Oyungezer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Oyungezer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Haziran 2015 Salı

Bir "Okur Mektupları Köşesini Yanıtlayamama" Macerası (Ya Da Selam OGZ! Köşesini Nasıl Sabote Ettim?)


CONAAAAAAAAN! Neredesin evladım? Getirsene şu okur mektuplarını! Bak, çocuklar derin irfanımdan faydalanmak için sıraya girmiş bekliyor. Efendim? Ne demek Aşkın Güngör gitti, şimdi de bu başladı? Ne biçim konuşuyorsun sen, hadsiz! Kaç kere dedim “Aşkın Hazretleri” diyeceksin diye? Ağlama. AĞLAMA! Getir şu mektupları. Ha şöyle… Şimdi çekil ayağımın altından. Crom, mektupları say!

Bu ay Oyungezer dergisini alıp da okur mektupları sayfasını açma gafletinde bulunanlar yukarıdaki giriş paragrafı kisvesine bürünmüş deli saçmasıyla karşılaşıp akıllarını hafiften kaçırdılar. Daha da kötüsü yazının hemen üstünde, “Ayın Postacısı: M. İhsan Tatari” yazan kısımda bulunan fotoğrafımı görüp de kör olanların sayısı hiç de az değilmiş diyorlar. Ama üzülmeyin, onlar şanslı olanlardı çünkü. Asıl eziyeti akıl ve göz sağlığını korumayı başarıp da yazının devamını ve mektuplara verilen cevapları okuyanlar çekti çünkü (Bir de kına gecesinde arka sıralara saklananlar… öhöm, karıştırmayın!)

Hâlbuki derginin yönetim kadrosundaki arkadaşlar çok iyi niyetle atılmışlardı bu işe. “Bu sefer de İhsan yanıtlasın mektupları, yazıktır,” demişlerdi herhalde. Ne bilsinler okurlarının yarısının giriş paragrafında diğer yarısını da mektuplara verilen cevaplarda heba olacağını? 20 yıl aradan sonra okur gören Conan’ın ağlayarak üzerine koştuğu, kaslı kollarıyla sımsıkı sarıldığı ve “Kurtarın beni bu delilerden!” diye ağlarken yanlışlıkla kemiklerini kırdığı kişilerden bahsetmiyorum bile…

Conan mı nereden çıktı dediniz? Çok basit, tabii ki İnfazcı Mektuplar’dan! Hatırlarsanız daha önceki bir yazımda sizlere bana yazmayı sevdiren, esprili yazım sanatını tanıtan iki önemli kişi olduğundan bahsetmiştim. Bunlardan biri Oyungezer’in kurucularından ve en sevilen yazarlarından biri olan Sinan Akkol. Diğeriyse ilk kez İnfazcı Mektuplar köşesiyle tanıdığım, daha sonraysa editörüm olma şerefine nail olduğum Aşkın Güngör.

Aşkın Abi, 90’lı yıllarda Alfa Yayıncılık’tan çıkan Punisher çizgi-roman fasiküllerinin mektup köşesini yanıtlardı. Ve bunu yaparken yayınevinin en çok sevilen karakterlerinden biri olan Conan’ı tıpkı yukarıdaki gibi yardımcısı olarak gösterir, onunla dalga geçer ve okurken kahkaha atmanıza neden olan cevaplar yazardı. Çok severdim o köşeyi, hatta çizgi-romandan önce mektupları okurdum her zaman.

OGZ ekibi okur mektuplarını bana pasladığında aklıma hemen o köşe geliverdi işte. (Heyecandan elimin ayağımın birbirine dolandığı, evin içinde deliler gibi koşturup amuda kalktığım, “Ne yapacağım ben?” diye çığlıklar attığım kısımları tamamen duygusal nedenlerden ötürü es geçiyorum tabii). Beni yazar olmaya heveslendiren iki şeyi tek bir potada eritmek çok münasip ve de manidar gözükmüştü çünkü gözüme. Kitle katliamına yol açacağımı bilemezdim elbette… Ben de bunun üzerine Aşkın Abi’ye mail atıp Conan’ı kullanma izni istedim kendisinden. O da hiç tereddüt etmeden Conan’ı azat etti ve yanıma yolladı sağ olsun.

Ama şüphelenmem gerekirdi! Meğer Conan’ı alan yanında mektup köşesinin bir diğer müdavimi olan Freddy Kruger’ı da alıyormuş! Aşkın Abi böylece 20 yıllık lanetten kurtulmuş ve bu ikiliyi bana devretmiş oldu! Artık Conan her daim omzumun üstünden yazdıklarımı okuyup “Sen beni sevmiyorsun işte!” diyerek ağlıyor. Freddy ise her gece yatağımın başında oturup bana yaşadığı çocukluk travmalarından falan bahsediyor.

Yok mu Conan’ı kullanarak mektup yanıtlamak isteyen? Yardım edin a dostlar!

2 Mayıs 2013 Perşembe

Okurluktan Yazarlığa: Bir Oyungezerin Hikayesi




Kendimi anlatmaktan nefret ederim. 

Bu yazıyı hazırlarken bunu bir kez daha anladım. Herhangi bir oyun, kitap, film ya da başka bir şey hakkında rahatlıkla sayfalarca yazı yazabilen, maksimum karakter sınırını her seferinde hunharca ihlal eden ben, laf dönüp dolaşıp kendimden bahsetmeye gelince süt dökmüş kedi gibi oluyorum. Sevmiyorum, hoşlanmıyorum. Bu tarz yazılar bana bir nevi ‘kendini övmek’ gibi geliyor ki bundan daha fazla nefret ettiğim şeylerin sayısı azdır. Bir o, bir de parlayan vampirler… Ama yapacak bir şey yok, arada sevgili Sinan’ın ricası var. O yüzden bir yerlerden başlamak, anlatmak gerek… 

Filmi biraz başa saralım. Sene 1980… Yok, bu biraz fazla oldu. Azıcık ileri alalım efenim… Hah, tamam; işte burası. Sene 1997, liseye gittiğim yıllar (Evet, o kadar yaşlıyım. Böhü!). Evimiz Anadolu, okulumsa Avrupa yakasında olduğu için İstanbul'un sözde altın olan dağını taşını eskittiğim zamanlar. Eve dönüş yolculuğumu her zaman Eminönü-Kadıköy vapur hattıyla yapar, sevdalısı olduğum denizi dinleyerek günün yorgunluğunu bir nebze de olsa atmaya çalışırdım. Vapur yanaşır yanaşmaz soluğu Kadıköy İskelesi'nin yanına sıralanan gazete-dergi tezgâhlarının yanında alırdım. Küçüklüğümden beri okumaya çok meraklı biri olmuşumdur çünkü; kitap, dergi, çizgi-roman... Elime ne geçerse okurum. O zamanlar favorim Örümcek Adam'dı, hiçbir sayısını kaçırmazdım. Son yıllarda ölmeyi âdet hâline getirince görüşmeyi kestik kendisiyle. "Oğlum Spidey, ne o öyle zırt pırt ölüyorsun? Erkek adama yakışıyor mu?" dedim, gitti Ultimate evreninde gay oldu. Neyse, konuyu dağıttım. 

Günlerden bir gün, yine o tezgâhlardan birinin altını üstüne getirir ve satıcı amcanın kalın kaşlı bakışlarından itinayla kaçınırken yepyeni bir çizgi-romanla karşılaşıverdim: Alfa Yayınları’ndan çıkan Punisher ya da bizdeki ismiyle İnfazcı. Büyük bir mutlulukla, harçlığımdan arttırdığım 2000 lirayla (şimdi kulağa ne kadar komik geliyor, değil mi?) dergi boyutlarındaki çizgi-romanı satın aldım ve evime giden yolun geri kalanını onu okuyarak geçirdim. Belki çok klişe olacak ama o çizgi-roman benim hayatımı değiştirdi. Fakat ne içindeki çizimler ne aykırı kahramanı ne de konusuydu beni etkileyen şey. Tam aksine, çizgi-romandan tamamen alakasız olan, son sayfalara sıkıştırılmış okur mektupları köşesiydi. Daha doğrusu bu köşenin yazarı, yani Aşkın Güngör... Aslında yaptığı şey basitti, yayın evine gelen mektupları cevaplıyordu; fakat bunu o kadar zekice, o kadar sıra dışı bir biçimde yapıyordu ki koskoca çizgi-romanın 24 sayfada yapamadığını 2 sayfada başarmış ve beni derinden etkilemişti. Esprinin ve yazının gücünü kullanıyordu Aşkın Güngör. Çırağı Conan'ı her sayı azarlar, arada bir asabını bozan biri olursa zindanlarındaki Freddy Krueger'ı üzerine salar, her soruyu dozunda bir mizahla yanıtlar ve normalde sıkıcı olması gereken okur mektuplarını derginin kendisinden bile eğlenceli hâle getirirdi. Hatta hiç unutmam, bir keresinde bütün soruları hikâye anlatır gibi cevaplamış, efsanevi bir bölüm çıkartmıştı ortaya. Kısacası çok eğlenceliydi. Farklıydı ve de etkileyici. Yazının o şekilde kullanıldığına daha önce hiç şahit olmamıştım. Aşkın Güngör ile olan bu maceram sadece 10 sayı sürdü ne yazık ki, sonra da kendisinden uzun bir süre haber alamadım.