bölümleriyle geçiyor. Ama daha sonra Serkan bir acil durum çağrısı alır ve kendisinden kayıp bir Halaskâr'ı bulması istenir. Böylece kahramanımız kendisini hiç beklemediği olayların ortasında bulur.<br /><br />Kesinlikle çok keyifli, aksiyon dozu yerinde, yer yer güldüren yer yer de doğaya karşı tutumumuzu sorgulatan, çok başarılı bir roman Halaskâr. Ucu açık hiçbir soru bırakmadığı gibi "şu çok mantıksız" ya da "şu çok klişe" dediğiniz bir şey de içermiyor.<br /><br />Kısacası çok sevdim. Aksiyon-bilimkurgu türünü sevenlere tavsiyemdir.</div></div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-49224684237969599642023-06-04T22:36:00.005+03:002023-06-04T22:38:38.725+03:00Aklın Çocuklarına Veda<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9-Iix56YWeGP3Y6eKp8nz7kyz0WERG7g71d85hLtDa2gRhlk9tAJyDGQ2Ss5o64EL-VUMOQk2rTxoB4ImDwwGVVfsmqEkjc12mvBoDZQu0JXLlGJrS9ToDyf30CM5D-cyhuXFB-7ib6cnVTVi1ydZ20NxtVyJxyBHqyZnlxxJ5ZFSV-yMTBg_Hf4w/s475/children.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="475" data-original-width="308" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9-Iix56YWeGP3Y6eKp8nz7kyz0WERG7g71d85hLtDa2gRhlk9tAJyDGQ2Ss5o64EL-VUMOQk2rTxoB4ImDwwGVVfsmqEkjc12mvBoDZQu0JXLlGJrS9ToDyf30CM5D-cyhuXFB-7ib6cnVTVi1ydZ20NxtVyJxyBHqyZnlxxJ5ZFSV-yMTBg_Hf4w/s320/children.jpg" width="207" /></a></div><br />Ender serisinin dördüncü cildi olan Aklın Çocukları'nın (Children of the Mind) çevirisi de nihayet tamamlandı.<div><br />Bu aslında üçüncü kitabın direkt devamı, hatta ikinci parçası. Yazar ikisini tek cilt gibi düşünmüş, ama daha sonra bölme kararı almış. </div><div><br /></div><div>O yüzden üçüncü kitapta ucu açıkta kalan pek çok konunun sonunu bu sayfalarda görüyoruz.<br /><br />Şimdi geriye bir tek serinin beşinci cildi, Ender Sürgünde kalıyor. Onu da çevirmeyi tamamladım mı Ender'le vedalaşma vakti gelecek. Bakalım...<p></p></div><div>Kitap önceki ciltler gibi yine Pegasus Yayınları'ndan çıkacak.</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-2571498382182166252023-06-03T13:00:00.000+03:002023-06-03T13:00:00.335+03:00Kutlu Kan | Kitap İnceleme<div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgaSXShjLz9yTIeT3Qf9KrsuscPtNX9HqSRnSQHWvPUSzBHYrhEZzXq4CPAdBJt42yJ-MxZZef6E4bVQFq9utaUR6b9SBJiyVtrLNUIspxyXOcemfaoNW7P_TgBlK1A86PsVHBfoiGqFbx_iUWRNmRjMnFlYnY0O70-3TpREPm8DG-XanZUjHZZvKz4/s910/kutlu-kan.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="910" data-original-width="593" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgaSXShjLz9yTIeT3Qf9KrsuscPtNX9HqSRnSQHWvPUSzBHYrhEZzXq4CPAdBJt42yJ-MxZZef6E4bVQFq9utaUR6b9SBJiyVtrLNUIspxyXOcemfaoNW7P_TgBlK1A86PsVHBfoiGqFbx_iUWRNmRjMnFlYnY0O70-3TpREPm8DG-XanZUjHZZvKz4/s320/kutlu-kan.jpg" width="209" /></a></div>Kayıp Rıhtım semalarında tanıştığım, Öykü Seçkisi'ndeki hikâyelerini severek okuduğum Harun Çimen'den günümüz Türkiye'sinde geçen, Osmanlı döneminden kalma bir lanet ile gizemli bir cinayeti birleştiren güzel bir polisiye.<br /><br />Balat'taki terk edilmiş bir köşkte korkunç bir katliam yaşanır ve ruh çağırmak için oraya toplanan yedi gençten altısı korkunç bir şekilde öldürülür. Sadece Çiğdem Duman adlı genç kız hayatta kalır. Polis ne yapsa ne etse cinayeti bir türlü çözemez. Dışarıdan eve kimse zorla girmemiştir. İçeriden çıkıp giden birine dair de bir işaret yoktur. O zaman bu cinayeti kim, nasıl işlemiştir? Kimse cevabı bulamaz. Sonunda suçu mahallenin külhanbeyi Ömer Pehlivan'a yıkarlar ve dava kapanır.<br /><br />Yıllar sonra Ömer Pehlivan, çiçeği burnunda avukatımız Cihan Akça'yı kendini savunması için tutar. Cihan bu cinayeti onun işlemediğine emindir. Gel gelelim kiminle konuşsa kapılar yüzüne kapanır. Kimse bu konu hakkında soru sorsa kendisine duygusuz, hain, fırsatçı bir avukat muamelesi yapılır. Herkes halkın sevgilisi hâline gelen Çiğdem Duman'dan yanadır. <br /><br />Derken Çiğdem Duman televizyonda Cihan'a verip veriştirdikten sonra birdenbire ortadan kaybolur. Baş şüpheli olarak da saf avukatımız görülür elbette. Böylece Cihan hem adını temizlemek, hem de bu büyük gizemi çözmek için ümitsiz bir maceraya atılır.<br /><br />Açıkçası Cihan'ı çok sevdim. Fazla saf, fazla kibar, iyi niyeti sürekli suistimal edilen bir temiz aile çocuğu kendisi. Avukat olmak için fazla iyi biri. Sürekli olarak kendisini abes durumların içinde buluyor, karşısındakine kabalık etmemek için de sesini çok fazla çıkaramıyor. Ama bir yandan da davayı çözmek için azimle çalışmaya ve sorması gereken soruları bir şekilde sormaya devam ediyor. Bu da onu okuması keyifli bir karakter hâline getiriyor.<br /><br />Kitabın zaman zaman geçmişe gitmesi ve Osmanlı dönemini, yeniçeri isyanlarını, şehzadeleri ve lanetleri konu alması da romana ayrı bir lezzet katmış. Severek, keyif alarak okudum. Bu tür eserleri sevenlere gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-79062495223420132762023-05-30T20:34:00.006+03:002023-06-02T18:38:38.473+03:00Yeni Çeviri: Şehir ve Şehir<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNKmthtfGGCLJjUQVM80YykWEpdMMrmtwBZeyLZSeAHfXbsIZhfFdwDZ5Df_D3qxjHl8FGNUbkH6t74CDxmihNVqTmG7jj7hi3N642x9egS9IFaYt-8tQz9ldoVRM0-LJsjTIS7vxAoAl8T0oef4k55elOj1KpSLFrzHNk09cQeAjQNDMT8xm2x6Mc/s881/sehir-ve-sehir.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="881" data-original-width="600" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNKmthtfGGCLJjUQVM80YykWEpdMMrmtwBZeyLZSeAHfXbsIZhfFdwDZ5Df_D3qxjHl8FGNUbkH6t74CDxmihNVqTmG7jj7hi3N642x9egS9IFaYt-8tQz9ldoVRM0-LJsjTIS7vxAoAl8T0oef4k55elOj1KpSLFrzHNk09cQeAjQNDMT8xm2x6Mc/s320/sehir-ve-sehir.jpg" width="218" /></a></div><br />Tuhaf Kurgu türünün aykırı çocuğu <b>China Mieville</b>'e Arthur C. Clarke Ödülü'nü kazandıran <b>Şehir ve Şehir</b> için yaptığım çeviri düzeltisi nihayet raflardaki yerini aldı.</div><p></p><strike>Yaptığım düzeltmeler ve tamamladığım eksikler sayesinde kitap artık 100 sayfa daha uzun. Eskisi 283 sayfaydı, artık 384 sayfa oldu.</strike> Yaptığım düzeltmeler ve tamamladığım eksikler sayesinde kitap artık 51 sayfa daha uzun. Eskisi 332 sayfaydı, artık 383 sayfa. (Ben PDF’e göre konuşmuştum. Basılı hâlinde sayfa sayısı farkı daha az. O heyecanla acele etmişim, erken konuşmuşum. Kusura bakmayın.)<div><div><br /></div><div>Çok heyecanlıyım bu kitap için. Normalde kendi çevirdiğim/düzelttiğim kitaplar için pozitif yorum yapmaktan kaçınırım, kendimi övmüş gibi görünmekten çekinirim ama <i>Şehir ve Şehir</i> gerçekten çok güzel oldu bu hâliyle. Kitap boyut atladı, şekil değiştirdi âdeta.</div><div><br /></div><div>Peki, nedir bu kitabın olayı? Şöyle ki romanda <b>Beszel </b>ve <b>Ul-Qoma</b> adlı iki hayali şehir var. Bunlar sadece birbirine komşu olmakla kalmıyor, ama aynı zamanda caddeleri, sokakları, meydanları ve daha bir sürü bölgesi iç içe geçiyor. Sokaklar birbirini çaprazlama kesiyor. Meydanın bir yarısı bir şehre, öteki yarısı diğer şehre ait olabiliyor. Ve iki şehir halkı da birbirini pek sevmiyor. Ama asıl tuhaf olan birbirlerini "görmelerinin" yasak olması. Bir caddenin sağında Beszel, solunda Ul-Qoma vatandaşları yürüyor diyelim. Birbirlerine bakmaları yasak. Birbirlerini görmeleri bile yasak. Yanlışlıkla omuz omza çarpışırlarsa hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ediyorlar. Çünkü kanunlar böyle. Çünkü çocukluklarından beri böyle yetiştirilmişler.</div><div><br /></div><div>Bakarlarsa, kanunları çiğnerlerse ne oluyor? İhlâl! Adını korku dolu fısıltılarla andıkları İhlâl gelip onları götürüyor. Ve bir daha onlardan kimse haber alamıyor. </div><div><br /></div><div>İşte böyle bir ortamda gizemli bir cinayet işleniyor. Bunu çözmekse başkarakterimiz <b>Dedektif Tyador Borlu</b>'ya kalıyor. Gelin görün ki katili yakalamak istiyorsa dedektifimizin bazı kuralları çiğnemesi ve iki şehrin çetrefilli kurallarıyla mücadele etmesi gerekecektir.</div><div><br /></div><div>Kitap geçen seferki gibi yine <b>Yordam Kitap</b> etiketiyle çıkıyor. Ama bu sefer yeni kapakla. Düzeltilmiş çeviriyi okumak istiyorsanız yeni kapaklı baskısını tercih etmeye özen gösterin lütfen.</div><div><br /></div><div>Kıyaslama yapabilmeniz için kitabın birkaç sayfasını paylaşıyorum aşağıda.</div><div><br /></div><h2 style="text-align: left;">ESKİ ÇEVİRİ</h2><div><blockquote style="border-left: 5px solid var(--primary-300); clear: both; color: #222222; font-family: Arial, sans-serif; font-size: 15.008px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; padding: 12px;"><p style="margin-top: 0px;"></p><blockquote><p style="margin-top: 0px;">NE SOKAĞI, ne de mahalleyi görebiliyordum. Etrafımız toprak rengi binalarla çevriliydi. Mahalleli uyanır uyanmaz üstüne ne bulursa geçirmiş, saçlar başlar darmadağın, ellerinde kahveleriyle pencerelerden sarkmış, bir yandan kahvaltılarını ederken, bir yandan da bizi seyrediyorlardı. Binaların ortasında kalan bu alan kim bilir ne amaçla açılmıştı. Maketten bir arazi gibiydi. Belki de burayı ağaçlandırıp bir de yapay göl konduracaklardı. Küçük bir koruluk vardı, ama fidanlar kurumuştu.</p><p>Çimenlerin arasından ayrık otları fışkırmıştı, iki tarafı kamyon altında ezilmiş çöplerle kaplı patikalar oluşmuştu. Etrafta çeşitli birimlerden polisler vardı. Buraya ilk gelen dedektif ben değildim -Bardo Naustin ve tanıdığım birkaçı benden önce gelmişti- ama içlerinde en kıdemli olanı bendim. Komiser yardımcısının arkasından, memur arkadaşların toplaştığı yere gittim. Fıçı şeklindeki çöp kovalarıyla çevrili bir kaykay sahasıyla, az katlı metruk bir yapının ortasında duruyorlardı. Uzakta rıhtımdan gelen sesleri duyabiliyorduk. Mahallenin gençleri, ayakta dikilen polislerin önündeki duvara oturmuştu. Martılar havada dönüp duruyor, yiyecek arıyorlardı.</p><p>“Müfettiş,” dedi biri. Başımı sallayarak dönüp baktım. Biri bana kahve ikram etti, ama istemedim ve görmem gereken kadının yanına gittim. Kaykay rampasının hemen yanında yatıyordu. Ölülerin dinginliği hiçbir şeye benzemez. Rüzgâr tıpkı bu kadının saçlarında dolaştığı gibi, bütün ölülerin saçlarında dolaşır, ama ölüler hiç tepki vermez. Kadın çok çirkin bir pozisyonda yatıyordu. Bacakları sanki kalkıverecekmiş gibi kıvrılmış, kolları da tuhaf bir şekilde bükülmüş, yüzü yere yapışmıştı.</p><p>Genç kadının, tepesinde topladığı kahverengi saçları, topraktan fışkıran otlara benziyordu. Neredeyse çıplaktı. Sabahın ayazında kadını bu halde görmek, insanın tüylerini ürpertiyordu. Külotlu çorabı kaçmıştı. Topuklu ayakkabılarının teki ayağındaydı. Ayakkabının diğer eşini aradığımı gören bir kadın polis, uzaktan bana el salladı. Ayakkabının başında duruyordu.</p><p>Ceset bulunalı ancak birkaç saat olmuştu. Ölen kadına baktım. Pislik içindeydi, nefesimi tuttum, yüzünü görebilmek için yere doğru eğildim, ama görebildiğim tek şey açık kalmış bir gözdü.</p><p>“Shukman nerede?”</p><p>“Daha gelmedi, Müfettiş…”</p><p>“Biriniz arayın, söyleyin elini çabuk tutsun.” Parmağımla saatime vurdum. Olay yeri denen şey, benden sorulurdu. Patolog Shukman gelene kadar, kimse cesedi yerinden oynatamazdı. Yapılacak başka şeyler de vardı elbette. Etrafı kontrol ettim. Burası gözlerden uzak bir yerdi. Çöp konteynerleri bizi saklıyordu,ama mahallenin her yerinden, böcekler gibi, üstümüze yönelen bakışları hissedebiliyordum. Sanki etrafımız sarılmıştı.</p><p>Yan yana iki çöp konteynerinin durduğu yerde, paslı zincirlerin yanında ıslak bir şilte vardı. “Şilte kadının üstündeydi.” Konuşan, Lizbyet Corwi’ydi. Lizbyet, daha önce de birkaç kez birlikte çalışma fırsatı bulduğum zeki bir kadındı. “Pek de iyi saklayamamışlar aslında, bir çöp yığını gibi görünsün istemişler, herhalde.” Cesedin çevresinde, dikdörtgen şeklinde bir koyu toprak izi gördüm, ıslak şiltenin iziydi bu. Naustin yere çömelmiş, toprağı inceliyordu.</p><p>“Çocuklar bulmuş,” dedi Corwi.</p><p>“Nasıl bulmuşlar?”</p><p>Corwi topraktaki pati izlerini gösterdi. “Kedinin bir şeyleri tırmaladığını görmüşler. Ne olduğunu anlayınca da tabanları yağlamışlar, sonra da polisi aramışlar. Bizimkiler geldiğinde…” Corwi, daha önce görmediğim iki devriye memuruna baktı.</p><p>“Cesedi yerinden mi oynatmışlar?”</p><p>Corwi başını salladı. “Yaşıyor mu diye kontrol etmek istemişler.”</p><p>“Adları ne bunların?”</p><p>“Shushkil ve Briamiv.”</p><p>“Kadını bulanlar da bunlar mı?” Duvara tünemiş çocukları gösterdim. İki kız, iki oğlan vardı. On beş yaşlarındaydılar. Soğukkanlı bir şekilde oturmuş, önlerine bakıyorlardı.</p><p>“Evet, serseriler işte.”</p><p>“Sana da sabah sabah iş çıktı.”</p><p>“Toplum hizmeti fedakârlık ister, değil mi ya?” dedi Corwi. “Belki de ayın keşini seçmek için toplanmışlardır. Sabah yediye doğru gelmişler buraya. Kaykay sahası ona göre ayarlanmış besbelli. Birkaç yıl önce yapılmış burası. Mahallenin gençleri sıraya bindirmişler işi. Gece yarısından sabah dokuza kadar serseriler, dokuzdan on bire kadar çeteler, on birden gece yarısına kadar da kaykaycılarla patenciler kullanıyormuş.”</p><p>“Üstlerinden bir şey çıktı mı?”</p><p>“Oğlanın birinde küçük bir çakı bulduk. Ama çok küçük. Onunla fare bile kesemez. Oyuncak gibi bir şey. Hepsi de tütün çiğniyor. Başka bir şey yok.” Corwi omuz silkti. “Duvarın dibinde bulduğumuz esrar<br />onların değil, ama etrafta onlardan başka kimse de yoktu.”</p><p>Öbür polisin elindeki torbayı gösterdi. Torbanın içinde reçineyle kaplı minik ot demetleri vardı. Bu otun sokaktaki adı <em>Feld</em>, bilimsel adı ise <em>Catha edulis</em> idi. Tütün ve kafeinle güçlendirilip sakız gibi çiğneniyor, içindeki uyuşturucu madde dil altından kana karışıyordu. Üç ismi vardı: Ona ana vatanında <em>khat</em>, İngilizcede kedi anlamına gelen <em>cat</em>, bizim dilimizde ise <em>feld</em> deniyordu. Otu kokladım. Çok kalitesizdi. Ceketlerinin içinde tir tir titreyen dört gencin yanına gittim.</p><p>“<em>N’aber, polis?</em>” dedi içlerinden biri. Oğlan Besz aksanlı hip-hopvari bir İngilizceyle konuşuyordu. Gözlerime baktı, rengi atmıştı. O da, yanındaki arkadaşları da pek iyi görünmüyordu. Oturdukları yerden kadının cesedini görmeleri mümkün değildi, ama yine de o tarafa bakamıyorlardı.</p><p>Feldi bulduğumuzu anlamışlardı, onlara ait olduğunu düşündüğümüzü sanıyorlardı. Hiçbir şey söylemeden kaçarak uzaklaşabilirlerdi.</p><p style="margin-bottom: 0px;">“Ben Müfettiş Borlu,” dedim. “Ağır Suçlar Birimi (ASB).” İlk adımın Tyador olduğunu söylemedim. Tam arada bir yaştaydım, ilk adıyla hitap edilmek için çok yaşlı, ergen çocuklarla teklifsizce konuşmak içinse çok gençtim.</p></blockquote><p style="margin-bottom: 0px;"></p></blockquote><p style="text-align: center;">***</p><h2>GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ, YENİ ÇEVİRİ</h2><blockquote style="border-left: 5px solid var(--primary-300); clear: both; color: #222222; font-family: Arial, sans-serif; font-size: 15.008px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; padding: 12px;"><p style="margin-top: 0px;"></p><blockquote><p style="margin-top: 0px;">NE SOKAĞI ne de siteyi doğru dürüst görebiliyordum. Etrafımız toprak rengi binalarla çevriliydi. Mahalleli saçları başları darmadağınık vaziyette ve ellerinde kahve fincanlarıyla pencerelerden sarkmış, bir yandan kahvaltılarını ederken diğer yandan da bizi seyrediyorlardı. Binaların arasında kalan açık arazi bir ara elden geçirilmişti. Bir golf sahasına benziyordu. Ya da küçük bir çocuğun kum havuzuna. Belki de burayı ağaçlandırıp bir de yapay göl konduracaklardı. Küçük bir koruluk vardı ama fidanlar kurumuştu.</p><p>Çimenleri ayrık otları bürümüş, üzerleri kamyon tekerleği izleriyle yol yol olmuştu. Çer çöpün arasında taş döşeli yürüme yolları gözüküyordu. Etrafta çeşitli birimlerden polisler vardı. Buraya ilk gelen dedektif ben değildim –Bardo Naustin ile tanıdığım birkaç kişiyi daha görmüştüm– ama içlerinde en kıdemli olan bendim. Komiser yardımcısını takip ederek meslektaşlarımın büyük bir bölümünün toplandığı yere, terk edilmiş alçak bir kule ile fıçı şeklindeki çöp kovalarıyla çevrili bir kaykay sahasının bulunduğu noktaya gittim. Bir avuç çocuk duvarda oturuyor, onların önünde de polis memurları duruyordu. Martılar toplanan kalabalığın üstünde daireler çizip yiyecek arıyorlardı.</p><p>“Müfettiş,” dedi birisi. Onu başımla selamladım. Biri bana kahve ikram etti ama kafamı iki yana salladım ve görmek için geldiğim kadına baktım.</p><p>Kaykay rampalarının hemen yanında yatıyordu. Hiçbir şey ölüler kadar hareketsiz duramaz. Saçları rüzgârla hareket eder –tıpkı şu anda bu kadınınkilerin hareket ettiği gibi– ve hiçbir şeye tepki vermezler. Kadın çok çirkin bir pozisyonda uzanıyordu; bacakları sanki kalkıverecekmiş gibi kıvrılmış, kolları da tuhaf bir şekilde bükülmüştü. Yüzü yere yapışıktı.</p><p>Genç bir kadındı; başının iki yanından sallanan örgülü kahverengi saçları, topraktan fışkıran bitkilere benziyordu. Neredeyse çırılçıplaktı ve sabahın ayazında teninin pürüzsüz olduğunu, tüylerinin soğuktan ürpermediğini görmek üzücüydü. Üzerinde sadece kaçmış külotlu çoraplar ve topuklu ayakkabılarının teki vardı. Ayakkabının diğer eşini aradığımı gören bir kadın polis uzaktan bana el salladı. Ayakkabının başında nöbet tutuyordu.</p><p>Ceset bulunalı ancak birkaç saat olmuştu. Ölen kadına baktım. Yüzünü görebilmek için nefesimi tutup toprağa yaklaştım ama seçebildiğim tek şey açık kalmış bir gözdü.</p><p>“Shukman nerede?”</p><p>“Daha gelmedi Müfettiş…”</p><p>“Biriniz arayın, söyleyin elini çabuk tutsun.” Parmağımla saatime vurdum. Cinayet mahallinden ben sorumluydum. Patolog Shukman gelene kadar kimse cesedi yerinden oynatamazdı ama yapılacak başka şeyler de vardı elbette. Etrafı kontrol ettim. Ücra bir köşedeydik ve çöp konteynerleri bizi gözlerden saklıyordu, fakat bütün sitenin dikkatinin haşereler misali üzerimize üşüştüğünü hissedebiliyordum. Etrafta boş boş dolanıyorduk.</p><p>Arazinin kıyısındaki iki çöp kutusunun arasında, zincirlere dolanmış paslı demir parçalarının yanında ıslak bir şilte vardı. “Şilte kadının üstündeydi,” dedi Lizbyet Corwi adlı memur. Daha önce birkaç kez birlikte çalışma fırsatı bulduğum, zeki bir kadındı. “Cesedi pek iyi sakladığı söylenemez aslında, ama onu bir tür çöp yığını gibi göstermiş sanırım.” Ölü kadının etrafında dikdörtgen şeklinde, daha koyu bir toprak izi olduğunu gördüm. Şiltenin bıraktığı nemli iz olsa gerekti. Naustin yere çömelmiş, toprağı inceliyordu.</p><p>“Kadını bulan çocuklar şilteyi hafifçe kaldırmışlar,” dedi Corwi.</p><p>“Onu nasıl bulmuşlar peki?”</p><p>Corwi topraktaki küçük pati izlerini gösterdi. “Onu hayvanların pençelerinden kurtarmışlar. Karşılarındaki şeyin ne olduğunu anlayınca tabanları yağlamışlar, sonra da polisi aramışlar. Bizimkiler geldiğinde…” Corwi tanımadığım iki devriye memuruna bir bakış attı.</p><p>“Cesedi yerinden mi oynatmışlar?”</p><p>Corwi başıyla onayladı. “Hâlâ hayatta olup olmadığını kontrol etmek istedik dediler.”</p><p>“Adları ne bunların?”</p><p>“Shushkil ve Briamiv.”</p><p>“Kadını bulanlar da şunlar mı?” Başımla duvara tünemiş çocukları işaret ettim. İki kız, iki de oğlan vardı. On beş yaşlarındaydılar. Üşümüşlerdi ve başları öne eğikti.</p><p>“Evet, hepsi birer müptela.”</p><p>“Sabah dozlarını mı alıyorlarmış?”</p><p>“Adanmışlık diye buna denir, ha?” dedi Corwi. “Belki de ayın keşi olmaya falan çalışıyorlardır. Buraya sabah yediye doğru gelmişler. Görünüşe göre kaykay sahası ona göre ayarlanmış. Burası yapılalı sadece birkaç yıl oldu; eskiden burada hiçbir şey yoktu. Ama mahalleli daha şimdiden pistin hangi saatlerde kime ait olduğunu belirlemiş. Gece yarısından sabah dokuza kadar sadece müptelalar geliyor; dokuzla on bir arasında çeteler o günkü planlarını yapıyorlar; on birden gece yarısına kadar da kaykaycılarla patenciler kullanıyor.”</p><p>“Üstlerinden bir şey çıktı mı?”</p><p>“Oğlanların birinde küçük bir çakı bulduk. Ama harbiden küçük. Onunla bir sütfaresi bile kesemezsin, oyuncak gibi bir şey. Bir de hepsinde tütün vardı. Başka bir şey yok.” Omuzlarını silkti. “Üzerlerinden esrar çıkmadı; onu duvarın dibinde bulduk ama…” Tekrar omuz silkti. “Etrafta onlardan başka kimse yoktu.”</p><p>Meslektaşlarımızdan birine yaklaşmasını işaret etti, sonra da adamın elindeki torbayı açtı. İçinde reçineyle kaplı, küçük ot demetleri vardı. Bu otun sokaktaki adı <em>feld</em> idi. <em>Catha edulis</em> bitkisinin bir tür melezinin tütün, kafein ve daha sert maddelerle güçlendirilmesiyle elde ediliyordu ve fiberglas ya da benzer bir maddeyle diş etlerinizi aşındırıp kanınıza karışmasını sağlıyordunuz. İsmi üç farklı dilde yapılmış bir kelime oyunundan ileri geliyordu. Ana vatanında ona <em>khat</em> diyorlardı. İngilizcede “kedi” anlamına gelen <em>cat</em> kelimesinin bizim dilimizdeki karşılığıysa <em>feld</em> idi. Otu kokladım. Çok kalitesizdi. Kabarık ceketlerinin içinde tir tir titreyen dört gencin yanına gittim.</p><p><em>“N’aber aynasız?”</em> dedi oğlanlardan biri, İngiliz hip-hop jargonunun Besź dilindeki karşılığıyla. Başını kaldırıp gözlerime baktı ama yüzü solgundu. O da arkadaşları da pek iyi görünmüyordu. Oturdukları yerden kadının cesedini görmeleri mümkün değildi, ama yine de o tarafa bakamıyorlardı.</p><p><em>Feld</em> ’i bulduğumuzu, onlara ait olduğunu anladığımızı biliyor olmalıydılar. Hiçbir şey söylemeden kaçıp gidebilirlerdi.</p><p>“Ben Müfettiş Borlú,” dedim. “Ağır Suçlar Birimi.”</p><p style="margin-bottom: 0px;"><em>Ben Tyador</em> , dememiştim. Bu yaştaki insanları sorgulamak zordu; asıl isimleriyle hitap edilmek, üstü kapalı laflar ve oyuncaklar için fazla yaşlı ama bir görüşme sırasında direkt muhatabınız olamayacak kadar da gençtiler.</p></blockquote><p style="margin-bottom: 0px;"></p></blockquote></div><div><br /></div><div><br /></div></div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-81320797377105477322023-03-27T14:37:00.007+03:002023-03-27T21:05:18.421+03:00Sansür: Yeniden Hortlayan Canavar<div style="text-align: justify;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEibLIIeJNfmOct9bZZpPwFBY9pYez0f_Hwi2IkFabTkcnF2nqmcFNCbaXeyvh_XWF6H4AZgX9PSf-NCS3X46M_WyLdlkPkNG6jce7GgS4F_X30kjb0EC8P-04r3TkzHXrzYNAnLVHnMrAqutTjR9GRKvEEaKYQGIGnWoY1G8E5fc0q8kOKg5LnpFKL2/s1262/Clipboard01.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="899" data-original-width="1262" height="228" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEibLIIeJNfmOct9bZZpPwFBY9pYez0f_Hwi2IkFabTkcnF2nqmcFNCbaXeyvh_XWF6H4AZgX9PSf-NCS3X46M_WyLdlkPkNG6jce7GgS4F_X30kjb0EC8P-04r3TkzHXrzYNAnLVHnMrAqutTjR9GRKvEEaKYQGIGnWoY1G8E5fc0q8kOKg5LnpFKL2/s320/Clipboard01.jpg" width="320" /></a></div>İngiltere'de saçma sapan bir edebiyat akımı başladı. Ölen ünlü yazarların kitaplarını "günümüz hassasiyetlerine göre" baştan yazıyorlar. Kelimeleri değiştiriyorlar. Cümleleri çıkarıyorlar. Yeni cümleler ekliyorlar. Yani resmen sansür uyguluyorlar.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Geçenlerde "<i>Charlie'nin Çikolata Fabrikası</i>" ve "<i>Sevimli Dev</i>" gibi ünlü çocuk kitaplarının yazarı <b>Roald Dahl</b>'ın eserleri "sakıncalı ifadelerden" arındırılmak için "düzeltildi."</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Mesela Umpa Lumpalar artık "küçük adamlar" değiller. Onun yerine "küçük insanlar" olarak anılıyorlar. Bulut-Adamlar ise artık "Bulut-İnsanlar" diye geçiyor kitaplarda. Yayıncı bu değişikliği kitapları "cinsiyetçi ifadelerden arındırmak" için yaptığını söylüyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">"Siyah" ve "Beyaz" kelimeleri de yine ırkçılık olmasın diye kitaplardan çıkarılmış. Yaman Tilki kitabındaki Tilki Bey’in de artık 3 oğlu değil, 3 kızı var.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Bunun yanı sıra kitaplara Roald Dahl’ın yazmadığı yeni satırlar da eklenmiş. "<i>Cadılar</i>" kitabında cadıların kel ve peruklu olduğundan bahseden bir paragrafın sonuna, “Kadınların kel olmasının birçok sebebi olabilir ve bunda hiçbir sorun yoktur,” şeklinde yeni bir bölüm eklenmiş mesela.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Bugün de benzer bir haber <b>Agatha Christie</b> için geldi. Yazarın Hercule Poirot ve Bayan Marple kitaplarındaki bazı ifadeler "modern okurlar rencide olmasın diye" baştan yazılıyor ve "sakıncalı görülen satırlar" çıkarılıyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Christie'nin kitaplarında bazı karakterlerin ırkçı sözleri ya tamamen kaldırılmış, ya da değiştirilmiş. Mesela "Nubyalı bir kayıkçıdan" bahsedilen bir satırda artık sadece "kayıkçı" yazıyor. Güzelliği ya da çirkinliği ifade etmek için kullanılan "siyah" ve "beyaz" kelimeleri de bütünüyle silinmiş.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Akla George Orwell'in 1984 romanındaki şu satırları geliyor:</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">"Bütün kayıtlar ya yok edilmiş ya da çarpıtılmış, bütün kitaplar yeniden yazılmış, bütün resimler yeniden yapılmış, bütün heykeller, sokaklar ve yapılar yeniden adlandırılmış, bütün tarihler değiştirilmiş. Üstelik bu işlem her gün, her dakika uygulanmaya devam ediyor. Tarih durdu. Parti'nin her zaman haklı olduğu sonsuz bir şimdiden başka bir şey yok."</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-21129905765542337522022-12-17T14:47:00.006+03:002022-12-17T14:50:00.544+03:00Soykırım Gibi Çeviri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfbMuNKrrrx_Qta1qCcS25MGRIKgWwcC-tewbkdjhdcjKYGGxw_gbkQ7f5KKHcwgl7px5_3Dd8Eq-3KxW6IF9BBVWHu6Kj17OgeakvK6LRluAaZGALPSXy5PxkkJge7_5Cm9a5ruzmHF62RYdoVew2NyWfyJWJpH-h4y6-JpI2X9cqlPqKUYAKURQZ/s500/xenocide.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="304" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfbMuNKrrrx_Qta1qCcS25MGRIKgWwcC-tewbkdjhdcjKYGGxw_gbkQ7f5KKHcwgl7px5_3Dd8Eq-3KxW6IF9BBVWHu6Kj17OgeakvK6LRluAaZGALPSXy5PxkkJge7_5Cm9a5ruzmHF62RYdoVew2NyWfyJWJpH-h4y6-JpI2X9cqlPqKUYAKURQZ/s320/xenocide.jpg" width="195" /></a></div>Ender Serisi'nin üçüncü kitabı olan Soykırım'ın çevirisini nihayet bitirdim. Ama ben de bittim. Sanırım "2312" (Kim Stanley Robinson) adlı devasa bilimkurgu romanından sonra çevirdiğim en zor kitap buydu.<div> <br />Aslında 2312 kadar bilimsel açıklama yoktu içinde, onun kadar ağır da değildi. Filotlar ve çalışma presipleriyle ilgili sayfalarca süren, karmaşık açıklamaları saymazsak tabii. O kısmı gerçekten zorluydu. </div><div><br /></div><div>Mesonlar, atomlar, nötronlar falan derken "filot" adını verdiği yeni olguyu bildiğimiz fizik kurallarının içine katmayı ve yepyeni bir fiziksel düzen kurmayı hedeflemiş yazar.</div><div><br /></div><div>Ama bir önceki kitabında kime insan denir, kime uzaylı tartışmasından yola çıkan Card bu sefer işi bir adım ileriye götürüp tanrı nedir, kime tanrı denir konusunu irdelemiş. Batı ve Uzak Doğu dinlerini ayrı ayrı ele alıp bunları birbirleriyle çarpıştırmış. İnancı sorgulamış. </div><div><br /></div><div>Öyle olunca da felsefi ve teolojik tartışmaların bol bol döndüğü, 600 sayfalık bir roman çıkmış ortaya. 3 ayda bitiririm dediğim kitabın çevirisini 6 ayda zor tamamladım.</div><div><br />Özetle, beynim yandı 😅 Muhtemelen seneye Pegasus Yayınları'nda...</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-71832536241865924252022-09-14T13:45:00.000+03:002022-09-14T13:45:10.175+03:00Destekli sallamanın faydaları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEif5RiuzLFRA9kSk1OvTpFQpjmu2rA6KY1ziwWHxSB6jhmKuX_FYC8CZlv6HB8sd7FjiwVgAHtJgV1s4HB4OdexF8uFUQ0fB8yYCHPm4mOxzLjAjxSwV2MQyxRooBFREA-hePffFm7IVX0IagxglVUKQ4C39q5P-pzbvMxECf1raeqk99umMBE4M11C/s1000/Avrasya-Tuneli-8.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="584" data-original-width="1000" height="187" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEif5RiuzLFRA9kSk1OvTpFQpjmu2rA6KY1ziwWHxSB6jhmKuX_FYC8CZlv6HB8sd7FjiwVgAHtJgV1s4HB4OdexF8uFUQ0fB8yYCHPm4mOxzLjAjxSwV2MQyxRooBFREA-hePffFm7IVX0IagxglVUKQ4C39q5P-pzbvMxECf1raeqk99umMBE4M11C/s320/Avrasya-Tuneli-8.jpg" width="320" /></a></div>2009 senesinde “Eve Dönüş” adlı bir hikâye yazmıştım. Nükleer kıyamet sonrası bir dönemde, İstanbul’un yıkıntılarında geçiyordu. Cesur isimli bir arayıcının Bağdat Caddesi’nin yıkıntılarında bulduğu köle bir kızı ailesine götürme çabalarını konu alıyordu. <br /><br />Bir noktada Cesur ve küçük kızın karşıya geçmesi, Kapalı Çarşı’nın altındaki yeraltı kentine ulaşması gerekiyordu. Ama bir sorun vardı: Üç köprü de yıkılmıştı. Boğazın altından geçen tüp geçidi de zombiler ve dev sıçanlar basmıştı. <br /><br />Dikkatinizi çekerim, “üç köprü de” dedim. Şimdi, ne var bunda diyebilirsiniz. Ama bu öyküyü yazdığımda İstanbul’da sadece iki köprü vardı. Üçüncünün inşaatına ta 2012 yılına kadar da başlanmamıştı. <br /><br />Hadi bu çok önemli değil. İstanbul boğazına üçüncü bir köprü yapılacağına dair söylentiler ben lisedeyken bile (90’larda yani) konuşulurdu. Ama işin ilginç tarafı yazdığım hikâyede boğazın sularının altından geçen iki tüp geçitten bahsetmiş olmam. <br /><br />Ne ilginçtir ki bu tüp geçitlerden biri Üsküdar civarından başlayıp Karaköy’e gidiyor. Yani yaklaşık olarak Marmaray tüneline yakın bir güzergâh izliyor; başlangıç noktası aynı, bitiş noktası farklı. Ama asıl şaşırtıcı olan ve bana tebessüm ettiren şey, yazdığım ikinci tüp geçidin izlediği yol. İstanbul limanının oradan başlayıp Kennedy Caddesi’ne, Sultanahmet Camii’nin alt tarafına çıkıyor. Yani tamı tamına Avrasya Tüneli’nin izlediği yolun tıpkısının aynısını takip ediyor. Hikâyede bu güzergâhı ayrıntılı olarak belirtmişim üstelik. <br /><br />Çok iyi hatırlıyorum, hikâyeyi yazarken İstanbul haritasını açmış ve olası köprü ve tünel noktalarını kendimce hesaplamaya çalışmıştım. Gerçeğe yakın olsun istiyordum. Ama bu kadar isabetli olacağı hiç aklıma gelmemişti doğrusu. Dün gece kafama takıldı, acaba ne kadar tutturdum diye bir bakayım dedim. Sonucu görünce hem çok şaşırdım hem de mutlu oldum :) <br /><br />Bu da böyle bir anımdır.mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-43049404353908161222022-09-07T16:23:00.003+03:002022-09-07T16:23:51.956+03:00Babamın bilimkurguyla imtihanı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKMGhkQERNa8ISTvGh-7AUOoo_YMunsnEXgjDVcWsWmhvaaXAcDrzsZdaOd54_U4Zq4gdlCnAFoactcxaqMUiZBz8WY1Sta92zl273GcOPIMSKTWLROjfwkwlwysCKrM24wmZK2EsMeskANPdvO3nS_bopQVe5cTi0ekdr2nlT8cZwoovyod4IsrGd/s620/hugo.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="413" data-original-width="620" height="426" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKMGhkQERNa8ISTvGh-7AUOoo_YMunsnEXgjDVcWsWmhvaaXAcDrzsZdaOd54_U4Zq4gdlCnAFoactcxaqMUiZBz8WY1Sta92zl273GcOPIMSKTWLROjfwkwlwysCKrM24wmZK2EsMeskANPdvO3nS_bopQVe5cTi0ekdr2nlT8cZwoovyod4IsrGd/w640-h426/hugo.jpg" width="640" /></a></div><br />Babam geçen gün çeviriyle ilgili yaptığım paylaşımı okumuş. Yanıma gelip, "Ne çeviriyorsun sen şimdi? Konusundan biraz bahsetsene," dedi.<br /><br />"Şimdi baba... Nasıl anlatsam ki? İnsanlar uzaya çıkmış, tamam mı? Bir sürü gezegeni kolonileştirmişler. Bir gezegen var, halkı komple Çinli."<br /><br />"Allah Allah... Eee?"<br /><br />"Bu Çinlilerden bazıları tanrılarla konuşabildiklerini iddia ediyorlar."<br /><br />"Tövbe tövbeee..."<br /><br />"Kötü bir şey yaptıklarında günah çıkarmak için temizleniyorlar, ellerini kanatıncaya kadar yıkıyorlar, derileri soyulana kadar keseleniyorlar falan."<br /><br />"Eee?"<br /><br />"İşte şimdi bir kız var. Adı Qing-jao."<br /><br />"Kim ne???"<br /><br />"Qing-jao. Bu kıza babası çok önemli bir vazife verdi. Eğer kız başarırsa babası büyük bir şeref kazanacak, bu sayede de ölünce tanrılığa yükselebilecekmiş."<br /><br />"Tövbe estağfurullah! Bu ne saçma kitap yahu! Niye tercüme ettiriyorlar oğlum bunu sana?"<br /><br />"Öyle deme baba. Yazarı çok ünlü. 3 kez Hugo ödülü kazanmış."<br /><br />"Ne ödülü ne?"<br /><br />"Hugo."<br /><br />"Hugo mu? Hugo şu şey değil miydi ya? Hani televizyonda oraya buraya zıplayan bir zibidi vardı..."<br /><br />"Yok baba, bu Hugo o Hugo değil!"<br /><br />"Hadi be siz de! Zibidiler.... Tövbe tövbe. Tövbe tövbe."<br /><br />Babamın bilimkurguyla imtihanı, birinci perdenin sonu.mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-59956354058957636372022-07-02T02:17:00.003+03:002022-07-02T02:17:31.120+03:00Balyemez<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6nmSISKV8qPyskkAFZTnAkcYcr5II1TxWOzm1pG-WI1DwwWLMi5gxauWhOnbOcqiN8hnWImSFwgafPVCDwhhN7XfqKrfOs0rZD-SJI5ST3fku4lQNc1H7vOJp-kPAB-_UPvXWguWdHWjKLaa5te9blBBVbbEHTh-RcV0b-OwyA6qzKyHen3BLs8hp/s600/top.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="465" data-original-width="600" height="248" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6nmSISKV8qPyskkAFZTnAkcYcr5II1TxWOzm1pG-WI1DwwWLMi5gxauWhOnbOcqiN8hnWImSFwgafPVCDwhhN7XfqKrfOs0rZD-SJI5ST3fku4lQNc1H7vOJp-kPAB-_UPvXWguWdHWjKLaa5te9blBBVbbEHTh-RcV0b-OwyA6qzKyHen3BLs8hp/s320/top.jpg" width="320" /></a></div><br />Osmanlıların ağır kuşatma silahlarına verdiği isimler çok hoş yahu!<br /><br />Başka ülkelerden öğrenip, isimlerini sorup, nasıl anlıyorlarsa öyle kullanmışlar resmen. Kendi telaffuzlarına göre.<br /><br />Mesela "Colubrina" denen küçük topun ismi bizde "Kolunburna" olmuş. Avrupa'da "Basilisco" ismiyle tanınan bir top bizde "Bacaluşka" olarak kullanılmış. Macarların “Szakállas” silahı olmuş size "Şakaloz." İtalyanların "Ballamezza" topuna da "Balyemez" demişler gitmiş.<br /><br />Evliya Çelebi de durur mu hiç? Bu isimlerin aslında Türkçe olduğuna dair hikâyeler uydurmuş tabii hemen. Seyahatnamesinde düşmandan ele geçirilen bir balyemez topunun üzerinde bu silahı yapan kişinin baldan nefret ettiğini, ömründe ağzına bir kaşık bile bal sürmediğini ve o yüzden de bu topların bal yemez diye şöhret saldığını yazmış.<br /><br />Belki bunları zaten biliyorsunuzdur ama çeviri yaparken karşıma çıktı. İlginç ve eğlenceli bir bilgi olduğunu düşündüğüm için paylaşayım dedim.mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-35675858182882294042022-04-18T14:59:00.001+03:002022-04-18T15:12:43.819+03:00Aptal Müteahhit...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhX79lRkkAu2Qj6tyQvbtIoUX85rZTlVSrsz332LQ5y_J9iJhJOGO9kKujX23w43f2CGV7X4PF_P_8EIHWqjBzEOVeiyJWa7ph_s6atnEQWlcsJ0mcsc-vD3MXTa3WF8fkK-hlKjZYEE9BuWPVChdf3Le-_fPjPCgg1rvf9aXFp3X1isdoUUa54_YRD/s1596/home.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="898" data-original-width="1596" height="317" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhX79lRkkAu2Qj6tyQvbtIoUX85rZTlVSrsz332LQ5y_J9iJhJOGO9kKujX23w43f2CGV7X4PF_P_8EIHWqjBzEOVeiyJWa7ph_s6atnEQWlcsJ0mcsc-vD3MXTa3WF8fkK-hlKjZYEE9BuWPVChdf3Le-_fPjPCgg1rvf9aXFp3X1isdoUUa54_YRD/w563-h317/home.jpg" width="563" /></a></div><br />Doksanlı yılların sonunda, bir gün rahmetli dedemlerin evinde oturuyoruz. O evin salonu epey geniş ve ferah bir yerdi. İçeriye iki tane yemek odası takımı sığardı, o kadar diyeyim ben size. Ama bir eksiği vardı: Elektrik prizi. <br /><br />Dedem çok sert bir adamdı. Çok da gür bir sesi vardı. "Eşşoooğluuu..." diye bir bağırdı mı bütün mahalle duyar, apartmandaki komşular Ferit Bey gene sinirlendi diyerek en yakın mobilyanın arkasına siper alırdı.<br /><br />Hatırlamadığım bir nedenden ötürü o gün salonda priz arıyorduk. Televizyonun yerini mi değiştirecektik neydi, öyle bir şey... Ama yok oğlu yok. Koskoca odada sadece odanın girişinin yanında iki tanecik priz var. Uzatma çekiyoruz, yetmiyor. Uzatmaları birbirine bağlıyoruz, bu sefer de her taraf kabloyla doluyor, anneannem kızıyor. Misafirlere çirkin gözükecek diye...<br /><br />En sonunda patladım. "Yahu bu müteahhit de ne salak herifmiş! Koskoca salon yapmış, içine iki tanecik priz koymuş. Koysana şu duvarlara da. Aptal herif!" diye söylenmeye başladım.<br /><br />Dedem birden sessizleşti. Dönüp ona baktığımda kızarıp bozardığını, kaşlarını hafiften çatmaya başladığını fark ettim. <br /><br />O anda beynimin çarkları hızla dönmeye başladı. Bu apartman kimindi? Dedemin... Dedem emekli olmadan önce ne iş yapıyordu? Müteahhitlik... O zaman ben demin kime salak herif demiş oluyordum???<br /><br />Kendime sorduğum her soruyla gözlerim giderek daha çok açılıyor, verdiğim her cevapla da ecel terleri döküyordum. "Dede..." dedim sonunda, fare gibi bir sesle.<br /><br />"Efendim..." diye karşılık verdi dedem, davudî bir homurtuyla.<div><br /></div><div>"Bu evi kim yapmıştı?" diye sordum, hafif hafif yana kaçarken. </div><div><br /></div><div>"BEN!" diye geldi cevap, tam da korktuğum gibi. Sonrasını anlatmama gerek yok sanırım. Çok şükür hâlâ yaşıyorum, hayattayım. Beden ve ruh sağlığım da az buçuk yerinde sayılır hamdolsun. O günden beri nerede bir priz görsem hürmetle yaklaşıyor, hâlini hatırını soruyorum. Müteahhit kelimesini duyunca da hafif bir ağlama krizi geçirdiğim oluyor. Ama iyiyim yani... Valla.</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-1714637781109963762022-04-15T05:29:00.002+03:002022-07-02T02:18:00.062+03:00Bayinizden ısrarla isteyiniz...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjro_KHR8xj5cxbknJtiil_vrQM17w_VF1sgh0fZzuCDnQV0Ipj2SaEqYt33q2L7qCUpGCCQevD3HekeRpIsZ7-ckBWmXniW4EHdQLf-sTP5NNDVIhQSiI8NgKXvvS7RioNg8Z_Y3iaT2J_czw5MKxRMU780Z90_phf8PjIYcylbyUrxg_ZQjqAuJFg/s748/1586153155_39992.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="541" data-original-width="748" height="231" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjro_KHR8xj5cxbknJtiil_vrQM17w_VF1sgh0fZzuCDnQV0Ipj2SaEqYt33q2L7qCUpGCCQevD3HekeRpIsZ7-ckBWmXniW4EHdQLf-sTP5NNDVIhQSiI8NgKXvvS7RioNg8Z_Y3iaT2J_czw5MKxRMU780Z90_phf8PjIYcylbyUrxg_ZQjqAuJFg/s320/1586153155_39992.jpg" width="320" /></a></div><br />İngilizcede bir şeyi kesip biçip havalı kısaltmalar bulmak ne kadar kolay yahu. Orson Scott Card "computer interface implants" (bilgisayar arayüzlü implantlar) kelimelerinden "cifi" diye bir isim türetmiş mesela. Hem orijinal olmuş, hem de sci-fi (bilimkurgu) gibi okunan bir şey çıkmış ortaya.<div> <br />Nasıl yapmış peki? Baş harflerini birleştirmiş sadece. Computer'ın "c"sini, inter-face'in "i" ve "f"sini, implant'ın "i"sini yan yana yazmış alt tarafı. Ben aynısını yapsam ne oluyor peki? "Bayi..." </div><div><br /></div><div>Gitti bütün karizma! 😅</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-7309563452806849962022-03-18T15:54:00.002+03:002022-03-18T15:54:21.791+03:00Batman: Dünyadaki Son Şövalye | Kitap İnceleme<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRIhjcmMkYyURSz4xU7R6qSt8BHmrOQPO2OMjsfdWfcS7W_ttfBoznvOTQ0jrGP7pxpBlNCcyn9lDfa9k9s-OzdiwMzRZiMpJy5neajh5htzBapps0exr9vwq2VttTWZLdwiFWOOhrLSZq-85or0R-lVMOeopmyYFzvLUyT8evEOXI01WstUI-KlHE/s1200/batman-dunyadali-son-sovalye.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="1200" height="379" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRIhjcmMkYyURSz4xU7R6qSt8BHmrOQPO2OMjsfdWfcS7W_ttfBoznvOTQ0jrGP7pxpBlNCcyn9lDfa9k9s-OzdiwMzRZiMpJy5neajh5htzBapps0exr9vwq2VttTWZLdwiFWOOhrLSZq-85or0R-lVMOeopmyYFzvLUyT8evEOXI01WstUI-KlHE/w568-h379/batman-dunyadali-son-sovalye.jpg" width="568" /></a></div><br />Batman: Dünyadaki Son Şövalye'yi nihayet okuyabildim. İhtiyar Logan'ın DC'deki karşılığı gibi olmuş.<div><br />Batman bir gün gözlerini Arkham'da açıyor, kendini hatırladığından daha genç buluyor ve yıllardır doktorların gözetiminde yaşadığını öğreniyor. Hiç Batman olmamıştır... Batman sadece deliliğinin ona oynadığı bir oyundur. Joker, İki Surat ve Penguen gibi azılı düşmanlarıysa tımarhane çalışanları... Alfred ona yıllardır tedavi gördüğünü, artık normale dönmenin vaktinin geldiğini söylüyor.</div><div><br />Ama Batman bu, böyle bir şeye körlemesine inanır mı hiç? O da başlıyor araştırmaya ve aslında işlerin hiç de Alfred'in anlattığı gibi olmadığını keşfediyor. Tam aksine, tıpkı İhtiyar Logan'daki gibi mahvolmuş bir gelecekte uyanmıştır Batman. Kötüler kazanmış, şehirler yıkılmış, tuhaf anormallikler topraklara hâkim olmuştur. Ve nasıl ki yaşlı Wolverine yanına kör Hawkeye'ı alıp o uğursuz topraklarda bizi bir gezintiye çıkarıyorsa, genç Batman de yanına cam bir fanusun içindeki Joker'in kellesini alıp başlıyor buraları dolaşmaya.</div><div><br />İlk cilt kanımca aralarındaki en iyisiydi. Maceraya giriş, bir sürü gizem unsuru, Joker'le karşılaşmak, kafada deli sorular...</div><div><br />İkinci ciltte bu topraklarda tam bir tur atıyor, DC evreninin yeni ve eski karakterlerinin (bazıları o kadar eski ki göndermeleri anlamak için internetten araştırmam gerekti) başlarına gelenleri görüyor ve sonunda Gotham'a geri dönüyoruz.</div><div><br />Üçüncü ve son ciltteyse Batman'in bu distopik dünyanın baş kötüsü olan Omega'yla savaşmasını okuyoruz. Açıkçası Omega'nın kim olduğunu daha en başından doğru tahmin ettiğim için bu ciltte yaşananlar bana o kadar etkileyici gelmedi. Yine de o son sahneyi sevdim. Klasik maceralar arasına koymam belki ama okuduğuma da kesinlikle pişman değilim bu seriyi.</div><div><br />Yeni 52'den tanıdığımız Snyder ve Capullo ikilisi yıllar sonra bir araya gelip gene güzel bir iş çıkarmışlar. <b>JBC Yayıncılık </b>her zamanki gib<b>i muazzam bir baskı kalitesiyle buluşturmuş bu ciltleri bizlerle. Emre Taşkıran'ın çevirisi ve </b>Aslı Dağlı'nın editörlüğü de her zamanki gibi dört dörtlüktü. Hepsinin ellerine sağlık.</div><div><br />Son olarak sevgili <b>Ertan Ergil</b>'e hem teşekkürlerimi hem de özürlerimi gönderiyorum buradan. Bana bu ciltleri inceleme yazmam için yollamıştı. Ama ben ailevi sağlık sorunları nedeniyle ona sözümü tutamadım. En azından bu şekilde yorumumu ve tanıtımımı yapayım bari dedim ben de.</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-31325450240226108522022-02-19T21:21:00.002+03:002022-02-19T21:21:32.672+03:00İsimsizin Çocukları | Kitap İnceleme<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhISGODqJwUy6at-Gc4sP9H4K2G4nsxC-Gzmgzi182W4jGc9gcqUDnmfbRpbWP2ddIVudLGYyPzKgLYHoeoJAXiNOUNwjpCPdRFUpqbWdDDlEJhXJ-t4I3BWdPbS4UKW0ziRsbFV5r4SXkDnA9mg7V4YyXRHkzUMU193t3n0hmQW5VUXxCZLS3tYta_=s475" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="475" data-original-width="309" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhISGODqJwUy6at-Gc4sP9H4K2G4nsxC-Gzmgzi182W4jGc9gcqUDnmfbRpbWP2ddIVudLGYyPzKgLYHoeoJAXiNOUNwjpCPdRFUpqbWdDDlEJhXJ-t4I3BWdPbS4UKW0ziRsbFV5r4SXkDnA9mg7V4YyXRHkzUMU193t3n0hmQW5VUXxCZLS3tYta_=s320" width="208" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Akılçelen, 2021, 170 Sf.<br />Çevirmen: Deniz Evliyagil<br />Editör: Selcan Yıldız</td></tr></tbody></table>Bu kadar ince bir kitap nasıl hem bu kadar dolu hem de bu kadar eğlenceli olabilir? İnsan Sanderson'a her seferinde biraz daha hayret ediyor doğrusu...<div><br />İsimsiz'in Çocukları, Magic: The Gathering adlı ünlü kart oyunu için yazılmış kısa bir roman aslında. Ama Magic hakkında hiçbir şey bilmeniz gerekmiyor. Wizards of the Coast, Sanderson'dan kendileri için yepyeni bir karakter yazmasını istemiş ve ona sınırsız yetki vermiş. Ünlü yazar da bu kısa ama doyurucu romana imza atmış.<br /><br />Kitap Yaklaşımlar adlı, karanlık ve kasvetli bir diyarda geçiyor. Buranın halkı Batak'tan geldiklerine inanan ve ölülerini yine onun sularına bırakan insanlardan oluşuyor. Köylerin etrafı her türden iblis ve canavarla dolu. Ama içlerinden biri kısmen şanslı, çünkü Tacenda ve Willia adlı iki kutsanmış koruyucuları var. Bu ikiz kız kardeşlerden Tacenda çok güçlü bir sese sahip ve şarkılarıyla canavarları köyden uzak tutabiliyor. Cesur Willia ise çok güçlü bir kılıç ustası. Ama ikisinin de bir laneti var: Tacenda gündüzleri, Willia ise geceleri bütünüyle kör oluyor. Yine de bu durum onları nöbetleşe olarak köyü korumaktan geri bırakmıyor.<br /><br />Ancak günün birinde Fısıldayanlar adlı yeşil hayaletler köye musallat olur, Tacenda'nın şarkısı onları kaçırmayı başaramaz ve Willia ölür (sürpriz bozan değil, korkmayın; daha ilk sayfalarda oluyor bu olay). Koskoca köyden geriye bir tek Tacenda kalır. Genç kız bu olayın sorumlusunun o topraklara yeni taşınan ve köyün efendisi olarak bilinen gizemli adam olduğundan emindir. Böylece intikam almak için adamın konağının yolunu tutar...<br /><br />Açıkçası kitabın ilk 20 sayfasını zor okudum. Ağlayıp duran Tacenda, yavaş ilerleyen kurgu, kasvetli bir atmosfer, keder, keder, keder... Derken sahneye kitabın kapağında boy gösteren Davriel Cane giriyor ve kitabın bütün gidişatı bir anda değişiveriyor.<br /><br />Davriel son yıllarda okuduğum en eğlenceli karakterlerden biri. Karizmatik, zeki, soğukkanlı ve... son derece tembel. Tek istediği çay içip uyumak ve rahat bırakılmak. Etrafında olan hiçbir şey umurunda değil. Pek çok şeye muktedir olmasına rağmen şekerleme yapmaktan başka bir şeyle ilgilenmiyor. Aslında çok büyük bir yeteneği yok; tek kabiliyeti insanların zihinlerine girip onların büyülü güçlerini kısa bir süreliğine çalmak. Bir de iblislerle çok zekice anlaşmalar imzalamak... O yüzden etrafı ruhunu almak için sırada bekleyen ama bu esnada anlaşma sona erene kadar ona çeşitli şekillerde hizmet eden bir sürü ifrit ve iblislerle dolu.<br /><br />Ve ne var biliyor musunuz? Bütün bu saydığım karakterlerin hepsi birbirinden renkli, sevilesi ve ilginç tiplemeler. Sanderson şu kısacık kitabın içine bu kadar detaylı, eğlenceli ve bol karakteri nasıl yerleştirmiş diye şaşırmadan edemiyorsunuz okurken.<br /><br />Kitabın çevirisi de gayet iyi ve akıcı. Deniz Evliyagil ve Selcan Yıldız çok iyi bir iş çıkarmışlar. Akılçelen'in önceki eserlerinde yaşadığım sıkıntıların hiçbiri gözüme çarpmadı. Birkaç ufak yazım hatası dışında çok temiz bir çeviri olmuş. İkisinin de ellerine sağlık.<br /><br />Özetle Davriel'i çok sevdim. Olayları bir onun gözünden, bir Tacenda'nın bakış açısından okumak da epey keyifliydi. Heyecanı, espri dozu, merak unsuru dozunda, eğlenceli bir kitap oldu benim için İsimsiz'in Çocukları. Sanderson sevensen herkese tavsiye ederim.</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-54225002913044291762021-09-10T17:06:00.002+03:002021-09-10T17:06:25.621+03:00Gururum ben...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhH5eh7lMBeXHNsqejGn8BLFAq_8XpvlWPgPpIluksoqC29DzImC6TRS4Q-IuTfIw0DMU_ddfaaMM7eQb8mOxUqi8YbG5WEh2fjjD3RI-yEM1MUDMB9vn63SqZIxoqHLnFokL0zqAlMSL0/s800/proud.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="800" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhH5eh7lMBeXHNsqejGn8BLFAq_8XpvlWPgPpIluksoqC29DzImC6TRS4Q-IuTfIw0DMU_ddfaaMM7eQb8mOxUqi8YbG5WEh2fjjD3RI-yEM1MUDMB9vn63SqZIxoqHLnFokL0zqAlMSL0/w400-h200/proud.jpg" width="400" /></a></div><br /><div>Bugün Yordam Kitap'ın sahibinden beni çok mutlu eden bir telefon aldım. "Şehir ve Şehir" kitabı için yaptığım çeviri düzeltisini kontrol etmiş, sonuçtan çok memnun kalmış. "Oya gibi işlemişsiniz çeviriyi. Çok beğendim. Bu ülkenin işini sizin gibi özenle yapan daha çok insana ihtiyacı var," dedi. Sevindirik oldum :)</div><br />Kitabın sayfa sayısını da arttırmışım bu arada; dizgici arkadaş "Ee, bu kalınlaşmış?" diyormuş 😂 Kapağa yine ikinci çevirmen olarak adımı yazmak istiyorlarmış. Bu arada benden önceki çevirmen hanımın o sıralar bazı ailevi sorunları varmış. O yüzden istediği kadar ilgilenememiş kitapla. Üzüldüm ona da. İnsan üzgün veya sıkıntılıyken çeviri yapamıyor, iyi bilirim.<br /><br />Şehir ve Şehir'in yeni baskısının çıkmasına biraz daha vakit var. Tarih belli olunca duyururum inşallah. Ondan sonraki projemiz ise Perdido Sokağı İstasyonu olacak. Ama yakın gelecekte değil.mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-13360464365643980342021-08-28T12:00:00.002+03:002021-08-28T12:00:35.726+03:00Hayat Kısa, İnsan Fani<p style="text-align: justify;">Bu hafta iki yakınım üst üste vefat haberleriyle epey bir sarsıldım. Biri üniversiteden arkadaşım, 22 yıllık dostum Soner İper. Daha 39 yaşındaydı; sadece birkaç gün sonra, 1 Eylül'de kırkına basacaktı. Doğum günü gelse de arasam, sesini duysam, konuşsak diye bekliyordum. Keşke beklemeseydim, keşke daha önce arasaydım, sesini son bir kez duysaydım... Keşke, keşke... Ama keşkeler bir fayda etmiyor işte. </p><p style="text-align: justify;">Sesi, gülüşü, espri yapmaya çalışıp da becerememesi kulaklarımda çınlıyor. Kimseye zararı olmayan, tertemiz kalpli, çok iyi bir insandı. Gece yarısı geçirdiği ani kalp kriziyle aramızdan göçtü gitti canım dostum. Geriye eşiyle küçük oğlunu bıraktı. Bu dünyadan bir Soner İper geçti. Onsuz bir yanım hep eksik kalacak.</p><p style="text-align: justify;">Diğeriyse Fas'tayken birlikte çalışma fırsatı bulduğum, benden bir-iki yaş daha büyük olan Amina (Emine) Assoued. Üç sene aynı ofiste birlikte çalışmıştık. Neredeyse bütün gün beraberdik. İki oğlu vardı. Gülmeyi ve güldürmeyi, paylaşmayı ve yardımlaşmayı seven, çok dürüst bir kadındı. Oradaki yıllarım boyunca bana hem arkadaşlık hem de ablalık yaparak o uzak toprakları bir nevi daha çekilir kılmıştı. O da koronadan vefat etmiş. Uzun zamandır konuşmamıştım onunla. Onun verdiği pişmanlık yaktı içimi. Halbuki artık o kadar kısa ki mesafeler... </p><p style="text-align: justify;">İkisi de aynı gün vefat etti, ikisi de aynı gün ayrıldı bu dünyadan. İkisi de hayatımda çok önemli bir yere sahipti. Ama en önemlisi ikisi de kıymetli birer dosttu benim için. </p><p style="text-align: justify;">Allah ikisine de rahmet eylesin. Geride kalan yakınlarına sabırlar versin.</p><p style="text-align: justify;">Hayat böyle işte. İş, güç derken sevdiklerimize bir mesajı ve telefonu bile çok görüyoruz. Sonra ararım, yarın konuşurum diye hep erteliyoruz. Ama gerçek şu ki ömür bitiyor, iş hiç bitmiyor. Siz siz olun, sevdiklerinizle geçireceğiniz vakitten ödün vermeyin.</p>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-17189553073712088772021-08-25T11:51:00.000+03:002021-08-25T11:51:11.577+03:00Blacksad: Gölgeler Arasında Bir Yerde | Kitap İnceleme<div style="text-align: justify;"><i><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAfwQxWQ5juT-rco4zxPSb6sdChyphenhyphenz_XkhY7kukEltlY0QZq3YZiaLXsEt9iuaRdsyPEBEXl0fqAaiKeJF1jmGdXjhQOp_QU-n22HM3Cyzez4Dv6poRpsJFOmTiThO71lsYMWsJACmArX4/s600/blacksad.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="452" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAfwQxWQ5juT-rco4zxPSb6sdChyphenhyphenz_XkhY7kukEltlY0QZq3YZiaLXsEt9iuaRdsyPEBEXl0fqAaiKeJF1jmGdXjhQOp_QU-n22HM3Cyzez4Dv6poRpsJFOmTiThO71lsYMWsJACmArX4/s320/blacksad.jpg" width="241" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">YKY, 2021, 50 Sf.<br />Çevirmen: Elif Gökteke, Düzelti: Filiz Özkan</td></tr></tbody></table>"Biz kedilerle ilgili bir yığın basmakalıp söz vardır. 'Dokuz canlı' olduğumuz gibi... Açıkçası bunun doğruluğunu ispatlamaya hiç hevesli olmadım."</i></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">John Blacksad... İnsansı hayvanlarla dolu bir şehirde özel dedektiflik yapan bir kara kedi. Tıpkı her kara (noir) dedektiflik romanı kahramanının olması gerektiği gibi hep karamsar, hep parasız ve epey şanssız biri. Ve tabii ki yasaları çiğnemek uğruna kendi adaletini sağlayan bir anti-kahraman.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Günün birinde eskiden sevgili olduğu, ünlü bir aktris cinayete kurban gittiğinde ve polisin eli kolu bağlı kaldığında John katili kendi başına bulup cezalandırmaya karar verir. Tabii bu esnada başına gelmeyen kalmaz. Bir sürü farklı karakterle tanışır, bir sürü belaya bulaşır, bir araba dayak yer falan... Bu tür dedektiflik hikâyelerini okuduysanız büyük resmi gözünüzün önünde canlandırmanız kolay.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">İşin aslı hikâye biraz klişe. Ama çizgi romanın İspanyol yaratıcıları bu 50 sayfalık, kısa eserin her karesine öyle güzel detaylar, öyle güzel çizimler ve öyle başarılı monologlar yerleştirmiş ki okurken bunu pek umursamıyorsunuz.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Çizimlerin yanı sıra en çok beğendiğim şey karakterler ve temsil ettikleri arketipler arasındaki güçlü bağ oldu. Şanssız dedektif, kara kedi. Soğukkanlı haydut, kertenkele. Sadık polis müfettişi, köpek... gibi gibi.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">10 yıldır baskısı bulunmuyordu Blacksad'in. YKY bu bahtsız kediyi yeniden bizlerle buluşturmuşken bu fırsat kaçmamalı, kaçmaz. Umarım bu sefer geri kalan 4 cildi de basıp seriyi tamamlarlar.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div>Bu arada çizgi romanı severseniz yakın bir zamanda çıkan <a href="https://store.steampowered.com/app/1003890/Blacksad_Under_the_Skin/" target="_blank">macera oyununu</a> da tavsiye ederim. Çıktığında epey sorunluydu ama hataların çoğu düzeltilmiş. Oynarken epey eğlenmiştim ben. </div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-885122859173365462021-08-21T14:35:00.003+03:002021-08-21T14:35:49.260+03:00Thanos Kazanır | Kitap İnceleme<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCPAP7VzsMSt6jS39N3otDrNprklNqtyUjC2cDdoWJqKWb6Bd2EFr52D8eazJz-eR1Zp3j0FL_MoO0PSS1ezSsEcDCJbeYOsuZWc8fMoz1Lr8d0xgLuAnBYw_Rzlm1QFsr-77qh9FxJhI/s705/20210821_135945-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="677" data-original-width="705" height="384" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCPAP7VzsMSt6jS39N3otDrNprklNqtyUjC2cDdoWJqKWb6Bd2EFr52D8eazJz-eR1Zp3j0FL_MoO0PSS1ezSsEcDCJbeYOsuZWc8fMoz1Lr8d0xgLuAnBYw_Rzlm1QFsr-77qh9FxJhI/w400-h384/20210821_135945-1.jpg" width="400" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Gerekli Şeyler, 2018, 168 Sf.<br />Çeviri: Tulgan Köksal, Editör: Nihan Alak</td></tr></tbody></table><br />Thanos'u pek sevmem. Ama bu cilt gerçekten de çok keyifli ve epey farklıydı. Yer yer "<i>İhtiyar Logan</i>" tadı aldığımdan olsa gerek...<div><br />Marvel çizgi romanlarını okumayı bırakalı çok oldu. Sürekli sıfırlanan evrenler, değiştirilen karakterler, ardından yine sıfırlamalar derken evrene olan ilgimi bütünüyle kaybettim. 80'li ve 90'lı yıllardaki klasikler, Marvel'in altın çağları olarak kalacak benim için.<br /><br />Bu iki nedenden ötürü <i>Thanos Kazanır</i>'ı okuyup okumamakta epey kararsızdım. Ama bir yandan da hakkında çok güzel yorumlar duymuştum. O yüzden gözümü karartıp ilk birkaç sayfasını okumaya karar verdim. Sonrasını hatırlamıyorum... Öyle sürükleyici, öyle ilginç, öyle yenilikçiydi ki ne zaman bittiğini anlamadım. Bir baktım, son sayfayı çevirivermişim. Gerçekten de son yıllarda okuduğum en güzel maceralardan biriydi.<br /><br />Onu özel kılan şey bence tıpkı "<i>İhtiyar Logan</i>" gibi Marvel evreninin olası sonlarından birini bize sunması. Bu ciltte Thanos muradına ermiş ve galaksilerdeki neredeyse herkesi öldürerek mutlak hâkim hâline dönüşmüş. Geriye sadece tek bir düşmanı kalmış. Ama onu tek başına yenmesi mümkün olmadığından sağ kolunu (son yıllarda gördüğüm en uçuk karakter) geçmişe gönderip genç Thanos'u yanına, geleceğe getirtiyor. İşte biz de bu sayede gelecekte evrenin nasıl bir yer hâline dönüştüğünü genç Thanos'un gözlerinden görüyoruz.<br /><br />Dünya'ya ne oldu? Thanos kimi nasıl öldürdü? Hangi kahraman hangi sonla karşılaştı? Kurtulan var mı? Hepsi ya bir karedeki küçük bir görsel detayla, ya uzun uzadıya anlatılan savaş sahneleriyle bize anlatılıyor. Bir kurukafa, çorak toprakların ortasında duran bir nesne, harabe hâlindeki bir gezegen... Enfes detaylar. İşte buralarda da başından beri bahsettiğim o "<i>İhtiyar Logan</i>" tadını alıyoruz.<br /><br /><i>Thanos Kazanır</i>'ı daha da keyifli kılan şey hiç kuşkusuz az önce bahsettiğim, Thanos'un gizemli "sağ kolu." Yani <b>Kozmik Ghost Rider</b>. Bildiğimiz Ghost Rider'ın kozmik güçlere sahip versiyonunu düşünün. Ama kendisine en az Deadpool kadar kafadan çatlak bir kişilik ekleyin. Gerçekte "kim" olduğunu öğrendiğimiz an kesinlikle müthiş ve bir o kadar da afallatıcıydı. Zaten o kadar popüler oldu ki daha sonra kendi çizgi romanlarına da kavuştu.<br /><br />Thanos'un son düşmanı, onu öldürmeye "neyle" geldiği ve nihai savaş da böyle bir çizgi romana yaraşır cinstendi. Çok keyif aldım şahsen. Thanos'u seven sevmeyen herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-75616660449694182722021-06-11T16:39:00.004+03:002021-06-11T16:52:07.861+03:00İki Şehrin Arasında Delirmeceler<div style="text-align: justify;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgg5IXA9pMo3Bca6rp_vTs9FenoECYwWtJsKwSv2OsHvlt2lwxJ6sPOcvNFVqVSHY0Whv99CnR4cbuMeMH7uk2ubuQppbiGCIUCDQM6Al8Sh44LMQRYrGqdRSE5ItW1gKs9u8ikuh6bjxI/s972/111-1116139_mix-clipart.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="972" data-original-width="490" height="305" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgg5IXA9pMo3Bca6rp_vTs9FenoECYwWtJsKwSv2OsHvlt2lwxJ6sPOcvNFVqVSHY0Whv99CnR4cbuMeMH7uk2ubuQppbiGCIUCDQM6Al8Sh44LMQRYrGqdRSE5ItW1gKs9u8ikuh6bjxI/w153-h305/111-1116139_mix-clipart.jpg" width="153" /></a></div>Şehir ve Şehir'in çevirisini düzeltirken "Gallimaufrians" adlı uydurma bir halktan bahsedilen bir yere geldim. Arkeoloğun biri anlatıyor: "Sözüm ona tarihi eserleri çıkarıp kendi ıvır zıvırlarıyla karıştıran, sonra da hepsini tekrar gömen farazi bir medeniyet bu," diyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Çevirmen "Gallimaufrianlar" yazıp geçmiş. Peki İhsan durur mu? Hayır, durmaz! Çünkü işgüzarlık... aman, şey... editörlük bunu gerektirir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Dedim şunu bir araştırayım, bakalım buna benzer bir medeniyet ismi var mı... Yokmuş. Ama onun yerine "gallimaufry" diye küflü bir tabir buldum. "Karmakarışık" manasına geliyormuş. Taaa 1800'lü yıllarda Fransızcadan geçmiş İngilizceye. O zamandan beri de pek kullanılmamış.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">"Haaa," dedim. "Tarihi eserleri kendi eşyalarıyla karıştırdıkları için bunu kullanmış yazar." Karmakarışıklar gibi bir anlamı vardı yani. Dedim ben bunu değiştiririm! "Karmançormanlar" olsun diye düşündüm önce. Ama zihnimin karanlık köşelerindeki bir ben "Yaşıyor! YAŞIYOR!" diye bağıran Doktor Frankenstein misali, "Daha eski bir kelime bulmalısın. Daha eski! DAHA ESKİİİ!" diye hönkürüyordu gözlerini pörtleterek.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDut-ttwwkVjNd6pHjSfQ0eH0hoygne_RorcrcUhyY2QCH0uhyphenhyphenJAQZOf0esoNqODBQSgtfJKKC5ODk9K3fPoewF1qmmbYy0_IJWp0MpFhcC8B_U0S2r96DKnIvjtkicj_H0Smsm61s4l4/s640/daha-eski.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="409" data-original-width="640" height="255" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDut-ttwwkVjNd6pHjSfQ0eH0hoygne_RorcrcUhyY2QCH0uhyphenhyphenJAQZOf0esoNqODBQSgtfJKKC5ODk9K3fPoewF1qmmbYy0_IJWp0MpFhcC8B_U0S2r96DKnIvjtkicj_H0Smsm61s4l4/w400-h255/daha-eski.jpg" width="400" /></a></div><br /><div style="text-align: justify;">Ben de açtım sözlükleri, başladım karıştırmaya. Darmadumanlar olmaz, Darmadağınıklar olmaz, Tarumarlar heç olmaz... Derken "hercümerç" kelimesine denk geldim. Eski Türkçede "karmakarışık" anlamına geliyormuş. Hah, dedim. Hem eski, hem de Farsçadan geçmiş. Öbürü de Fransızcadan geçmişti zaten. İkisi de F ile başlıyor, hohoho! Böylece "Hercümerçler" yaptım onu.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Sonra biraz altında "usturlabı bulan Arap bilim adamı Arzachel"den bahsedilen bir satıra denk geldim. "Arzachel diye Arap bilim adamı mı olurmuş canım?! Onun kesin başka bir adı vardır?" diyerek gene bıraktım çeviriyi, gene başladım araştırmaya.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Neyse, bu seferki daha kolay oldu ve zat-ı muhteremin bizim tarihimizdeki isminin "El-Zerkali" olduğunu buldum. Onu da değiştirdim.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Başka bir sayfada, “Efendim, Bay Geary... AWOL’a gitti, efendim," diye bir çeviriyle karşılaştım. "İyi de AWOL yer ismi değil ki? Go AWOL firar etti demek!" dedim, keçilerim yavaştan firar etmeye başladığı sırada... Onu da değiştirdim!</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Daha sonra "topolganger" diye başka bir uydurma terime rastladım. Topography (topoğrafya) ve doppelganger kelimelerinin birleşiminden oluşturulmuş. Ama eski çeviride ortadan kaybolmuş, yok olmuş, hiç çevrilmemiş bu kelime. "Firar etmiş." Onu da "topoğrafikizi" diye değiştirdim. Değiştirdim de değiştirdim, değiştirdim de değiştirdim.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Velhasılıkelam ben bugün yine bir sürü şey değiştirdim ama gene akşam oldu, gene 3-4 sayfa çeviri yapabildim sadece. Teslim tarihi bir gün daha yaklaştı, programım bir gün daha aksadı. Şimdi benim zaten yarım olan aklımın atan sigortalarını kim değiştirecek, ben asıl onu merak ediyorum.</div>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7988226732727064757.post-72464771207991750852021-06-02T23:16:00.003+03:002021-06-03T00:01:50.293+03:00Uydurukçu Geldi Hanıııım!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBcHBN84muzWe-VhZ4pafwo9V07NhrrxOvgka03OBI4LHtDW-mcg2aDc57ErVVa5NsZU2SM6lhASkYB8aVe1KqExI_VjnMj1r0c4YmJ8TIatS7b0moYgvWm-TQt4CXsRbzFK2cSBYmQiE/s599/help.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="391" data-original-width="599" height="209" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBcHBN84muzWe-VhZ4pafwo9V07NhrrxOvgka03OBI4LHtDW-mcg2aDc57ErVVa5NsZU2SM6lhASkYB8aVe1KqExI_VjnMj1r0c4YmJ8TIatS7b0moYgvWm-TQt4CXsRbzFK2cSBYmQiE/w320-h209/help.jpg" width="320" /></a></div>Bir çevirmen, kelime ormanlarında on atmasyoncu gücündedir derler... <div><br />Bugünlerde China Mieville'in "<b>Şehir ve Şehir</b>" adlı romanının çeviri düzeltisini yapıyorum. Bundan beş yıl kadar önce, kitabı ilk kez okuduğumda, "Tamam güzel kitap ama neden Arthur C. Clarke ödülü almış ki? O kadar bilimkurgu yanı yok," demiştim. Ama artık sebebini anlıyorum. <br /><br /></div><div>Kitapta yan yana iki şehir var. Hatta sadece yan yana değiller, bazı sokakları ve mahalleleri iç içe geçiyor, bazı noktalarda ortak yolları kullanıyorlar. Mesela bir otobanın bir şeridi bir şehre, öteki şeridi de diğer şehre ait ve bunlar arasında geçiş yapmak kesinlikle yasak. Şehir halkları da birbirlerini görmezden gelmeyi öğrenmişler. Aynı sokakta yan yana yürüseler dahi birbirlerini itinayla görmezden geliyorlar, yok sayıyorlar. Çünkü görürlerse yasalara karşı gelmiş sayılıyorlar. Böyle orijinal bir konusu var kitabın.</div><div><br />Yazar China Mieville işte bu tuhaf düzeni anlatabilmek için birçok uydurma terim kullanmış: <b>Total, alter, crosshatched, elsewhere, grosstopical</b>...</div><div><br />Ama gelin görün ki eski çeviride bunların hiçbiri yok. Önceki çevirmen bu kelimelerin ifade ettiği şeyleri anlamamış, kelime oyunlarına uygun karşılık bulamamış ve... dolayısıyla da hepsini çevirmeden geçip gitmiş. Öyle olunca da aslen bir bilimkurgu, hatta tuhaf kurgu olan kitap daha ziyade iyi bir polisiyeye indirgenmiş. Okuması hâlâ keyifli ama eksik bir eser...</div><div> <br />O yüzden az önce saydığım bütün kelimelere Türkçe karşılıklar uydurmak zorunda kaldım. Bunu yaparken de hem yazarın verdiği anlama sadık kalmaya hem de bizim dilimizde güzel görünecek karşılıklar bulmaya çalıştım: <b>Bütünsel, dışsal, çapraz hatlar, öteyer, bütünrafya</b>...<br /><br /></div><div>Örneğin eski çeviride şöyle bir cümle geçiyor:</div><div><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>"Tramvay sarsılarak yavaşladı ve arabaların arkasında durduk. Durduğumuz sokakta antikacı dükkânları vardı."</i></div></blockquote><div><br />Ama bu cümlenin doğru ve tam çevirisi aslında şöyle:<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>"Tramvay hem yerel hem de öteyer araçlarının arkasında sarsılarak yavaşladı ve Besź binalarının antikacı dükkânlarından oluştuğu bir çapraz hatta geldik."</i></div></blockquote><div><br /></div><div>Eski çeviriden başka bir örnek:<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>"Kemerlerin üstünde başka başka binalar yükseliyordu."</i></div></blockquote><div><br />Doğru çevirisi:</div><div><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>"Kemerlerin üst kısımları, yani rayların geçtiği bölümler öteyerdeydi ama bazılarının ayakları bizim tarafta kalıyordu."</i></div></blockquote><div><br />Bir tane daha:</div><div><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>"Burası Besźel’in sakin bir semtiydi, ama caddeler çok kalabalıktı. Kalabalığı yararak ama insanlara bakmadan yürüyordum."</i></div></blockquote><div><i><br /></i>Hâlbuki yazarın anlatmak istediği şey şu:</div><div><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>"Bölgenin Besźel’de kalan tarafı sakin bir semtti, öteyerdeki sokaklarsa kalabalık. Onları görmezden geldim ama aralarından geçip gitmek zaman aldı."</i></div></blockquote><div><br />Son bir örnek:</div><div><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>"İki şehre ait bölgeler ve birbirini çapraz kesen kısımlar haritada gösterilmiş, sınırlar griye boyanmıştı."</i></div></blockquote><div><br /></div><div>Doğrusu:<br /><br /></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: left;"><i>"Başları kanunlarla derde girmesin diye iki şehri birbirinden ayıran bütün çizgiler ve tonlamalar – bütünsel bölgeler, dışsal alanlar, çapraz hatlar– haritadaki yerlerini koruyordu fakat gözle görülür şekilde silik, grinin belirgin tonlarındaydılar."</i></div></blockquote><div><br />Bunların dışında yanlış anlaşılan veya çeviri sırasında kaybolan şeyler de var. İşte bu yüzden bir ayda düzeltisini bitiririm dediğim kitabın daha yüzüncü sayfasındayım. Bu gidişle "yine" vaktinde teslim edemeyeceğim. Ama en azından kitap artık eskisine nazaran daha bir bilimkurgu, hatta tuhaf kurgu tadında oluyor.</div><div><br />Bundan sonra ne iş yapıyorsun diye soran olursa uydurukçuyum diyeceğim :)<gwmw style="display: none;"></gwmw><gwmw style="display: none;"></gwmw><gwmw style="display: none;"></gwmw><gwmw style="display: none;"></gwmw></div><gwmw style="display: none;"></gwmw>mithttp://www.blogger.com/profile/10077872333190075775noreply@blogger.com0