İnternetin saygın yayınlarından biri olan Gölge E-dergi, bu ayki sayısında Yitik Öyküler Kitabı'nın çıkış hikayesine de yer verdi. Yazıyı aşağıda okuyabileceğiniz gibi derginin tamamına da buradan ulaşabilir ve zengin içeriğinde gönlünüzce kaybolabilirsiniz.
Keyifli okumalar ve teşekkürler Gölge Ekibi...
Yazarının kaleminden Yitik Öyküler Kitabı
Önce Yemin ve Öç, şimdi de Yitik Öyküler Kitabı… Bu kitaplar benim mi, bunları gerçekten de ben mi yazdım? Bu soruları hala soruyorum kendime. Oysa çok değil sadece birkaç yıl öncesine kadar ne hikâye yazmışlığım vardı ne de başka bir şey. Evet, kendi çapımda kısa mizah yazıları yazıyordum, çizdiğim çizgi-romanlar da vardı ama bunlar hep gülüp eğlenmek için yaptığım şeylerdi. Hiçbirini profesyonel anlamda kaleme almamıştım. Kitap çıkarma fikri ise tatlı ve ulaşılamaz bir hayaldi benim için. Peki, ne oldu da bu noktaya gelebildim? Vallahi ben de bilmiyorum.
Her şey oldukça sıradan bir gecede başladı. Zaten hep öyle olmaz mı? Evde oturmuş, günün yorgunluğunu üzerimden atmaya çalışırken bulanık zihnimin derinliklerinde bir öykü fikri canlanıverdi. Öyle aniden ve birdenbire… Konuşan bir kılıç, emekli bir şövalye ve bir cadı hakkında biraz komik biraz fantastik bir maceraydı aklımda şekillenen. İçine serpiştirebileceğim esprileri düşünürken bile keyifle sırıtmaktan kendimi alamıyordum. Hevesle yerimden kalktım, bilgisayarımın başına geçtim ve bugün “Cesur ve Geveze” olarak bilinen hikâyenin ilk satırlarını yazmaya başladım. Garip bir şekilde, kendimi de hayretler içerisinde bırakarak yazdıkça yazıyordum. Hikâyeyi tamamladım, blog sayfamda yayınladım ardından heyecanla yorumları beklemeye başladım. İlk gelen tepkiler oldukça olumluydu ve okuyan herkes daha fazlasını yazmam için beni teşvik ediyordu. Sevmiştim bu işi.
Derken günlerden bir gün “Aykırı Çağrışım” isimli güzide blog sayfasını keşfettim. Kendisi de çok yetenekli bir yazar olan Fırtınakıran’a aitti bu sayfa. Aynı zamanda Kayıp Rıhtım’ın yöneticilerindendir kendisi. Neyse efendim, Aykırı Çağrışım’ın sayfalarında gezinirken küçük bir ilan çekti dikkatimi. “Aylık Öykü Seçkisi” düzenleniyordu Kayıp Rıhtım’da ve henüz ikinci ayındaydı bu etkinlik. Ben de katılayım dedim ve oturup uzun bir hikâye yazdım seçki için. Böylece “Ölüm Kulesi” isimli öykü doğmuş oldu. Çok heyecanlıydım. Bu işi gerçekten bilen ve fantastik edebiyat okumaktan keyif alan kişiler tarafından okunacaktı çünkü bu kez yazdıklarım. Sonuç yine gayet başarılıydı. Sevgili Rıhtım ekibi de kalemimi daha fazla çalıştırmam için beni teşvik ediyor, aksi takdirde zindanlarında ne kadar lanetli yaratık varsa üzerime salmak gibi sevgi dolu tehditler savuruyorlardı.
Böylece yazdım ve yazdım ve yazdım. Sonunda iki yılı devirdim seçkiyle beraber. Bu esnada hem Aylık Öykü Seçkisi’nde, hem Gölge E-Dergi’de, hem blog sayfamda, hem de Kayıp Rıhtım forumlarında onlarca hikâyem dolaşmaya başladı. Yorumlar geldi, tavsiyeler verildi, dostluk köprüleri kuruldu ve macera devam etti.
Derken Aşkın Güngör’den, çok kıymetli yazarlarımızdan biri olan ve benden desteğini hiçbir zaman esirgemeyen o değerli şahsiyetten bir e-mail aldım bir gün. “Senin şu hikâyeleri toplayıp kitaplaştırsak diyorum. Ne dersin?” diyordu mesajında. Cevabım gayet net ve bir o kadar da amatörceydi: “Ne mi derim? Allah derim!”
Önce Yemin ve Öç’ün çizer kadrosunu oluşturan, Gölge’de de sürekli çizimleri yayınlanan A. Gökhan Gültekin ve Celalettin Ceylan’ı tekrar bir araya getirdik. Sonra da aralarına sevgili Devrim Kunter’i de kattık ve Voltran’ı oluşturmuş olduk. Ardından Aşkın Güngör’ün sevgi dolu darbeleri altında gece gündüz demeden hikâyeleri düzenlenmeye ve çizimleri yapmaya başladık. Sonra sıra geldi kitabın adını koymaya. “Kayıp Öyküler Kitabı olsun.” dedim, Kayıp Rıhtım’a bir teşekkür ve bir gönderme babında… Ama olamadı çünkü bu ismin daha önce başka bir yazar tarafından (Önemli biri değil canım, Tolkien…) kullanıldığını keşfettik. Böylece “Kayıp” kayboldu, yerine “Yitik” geldi ve Yitik Öyküler Kitabı da (Aşkın ağabeyin deyimiyle YÖK) böylece doğmuş oldu.
Kitabın içinde dokuz farklı hikâyem var. Kimisi bizim dünyamıza ve zamanımıza yakın yerlerde geçerken kimiyse geçmişe ya da geleceğe, apayrı dünyalara uzanıyor. Çoğu fantastik öyküler ama arada iki bilim-kurgu hikâyesi de mevcut. Şövalyeler, cadılar, iblisler, nükleer felaket sonrası bir İstanbul, Mısır’ın engin çölleri ve çok daha fazlası bu sayfalar arasında yer alıyor. Kitap, daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış “Nazik bir iş” adlı öykümü de bünyesinde barındırıyor. Hepsi de kimi zaman gülmeyi, kimi zaman heyecanlanmayı, ama en önemlisi de farklı serüvenlerde kaybolmayı seven okurlarla buluşmayı bekliyor. Tıpkı benim gibi…
Şimdiden keyifli okumalar dilerim.
* Bu yazı ilk olarak Gölge E-Dergi'nin 52 nci sayısında yayınlanmıştır.
5 comments:
Bu kitabı çok okumak istiyorum ancak vaktimin olmaması (okullar nedeniyle) bana engel oluyor. Hatta eskiden okumaya başlamış olduğum hikaye kitaplarının yarıda kalması beni üzüyor. Ancak ilk fırsatta alıp okuyacağım.
Kitabınızın güzel olduğuna eminim, gerek Kayıp Rıhtım Öykü Seçkilerinde bulunan hikayeler gerek blogunuzda bulunan öykülerinizden varıyorum bu yargıya.
İnşallah bu güzel üslubunuz dilden dile yayılır ve sizi yukarıya yükseltir.
Saygılarımla.
Tebrikler =)
@ Mystery: Vakitsizliğin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Ben de aynı dertten feci derecede muzdaribim şu son zamanlarda. Blog sayfama girdiğim yazıların azlığı gözünüze çarpmıştır mutlaka. Umarım kitabı edinme ve okuma fırsatı bulabilirsiniz. Desteğiniz ve yorumunuz için çok teşekkür ederim.
@ Roselyn: Çok çok teşekkürler sevgili Rose. Darısı misliyle başına inşallah. Dilerim en kısa zamanda senin kitaplarını okuma fırsatını da yakalarız. Sevgiyle...
Bıh... Benim önce şu çizim işlerini halletmem lazım, sonra son başladığım Cam Şehir serisinin illüstrasyonlarını çizeceğim...
Bi bi senesi daha var o serinin =p Çok yani daha =D
Biz bekleriz efendim :) Geç olsun ama güç olmasın diyeyim, adet yerini bulsun. Dört gözle bekliyorum ;)
Yorum Gönder