7 Kasım 2010 Pazar

Ormanın sonundaki ev ( Bölüm 2 )

Kayıp Rıhtım sitesinde yayınlanan Aylık Öykü Seçkisi için yazılmıştır.

1 saat kadar sonra kasabadaydı. Dingin Göl Kasabası oldukça küçük ve sakin bir yerdi. Etrafı dağlarla ve yüksek çam ağaçlarıyla çevrili kasabanın başlıca gelir kaynağı balıkçılık ve ormancılıktı. Kasaba, genellikle meraklı gözlerden uzak kalmak isteyenler için bir liman görevi gördüğünden halkın çoğu dışarılıklıydı. Kimse kimsenin geçmişini sorgulamaz, kimse kimsenin işine burnunu sokmazdı. Derin Kaygılı’nın saklanmak için burayı seçmesinin nedenlerinden biri de buydu zaten.

Kasabadaki tek alış-veriş merkezine girip yiyecek bir şeyler aldı. Bugünkü gazetelere şöyle bir göz gezdirip kendisi ile ilgili bir haber olup olmadığını kontrol etti. Olmadığını görünce keyifle sırıttı, bu her şey yolunda demekti. Emlakçının ofisini ziyaret etti ve tavan arasının anahtarını istedi. “Üzgünüm.” dedi Sırıtkan Sıtkı, “O anahtar 30 yıl önceki yangından beri kayıp.” Dışından teşekkür, içinden ise okkalı bir küfür edip oradan ayrıldı. “Demek yangın? Derin oğlum, bu konuyu biraz kurcalamanın vakti geldi de geçiyor.” diye mırıldandı kendi kendine ve yerel gazete binasının yolunu tuttu.

Dingin Göl Postası kasabanın kuruluşundan beri yani neredeyse 400 yıldır basılan bir gazeteydi ve kasaba halkı bununla gurur duyuyordu. Civarda çok fazla olay yaşanmadığından en küçük şeyi bile haber yapardı gazete. Bu sayede bölgenin detaylı tarihini kapsayan oldukça geniş bir arşive sahip olmuşlardı. Derin, gazeteye vardığında kendisini bir üniversite öğrencisi olarak tanıttı ve sınıf bitirme tezi için araştırma yaptığı yalanını uydurarak arşive girmek için izin istedi. Aslında kimsenin bu yalana inanacağını pek ummuyordu ama korkuları yersiz çıktı ve arşive bakan yaşlı kadın kendisini büyük bir memnuniyetle karşıladı. Hatta Dingin Göl Kasabasının tarihi hakkında yakın zamanın en popüler dedikodularını da kapsayan uzun bir nutuk vermeye başladı.

Sıkıcı bir yarım saatin sonunda yaşlı kadını kibarca başından defetmeyi başardı ve kendini arşiv odasına atarak 30 yıl öncesinin kayıtlarını incelemeye başladı. Gazete sayfalarından oluşan devasa kalınlıktaki kitabı karıştırırken aradığını bulması pek de zor olmadı, haber uzun süre manşetlerde kalmıştı anlaşılan. Gazetelerden birinde büyük puntolarla şu kelimeler yazıyordu;

“Karabaht ailesinin feci sonu…
Çıkan yangında kurtulan olmadı.”

Manşetin altında ise Derin’in oturduğu evin eski bir fotoğrafı vardı. Şaşırtıcı bir şekilde ev hemen hemen şimdiki haliyle aynı görünüyordu. Sayfaları birkaç gün ileriye çevirdi ve evin yanmış halinin fotoğraflarını buldu. Büyük bir kısmı yanmıştı fakat ikinci katın bir bölümü tuhaf bir şekilde hâlâ sapasağlam ayakta duruyordu, yani tavan arasının olduğu kısım… Habere göre kalıntılar arasında bir kadın bir de erkek cesedi bulunmuş fakat çocuğun izine rastlanmamıştı. “Çocuk mu?” diye sordu kendi kendine ve hızla sayfalarda geriye doğru gitmeye başladı.

Yarım saatlik detaylı bir aramanın ardından aradığı şeyi buldu, Karabaht ailesinin bir fotoğrafı… Siyah takım elbise giymiş, pos bıyıklı, iri yapılı Bay Karabaht çatık kaşlarla objektife bakıyordu. Hemen yanında altın sarısı saçları ve ince yapısıyla Bayan Karabaht duruyordu. Kocasının aksine oldukça güler yüzlü, sarışın ve ince yapılı biriydi. İkilinin hemen önünde ise yine babası gibi siyah bir takım elbise giymiş, beş yaşlarında kumral bir erkek çocuğu vardı. Çocuğu görür görmez Derin’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Çünkü kâbuslarında gördüğü çocuğun tıpatıp aynısıydı bu! O esnada fotoğraftaki çocuk hareket etti ve şöyle dedi; “Bana yardım et.”

Derin korku dolu bir çığlık atarak sandalyesinden fırladı ve hızla birkaç adım geri gitti. Aynı anda omzunda bir el hissetti ve “Yardım edeyim mi?” diye sordu birisi. Derin bir kez daha korku ile yerinde sıçrayarak arkasına döndü. Sonra karşısındakinin kim olduğunu görüp rahatladı, arşivlere bakan yaşlı kadındı bu.
“İyi misin oğlum? Çığlık attığını duydum.” dedi kadın endişe ile.
“E-Evet iyiyim.” dedi Derin nefes nefese. Bir eliyle yerinden fırlayacakmış gibi atan kalbini tutuyor, yan gözlerle de kitapta gördüğü fotoğrafa bakıyordu. Hiç hareket yoktu.
“Emin misin?” diye sordu yaşlı kadın tereddütle.
“Evet, eminim. Bir... Eee… Bir kâbus gördüm, uyuyakalmış olmalıyım. Sizi korkuttuysam özür dilerim.”
“Ah, önemli değil. Benim başıma hep gelir, ne zaman arşivde bir şey araştırmaya kalksam uyuyakalırım.” diye kıkırdadı yaşlı kadın. Derin bu yoruma zoraki bir gülümseme karşılık verdi, aklı az önce yaşadığı olay yüzünden karmakarışıktı.
“Neyi araştırıyorsun bakayım?” diyerek bir iki adım ileri çıktı yaşlı kadın. “Ah, tabi ya… Karabaht ailesi, tahmin etmeliydim. Buraların en popüler hikâyelerinden biridir. İstersen bu konuda sana gazete sayfalarından daha fazla yardım edebilirim.”
“Nasıl?”
“Gazeteler her şeyi her zaman tüm ayrıntıları ile aktaramazlar oğlum.” dedi kadın gülümseyerek. “Gel şu tozlu arşivden çıkalım ve sohbetimize birer fincan sıcak çay eşliğinde devam edelim.” Derin bu odada bir dakika daha kalmak istemediğinden teklifi hemen kabul etti.

***

Az sonra gazete binasının önündeki eski bankta yan yana oturuyor ve çaylarını yudumluyorlardı.
“Ah, demleme çay gibisi yoktur. Hele ki yanında iyi bir muhabbet ve azıcık kurabiye varsa…” dedi yaşlı kadın keyifle çayını höpürdeterek.
“Öhöm… Kabalık etmek istemem ama bana ev ile ilgili anlatacak şeyleriniz olduğundan bahsetmiştiniz.”
“Elbette… Her zaman işine odaklanıyorsun değil mi? Senden iyi bir arşivci olabilir oğlum.” dedi kadın kıkırdayarak. “Her neyse… Karabaht ailesi buranın en saygın ve en sevilen ailelerinden biriydi. Özellikle Bayan Karabaht herkesin sevgilisi konumundaydı. Çok da dürüst bir insandı. Ama aynı şeyi kocası için söyleyemeyeceğim.
“Neden? Az önce ailenin herkes tarafından sevildiğini söylediğinizi sanıyorum.”
“Öyleydi çünkü Bay Efe Karabaht’ın gerçek yüzünü pek az kimse bilirdi. Buraya o yangından birkaç yıl önce taşınmıştı. O evi de o inşa ettirmişti zaten. Çok zengindi, aşırı zengin ve bir o kadar da zampara. Bu servete nereden konduğunu hiç birimiz sormadık. Kimseye sormayız, hepimizin sırları var ne de olsa… Hatta bazılarımız üniversite için tez hazırlayan biri olduğunu bile söyler arada.” dedi Derin’e göz kırparak.
Derin birden irkiliverdi, kadın yalan söylediğini biliyordu. Ya onu ele vermişse? Ya…
“Endişe etme oğlum, sırrın bu kasabada güvende. Ben de hep bir gazeteci değildim ne de olsa…” diye devam etti kıkırdayan kadın. “Nerede kalmıştım? Ah, evet… Efe Karabaht zamparanın tekiydi. Her gece başka bir kadınla görüldüğü olurdu. Sonra bir gün genç ve güzel Narin İnce ile yani geleceğin Bayan Karabaht’ı ile tanıştı ve duruldu. Ya da biz öyle sanıyorduk.”
“Neden? Ne oldu?”
“Söylentilere göre Efe Karabaht evlenmelerinden birkaç ay önce civardaki Çingene kızlardan birine kafayı takmış. Kız o kadar güzelmiş ki Karabaht eşine duyduğu sevgiyi bir kenara itip son bir kaçamak daha yapmaya karar vermiş. Fakat Çingene kız beklediğinden de çetin ceviz çıkmış ve adam her yolu denemesine rağmen onu sürekli reddetmiş. Daha önce hiçbir kadın tarafından reddedilmeyen Karabaht bunu kaldıramamış ve kıza zorla sahip olmuş.”
“Aşağılık herif…”
“Lafı ağzımdan aldın oğlum.” diyerek gülümsedi kadın. “Gururlu Çingene kızı bu utançla yaşayamamış ve kendini göl sularına bırakarak intihar etmiş. Bunun üzerine deliye dönen diğer Çingeneler intikam yemini etmişler ve bu işin sorumlusunu aramaya başlamışlar.”
Kadın hülyalı gözlerle gökyüzünü seyretmeye başladı ve “O zamanları dün gibi hatırlıyorum. Her köşe başında bir Çingene görür olmuştuk. Sürekli bir şeyler arıyor, birbirleri ile fısıldaşıp duruyorlardı.” dedi sıkıntı ile iç geçirerek.
“O zamanlar bir şey anlamadık tabi… Bu olaylardan bir süre sonra Efe Karabaht, Narin İnce ile evlendi ve birlikte orman evinde yaşamaya başladılar. Bir-iki yıl içerisinde de Orçun adını verdikleri bir erkek çocukları oldu. Her şey genç çift için çok güzel görünüyordu. Sonra bir gün o meşhum yangın çıktı ve hepsi öldü.”
“Ne yani, hepsi bu mu?” dedi Derin, sesindeki hayal kırıklığını gizlemeye gerek görmeden.
“Evet, ama burada önemli iki nokta var. Birincisi evde sadece bir erkek ve bir kadının yanmış kalıntıları bulunurken çocuğa dair tek bir iz bile yoktu. İkincisi ise yangının gerçekleştiği günden itibaren civarda tek bir Çingene bile görülmedi.”
“Aradıkları şeyi bulamadıkları için vazgeçmiş olabilirler.”
“Ya da aileyi katledip çocuğu kaçırmış da olabilirler.” dedi yaşlı kadın. “Kadının cesedi üzerinde bulunan yara izleri de bu savı destekler nitelikte.”
“Hangi yara izleri?”
“Vücudunda keskin bir aletle açılmış pek çok yara izi bulundu. Sanki bıçaklanmış gibi… Ama bunların hepsi dedikodu tabii ki, anlattıklarım resmi makamlar tarafından asla kabul görmedi. Dingin Kasaba’nın resmi makamlarına ne kadar güvenilir orası ayrı…” Ardından çayını yudumlamaya devam etti ve bir daha da konuşmadı. Derin bir müddet daha kadının yanında oturup öğrendiklerini kafasında tarttı. Sonra da çay için teşekkür ederek kadına veda etti ve evinin yolunu tuttu.

***

Hava erken kararmaya başlamıştı, anlaşılan yine yağmur geliyordu. Derin, ellerinde alış-veriş poşetleri olduğu halde, derin düşünceler eşliğinde evine giden yolda ilerlemekteydi. Öğrendiği şeyler sorularına cevap vermekten çok, kafasının daha da karışmasına yol açmıştı. Çingeneler gerçekten de işin içine karışmış mıydı? Ya çocuk? O nereye kaybolmuştu? Ortada birbirine uymayan pek çok nokta vardı ve mantığı bunları birbirine bağlamakta güçlük çekiyordu. Tabiri caizse bir ipin ucundan tutmuşken diğerini elinden kaçırıyormuş gibi hissediyordu kendisini.

Tam evin çatısı görünmeye başlamıştı ki “Selamlar!” diye seslendi biri yolun yukarısından. Keskinolta isimli balıkçıydı bu.
“Yine mi sen? Burada ne arıyorsun?” diye tersledi onu Derin, adamın yanından geçip giderek.
“Buralarda yarım kalmış bir işim vardı da…” dedi Keskinolta, yanı başında yürümeye başlayarak.
“Ne istiyorsun ihtiyar? Şimdi seninle uğraşamayacak kadar meşgulüm.”
“Sadece yardım etmek… Tek isteğim bu.”
“O halde beni yalnız bırak.” dedi Derin, aksi bir şekilde ve adımlarını hızlandırıp verandaya çıkan merdivenleri hızla tırmandı. Eve girdikten sonra kapıyı ardından gürültülü bir şekilde çarpmayı da ihmal etmedi. Öğle yemeği niyetine yenen geç kalmış sıkı bir kahvaltı sonrasında ise kendisini en yakın divana attı. Aklı karmakarışıktı. O Karabaht denen herif karısını gerçekten de aldatmış mıydı acaba? Babası gibi? Düşünceleri ister istemez yine o meşhum güne kaydı.

“Ödeşme vakti ihtiyar.” dedi Derin, silahın horozunu çekerek.
“Saçmalama evlat, kaldır şu silahı! Ben senin babanım!” dedi önünde tir tir titreyen şişman adam.
“Benim babam artık yok!” diye bağırdı ve tetiği çekti. Mermi adamın bacağına saplandı ve koca adamın yere yuvarlanıp yağmur suları içerisinde sırılsıklam olmasına neden oldu.
“Ne yapıyorsun seni lanet piç!” diye bağırdı yerde acı ile kıvranan adam.
“Ne mi yapıyorum? Ne mi yapıyorum! Asıl sen ne yapıyorsun? Annemi aldattın! O hayat dolu kadın senin yüzünden bunalıma girdi ve intihar etti! Bunun bedelini ödeyeceksin!”
“Bak, evlat… Oğlum… Hayat bu. Ben bir erkeğim, bazı ihtiyaçlarım var. Tıpkı senin gibi…”
“Ben senin gibi değilim!” Silah bir kez daha patladı, mermi ise bu kez sadece adamın omzunu sıyırarak geçti. “Ben bir erkeğim, sen ise bir domuzsun! Ve bir domuz gibi gebereceksin!” diye bağırdı Derin. Sonra da tüm şarjörü büyük bir kin ve nefretle adamın göğsüne boşalttı. Kurşunlar bittiğinde o hâlâ tetiği çekmeye devam ediyordu. Devam ediyor ve sessiz gözyaşları eşliğinde ağlıyordu.

Orada öylece ne kadar durduğunu bilmiyordu. Kulakları basıncın etkisiyle uğuldarken uzaktan gelen bazı çığlıklar duyduğunu hayal meyal hatırlıyordu. Çığlıkların arasından yükselen siren seslerini duyduğunda zor da olsa kendini toplamayı başardı. O anda boş silahı hâlâ ölü adamın bedenine doğrulttuğunu fark etti. Ürpererek silahı cebine attı ve koşarak hızla oradan uzaklaşmaya başladı. Ondan sonra ne olduğunu ya da ne yaptığını tam olarak anımsayamıyordu. Karanlık sokaklarda koşturduğunu hatırlıyordu sadece…

Karanlıktı.

Çok karanlık.

Elleri duvardaki elektrik ışığını aradı ve buldu. Işığı yakmasıyla birlikte kendini küçük bir tuvalette buldu. Tam karşısındaki aynada kendi yansımasını görüyordu. Güler yüzlü, sarışın ve ince yapılı bir kadındı gördüğü. Ama kendisiydi o işte, bunu biliyordu. Hemen lavabonun yanındaki saç fırçalarından birini alıp saçlarını taramaya ve bir taraftan da tatlı tatlı mırıldanmaya başladı. O esnada tuvaletin yarı açık kapısında bir gölge görür gibi oldu.
“Hayatım? Sen misin?” diye seslendi, saçlarını taramaya devam ederken. Ama hiç cevap yoktu. “Hayatım?”
Derken sırtında daha önce benzerini hiç yaşamadığı bir acı hissetti. Keskin ve yakıcı bir acıydı bu ve sırtından geçip vücudunun ön tarafına doğru ilerliyordu. Sonra aynaya sıçrayan birkaç kan damlası eşliğinde iki göğsünün arasından keskin bir bıçağın ucu göründü. Kadın bağırmak istedi ama boğazından sadece bir hırıltı çıktı. Bu esnada bıçak geri çekildi ve farklı bir noktadan fakat daha hızlı bir şekilde tekrardan saplandı. Sonra bir daha ve bir daha… Sonra her yer karardı.

Karanlıktı, zifiri karanlık… Deliler gibi korkuyordu. Kilitli kapıyı et ve tırnakları ile açmaya çalıştı ama nafileydi. Birdenbire güçlü bir el saçlarından kavrayarak başını geriye çekti ve onu yerde sürüyerek kapıdan uzaklaştırmaya başladı. Kendisini sürükleyen adamın fısıltılarını duydu; “Condamnat… Eternitate…” Bir an sonra bir masanın üzerine yatırılıyordu. Adamın elindeki baltanın parıltısını görünce ürperdi. Adam baltayı iki eliyle kavrayıp başının üzerine kaldırdı; “Moarte…” Ve balta hızla aşağı indi.

***

Derin korku dolu bir çığlık eşliğinde uyandı. Yine soluk soluğaydı ve yine boynunda korkunç bir acı vardı. Üstelik bu kez göğsünde de berbat bir ağrı vardı. Yerinden zorla kalkıp tuvalete koşturdu ve aynada kendine baktı. Görünürde yine hiçbir şey yoktu. “Kahretsin! Neler oluyor bana böyle?” diye sordu aynadaki görüntüsüne bakarak. Rüyasında gördüğü kadın Bayan Karabaht’tı, buna emindi. Ve çocuk, Orçun… “Öldürülmüşler” diye fısıldadı kendi kendine. İki elini lavabonun kenarlarına dayayarak bir süre orada bekledi ve sakinleşmeye çalıştı. “Haydi, toparla kendini. Alt tarafı bir rüya! Bugün öğrendiklerinin etkisinde kaldın, hepsi bu.” dedi aynadaki görüntüsünün gözlerine bakarak. Sonra biraz daha rahatlamak amacı ile eğilip yüzünü yıkadı. Bakışlarını tekrar aynaya diktiğinde ise tam arkasında kanlı bir ceset duruyordu.

Korku dolu bir çığlık daha atarak hızla arkasına döndü fakat ortada kimsecikler yoktu. Koşarak tuvaleti terk etti ve kendisini evden dışarı attı. Yağmur tüm şiddeti ile yağıyordu. “Lanet olsun! Lanet!” diye bağırdı, evin önünde deli gibi bir sağa bir sola koştururken.
“İyi misin?” diyen bir ses geldi biraz arkasından. Genç adam o gün beşinci kez korku dolu bir çığlık attı ve çabucak sesin geldiği yöne döndü. Keskinolta’ydı bu…
“Lanet olsun ihtiyar, ödümü patlattın!” diye bağırdı Derin.
“Bence zaten patlamış.” diyerek sırıttı ihtiyar balıkçı.
“Çok komik…”
“Onları görüyorsun, değil mi? Yardım istiyorlar.”
“Neden bahsediyorsun sen?”
“Kadın ve çocuktan… Yardımıma… Yardımımıza ihtiyaçları var.”
“Onlar sadece birer kâbus!”
“Onlar gerçek. Çingene büyüsünün laneti ile bu dünyaya bağlı kalmış zavallı ruhlar. Kısır bir döngü içerisinde hapsolmuşlar ve kurtarılmayı bekliyorlar.”
“Çingene büyüsü mü? Hadi canım!” dedi Derin, asabi bir şekilde gülerek.
“İnanıp inanmamak sana kalmış. Daha öncekiler de inanmamışlardı ve bazıları delirdi, bazıları kaçıp gitti, çoğu da intihar etti.”
“Daha öncekiler mi? Önceki kiracılardan mı bahsediyorsun? Bu yüzden mi bu ev yıllardan beri kimse tarafından kiralanmıyor?”
“Bana yardım edecek misin?”
Bir anlık sessizliğin ardından Derin durup karşısındaki adamın gözlerine baktı ama orada hiçbir şey göremedi. “Ne istiyorsun ihtiyar? Amacın ne?” diye sordu ardından, şüpheyle.
“Sadece yardım etmek…”



( Devam edecek... )

5 comments:

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

Kocamaaaaan bi gün geçti bekledim.. Kocaaaamaaaan bi gün daha geçiyor..Dünyanın işi bitmez de bu hikaye bitecek elbet.. Bekliyorum.. Derin Kaygılı, derin kaygılarını ne ara edinmiş, babasına asıl öfkesini nereden almış, rüyası niye İspanyolca kökenli kelimelerle dolu, keskinolta niye hayalet gibi gezinip duruyor..Dünyanın işi bitmiyor, sorular cevap bekliyor ben sizi:)))
U(YKSZ)

mit dedi ki...

Aaa! Ben de kimse okumuyor diye üzülüyordum, iyi mi? :) Yeni bölüm çok kısa sürede ( o da sizin şerefinize ) sizlerle olacak. Dilerim keyif alırsınız ve okuduğunuz için sonsuz teşekkürler.

Adsız dedi ki...

Ben de daha önce birinci bölümü okumuştum ve şimdi ikinci bölümü okudum ve hemen son bölüme gidiyorumm:)

bırtutamkekik dedi ki...

merhabalar:)
zevkle okudum paylaşımınızı.:)
şimdi devamını bulacağım sayfanzda.
seve seve izleyiciniz oldum bile:))
bende sizi bekliyorum sayfama.
kucak dolusu sevgiler..
:)

mit dedi ki...

Merhabalar ve teşekkürler. Dilerim devamını da aynı zevk ve keyifle okursunuz. En kısa zamanda iade-i ziyaret yaparım, merak etmeyin :) Sevgiler...