Centilmen Piç 3 düzeltisini bitirmemin şerefine uzun zamandır ertelediğim şeylerden birini aradan çıkarayım dedim ve Tales From Borderlands’i bitirdim dün… eeee… gece. Sabaha karşı da dün geceden sayılır, di mi? Sayılır sayılır… 6 saatçik için birbirimizin kafasını kırmaya değmez şimdi.
Oyun beklediğimden daha iyi çıktı açıkçası. Borderlands serisiyle pek aram yoktur çünkü, çok yüzeysel bilirim. Çok fazla da oynayamadım, çünkü tek kişiyle tadı çıkmıyor. O nedenle oyuna ısınıp ısınamayacağımı, esprileri anlayıp anlayamayacağımı bilmiyordum. Ama sonra… tek hatırladığım bazı sahnelerde katıla katıla güldüğüm!
Telltale oyunlarını öyle ya da böyle severek oynarım zaten. Fakat Tales From Borderlands’teki esprileri bambaşka olmuş. Uzun zamandır bu kadar güldüğümü ve bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum cidden.
Oyun Pandora gezegeninde geçiyor ve ayrı zamanlarda iki farklı karakteri yönetiyoruz. Birincisi Rhys adında, mekanik bir kola ve sibernetik bir göze sahip, ağzı iyi laf yapan ama saftiriğin teki ve bahtsız bedevinin önce gideni olan bir delikanlı. İkincisiyse usta bir dolandırıcı olan, fena hâlde Locke Lamora damarınızı kabartan, Fiona adındaki genç bir kadın.
Rhys ve en yakın arkadaşı Vaughn, Hyperion adındaki bir şirkette çalışmaktadır ve amaçları kariyer basamaklarını hızla tırmanıp en tepeye ulaşmaktır. Ancak en büyük rakipleri Hugo Vasquez tarafından alt edilirler ve terfii etmeyi bekleyen Rhys kendini bir anda hademe olarak bulur. Ama hemen pes etmeye niyeti yoktur elbette (yoksa oyun burada biterdi). Böylece Hugo Vasquez’in planlarını gizlice öğrenip kendisine çok büyük bir servet kazandıracak olan bir anlaşmasını çalmaya kalkarlar ve bu amaçla Pandora gezegenine giderler.
Ama anlaşma aslında dolandırıcımız Fiona ile kız kardeşi Sasha’nın bir üçkâğıdından başka bir şey değildir elbette. Böylece Rhys ile Vaughn ve Fiona ile Sahsa bir dizi karmaşık olay sonucunda kendilerini birlikte çalışmak zorunda kalırken bulurlar. Bu dördünün bir türlü anlaşamaması, birbirlerine laf sokup durmaları, havalı bir şey yapmaya çalışırken çok fena bocalamaları ve her işi yüzlerine gözlerine bulaştırmaları cidden çok eğlenceli.
Arada bazen bir karakterin inanılmaz ya da aşırı saçma bir şey yaptığına tanık oluyoruz mesela. Tam bir beceriksiz olan Rhys havada taklalar atması gibi mesela. İşte tam o anda “kopan film sesi” geliyor ve Fiona araya girip “Hadi oradan! O öyle olmadı bir kere!” diyerek olayın aslını kendi gözünden anlatmaya başlıyor ve Ryhs’in aslında orada ne kadar komik bir duruma düştüğünü görüyorsunuz.
Oyunda Borderlands evreninden pek çok tanıdık karakter ve yaratık da var. Ama ben hiçbirini tanımıyordum, buna rağmen çok eğlendim. Hatta daha bile oldu, çünkü karşımdakinin iyi mi kötü mü olduğunu bilmediğimden yalan söyleyip söylemediğini anlamam güçleşti. Çok da keyifli oldu.
Tek eleştirim beşinci bölüme gelecek sanırım. O bölüme kadar her şey çok güzeldi, fakat ne finalini sevdim ne de son bölümdeki (dövüş kısmı hariç) oynanış mekaniklerinin azlığını. Beşinci bölüm oyun oynamaktan ziyade film izlemek gibiydi. İlk dört bölüm izlemek/oynamak dengesini çok daha başarılı bir şekilde ele alıyordu hâlbuki.
Yine de bahtsız ve sakar Rhys ile Vaughn, usta birer yalancı olan Fiona ile Sahsa, süper sempatik robotlar Gortys ve Loader Bot’la tanıştığıma hiç ama hiç pişman değilim. Wolf Among Us’tan sonra oynadığım en iyi Telltale oyunu oldu benim için Tales From Borderlands.
Geriye de şu parçayı miras bıraktı bana:
Just keep your head up high kiss your fist and touch the sky...
2 comments:
Şarkıya bayıldım :)
Beğenmenize sevindim :) Beşinci bölümün sonunda çalan "First Aid Kit - My Silver Lining" parçası da güzel, ona da bir kulak verin imkanınız varsa.
Yorum Gönder