23 Ağustos 2018 Perşembe

Haydi Heidi

Malumunuz, kurban bayramındayız. Dün dini vecibemizi yerine getirmek için makul bir vakitte (kargalar kahvaltılarını etmeden) kalkıp büyük bir huzur içinde (kavga gürültü) doluştuk arabalara, düştük yollara... Geçtiğimiz senelerde büyük şehrin imkânlarının neden olduğu imkânsızlıklardan ötürü hep alışveriş mağazalarının listelerine yazılıyor, günümüz gelince gidip, "Burada kesilmişi var!" misali kutulara tıkılmış olarak alıyorduk kurbanımızı. Ama içimize de sinmiyordu hani. Görmüyorsun çünkü. Adamlar usulüne uygun mu kesti, yoksa sırtına binip rodeo mu yaptı ne etti? Şüpheli...

Biz de bu sene değişiklik olsun diye Menemen'deki bir köyde kestirelim dedik kurbanları. Kız kardeşimin eşi Aziz geçen sene gitmiş, görmüş, beğenmiş orayı. Hadi dedik, bu sene beraber halledelim bu işi. Demeye dedik de... yol git git bitmiyor arkadaş. Şehir dışına çıktık, Menemen'i geçtik, tepelere çıktık, daracık yollara girdik falan... Git deseniz bir daha hayatta bulamam, o derece. Ama nasıl güzel oralar. Yemyeşil! Sulama kanaları, dereler, nehirler, ağaçlar, bağlar, bahçeler... İnsanın içi açılıyor resmen.

Neyse efendim, sonunda bir tepenin başında bulunan, küçücük bir yere vardık. İki katlı bir ev, bir kamelya ve alabildiğine yeşillik... "Nereye geldik biz böyle?" dememe kalmadan karşıdan bir kaz sürüsü yaklaşmaya başladı. Asker gibi sıraya dizilmişler, uygun adım yürüyorlar sanki. Vak vak vak vak... Bir de kafalar da bir sağa bir sola dönüyor her vaklamayla. Bana beş-on adım kala durup öylece bakmaya başladılar. Ben de onlara bakıyorum tabii, ne oluyoruz diye. İleri doğru bir adım attım, hepsi kanatlarını açıp bağırmaya başladı. Vakvakvakvak! Amanın deyip, bir iki adım geri çekildim. Onlar da bir-iki adım yaklaştı. Ben geri gidiyorum, onlar geliyor. Ben duruyorum, onlar duruyor. "Barış içinde geldim ey dünyalılar!" dedim, yemediler... Kanlı bir mesele için orada bulunduğumu bir yerlerden duymuşlar anlaşılan. Derken, ben bu kaz açmazından nasıl kurtulacağım diye kara kara düşünürken, kulübelerden birinin arkasından küçücük, bacak kadar bir kız çocuğu fırlayıp sürünün üstüne doğru çığlık çığlığa koşturdu. Kazlar bu heybetli savaşçı karşısında ürkmüş olacak ki (boyları aşağı yukarı aynı seviyedeydi gerçi) hemen dağıldılar. Kazları bol, kızları delikanlı bir memlekete gelmiştim belli ki...

Ben daha karşılama komitesiyle karşılaşmanın şokunu üstümden atamadan bu sefer de çilli bir horoz dikildi karşıma. Sadece dikilmekle kalsa iyi, bir de dik dik bakıp şişiniyor. Tüyleri de beyaz üstüne siyah beneklerden ibaret. Ben diyeyim leopar, siz deyin çita kürkü kuşanmış sanki hayvan. Bir cakalar, bir çalımlar... "Haydaaa..." dedim, "bu da köyün muhtarı herhâlde." Horoz bana şöyle bir baktı, "Bana bak genç, buralar benden sorulur ona göre," der gibi bir kabardı, sonra da çalım ata ata uzaklaştı.

"Oh, bundan da yırttık," deyip arkamı dönmemle küçücük bir keçi yavrusuyla burun buruna gelmem bir oldu. "Nee?" dedim. "Meee!" diye cevap verdi. Mantıklı hayvan... O sırada da yanımda Metin Abi vardı. "Ben bunu öperim!" diye aşka gelip keçinin üstüne koşturdu. Ufaklık da, "Ben bundan kaçarım!" diyerek bir koştu... bir sıçradı... Aman yarabbi, sanki keçi değil, Süpermen! O minnak şey öyle bir havaya sıçradı ki benim boyumu aşıp yanımdan uçuverdi resmen. Ben de ağır çekimde, ağzım zarafetle bir karış açık vaziyette onu gözlerimle öylece takip ediverdim.

Sonra bir sülün gördüm, hatta hayatımda ilk defa sülün sesi duydum. Biraz ileride bembeyaz güvercinlere rastladım, üzerlerinde bir tanecik bile siyah benek yoktu. Danalar, ördekler, kuzular derken köye inen masum şehirli misali yerimi yurdumu iyice şaşırdım. Hatta kendimi Heidi çizgi filminde gibi hissetmeye başladım. Hani bir köşeden, "Haydiiii! Haaaaydiiiii!" diye şarkı söyleyerek çıksa şaşırmazdım.

Derken tam o sırada arkamdan bir ses duyuldu. "Haydeeee!" Dedim geldi! Vallahi de Heidi geldi! Siyah saçlı, al yanaklı, pembe kıyafetli bir kız görme beklentisiyle yavaşça arkama döndüm... Ak saçlı, çalı sakallı, kaba görünüşlü bir ihtiyarla karşılaştım. Mandıra sahibi... "Haydeee," dedi bir daha. "Sökülün kurban paralarını, haydeee!"

Söküldüm...