Asimov nicedir içimde bir ukdeydi. Bundan bir-iki yıl evvel, İthaki Bilimkurgu Klasikleri yeni yeni başladığı sıralarda Alican Saygı Ortanca bana gelip, “Ben, Robot’u çevirmek ister misin?” diye sormuştu. İsterdim tabii! İsterdim istemesine ama… o sıralarda başka bir kitap için Pegasus’la anlaşmıştım. Üstelik öyle sıradan bir kitap için değil, The Witcher serisinin ilk cildinin editörlüğünü yapacaktım. Beni tanıyanlar o serinin benim için çok özel bir yeri olduğunu, Türkçeye kazandırılması için yıllarımı verdiğimi bilirler.
Kendinizi o durumda hayal etsenize. Bir elinizde Ben, Robot var, diğerinde de gönülden bağlı olduğunuz başka bir kitap ve sadece birini seçebilirsiniz. Ne yapardınız? Zor bir karar, değil mi? Eh, ben The Witcher’ı seçtim ve içim kan ağlayarak da olsa Ben, Robot çevirisini reddettim. Sonra ne oldu peki? Sapkowski ve ajansı, The Witcher serisinin İngilizceden değil, Almancadan çevrilmesini şart koştu ve bir anda o iş de yattı. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da oldum anlayacağınız.
İşte bu yüzden Alican geçen sene bu sefer de Galaktik İmparatorluk üçlemesinin çevirisini önerdiğinde evde iki kat fazla göbek atmış olabilirim. Ve hayır, karşı apartmandaki komşuların tam o sıralarda aniden kör olmasının suçunu hâlâ kabul etmiyorum…
Üçlemenin ilk kitabı olan Toz Gibi Yıldızlar, kronolojik olarak Robot Serisi’nden 1400 küsur yıl sonra, Vakıf Serisi’nden ise 8600 sene evvelki bir zaman aralığında geçiyor. Yani Trantor İmparatorluğu henüz ortada yok. Ancak insanoğlu uzaya açılmış ve çeşitli yıldız sistemlerini kolonileştirmeye çoktan başlamış. Hatta aralarında bazı ufak tefek imparatorluklar bile var. Bunların en güçlüsü de acımasız Tyrann İmparatorluğu.
Dünya ise yaşanan nükleer savaşlar sonucunda artık radyoaktif bir gezegen hâline gelmiş, öyle ki çok az bir kısmı yaşanılabilir durumda. Bununla birlikte insanlar hâlâ tarih, felsefe, uzay mekiği pilotluğu gibi kadim ilimleri öğrenmek için Dünya Üniversitesi’ne gidip burada eğitim görüyor. İşte biz de o öğrencilerden biri olan Biron Farrill’in başından geçenlere ve kendisini bir anda Tyrann egemenliğine karşı kurulan bir komplonun tam ortasında bulmasına şahit oluyoruz kitapta.
Kitabı çevirirken en çok keyif aldığım kısım hafif de olsa Robot ve Vakıf serileri arasındaki bağlantıları gördüğüm yerler oldu. Şüphesiz, okur olarak sizlerin de en çok seveceğiniz yerler bu küçük ipuçlarını fark etmek olacaktır. Özellikle Elijah Baley ve R. Daneel Olivaw sonrası Dünya gezegeninin ne tür değişimler geçirdiğini, sonrasında da Vakıf’ta adını sık sık duyduğumuz Trantor İmparatorluğu kurulmadan önce insanoğlunun uzaya yerleşirken ne gibi zorluklarla ve siyasi çekişmelerle karşılaştıklarını görmek ilginç bir tecrübe yaşatıyor.
Kitabın ara başlıkları da çeviri sırasında gülümsememe neden olan bir diğer şey oldu. Eğer dikkat ederseniz bazı bölümlerin isimleri bir sonrakiyle bağlantılı bir şekilde yazılmış. Mesela beşinci bölümün adı “Büyük Başın Derdi” iken altıncı bölümse “Büyük Olur” şeklinde yazılmış. Asimov biraz muziplik yapmış sizin anlayacağınız buralarda. Yazarın kendisi için yazdığı “Hakkında” yazısı da bayağı komik ve eğlenceliydi. Ne yazık ki bizim baskıda kendine yer bulamamış. Ama üzülmeyin, yazımın sonunda bunu da sizlerle paylaşacağım. Siz de azıcık tebessüm edersiniz hem.
Asimov’u orijinal dilinden okuyanlar üstadın dilinin oldukça yalın ve kolay anlaşılır olduğunu bilir. Özellikle de eski kitaplarında daha da sade bir üslup kullanır kendisi. Konuştuğu gibi yazar hatta. Ses kayıtlarını dinlediyseniz ne demek istediğimi kolayca anlarsınız. O yüzden kitabın genelinde çeviri anlamında pek zorlanmadım. Ama saçımı başımı yolduran birkaç nokta olmadı demek değil bu.
Bunlardan ilki kitabın hemen başında karşılaştığım, “When the threshold of head and particle density was reached,” (Kafa ve parçacık yoğunluğu eşiğine varıldığında) cümlesi oldu. Hadi parçacık yoğunluğu tamam da “kafa yoğunluğu” da neyin nesiydi yahu? Hayır, basit bir şeyden de bahsetmiyordu ki üstat; radyasyon bombasını anlatıyordu. O zaman bu neyin kafasıydı? Ben de başladım radyasyonla ilgili yerli, yabancı bir sürü kaynağı araştırmaya. Amacım içinde “head density” yazan bir şeye denk gelebilmekti. Ama ne mümkün! Yok, yok… Neredeyse bir günümü harcamama rağmen bir türlü işin içinden çıkamadım. Ben de o kısmı kırmızıyla işaretleyip geçtim sonunda.
Kitabın ortalarına doğru bu sefer de, “lie is, of course, the son of the ex-Rancher,” (Yalan, eski Kâhya’nın oğluydu elbette) diye başka bir cümle çıktı karşıma. Yalan mı adamın oğluymuş, adamın oğlu mu yalancıymış, hastanede karışıklık mı olmuş, ne olmuş? diye düşündüm bir müddet. Sonra nereden estiyse, “Yahu bu yazım hatası olmasın sakın?” dedim kendi kendime. Haşa, Asimov yapmazdı öyle bir şey… Değil mi? Değilmiş… Sonunda “lie” kelimesini “He” (o) olarak değiştirip cümleyi tekrar arattım ve Toz Gibi Yıldızlar’ın 1983 yılındaki gözden geçirilmiş bir baskısıyla karşılaştım. Benim kitabımdaki “lie” hakikaten de orada “He” olarak geçiyordu. Meğersem Asimov kitabın ilk baskısında orada bir yazım hatası yapmış… Ve yıllar boyunca da kitabın İngilizce baskılarında bu hata olduğu gibi kalmış. Ta ki 30 yıl sonraki baskılarda düzeltilene dek.
Ben de işkillendim, “Yahu acaba şu kitabın başında takıldığım ‘head’ de ‘heat’ olmasın sakın?” diye araştırasım geldi. Aynı cümleyi bu kez de “head” yerine “heat” yazarak arattım ve tombala! Gerçekten de “ısı eşiği” olarak düzeltilmişti o kısım da. Aslında bu şekilde bakınca çok basit bir şey elbette ama insan Asimov gibi birinin yazım hatası yapabileceğini beklemiyor işte. Hadi o yapmış, editörü nasıl uyumuş, o apayrı bir mevzuu. Neyse efendim, Google Books sağ olsun, bunu da böyle çözüverdim.
Beni zorlayan bir başka şeyse Asimov’un bir bölümde Efemeris (gök günlüğü) üzerinden ışınlanmayı anlatmaya başlaması oldu. E çünkü bu Yıldız Savaşları değil. Ve eğer Asimov ışınlanma gibi bir şeyden söz ediyorsa bunu mutlaka sağlam bilimsel ve matematiksel temeller üzerine oturtmalı. Oturtmuş da… Beni oturttu vallahi. Yerime. Gezegenlerin konumunu ρ (ro), Θ (teta) ve φ (fi) harfleriyle temsil eden bu hesaplamayı anlatırken üstat Galaktik Taban Çizgisi, kütleölçer, Galaktik Lens ve gemi-gezegen hattı gibi bir sürü şeyden bahsediyor, üstüne bir de hesaplamasını yapıveriyor. Onunla da kalmayıp saat yönü ve saatin aksi yönü değerlerini yanlış okuyor olabileceğini düşünerek bir de tersten hesaplayıveriyor. Ne şeker, değil mi? Ben böyle anlatınca size kolay görünüyordur belki ama bu kelimelerin İngilizceleriyle ilk defa karşılaşınca ve okuduğunuzdan hiçbir şey anlamadığınızı fark edince hissettiğiniz o panik duygusunu az çok hayal edebilirsiniz sanırım.
Toz Gibi Yıldızlar’da kelime oyunu gerektirecek pek fazla şeyle karşılaşmadım. Onun yerine Vakıf ve Robot kitaplarında geçen bazı terimler vardı: Visiplate, visiphone, book reels, needle gun… gibi gibi. Bu tür terimlerle her karşılaştığımda kendi çevirimi yapmak yerine İthaki’den daha önce çıkan Asimov kitaplarına başvurdum ki tutarlılık olsun, aynı terim kullanılsın, kitapların aynı evrende geçtiğini gösteren o hava bozulmasın. Böylece bu terimler viziekran, vizifon, kitap-film, iğne-tüfek vb şeklinde çevrildi.
Son olarak ben kitabın adını “Toza Benzer Yıldızlar” olarak çevirmiştim. Ama editörlük aşamasında “Toz Gibi Yıldızlar” şeklinde değiştirilmiş bu isim. Aslına daha sadık olmuş.
Böylece bir çeviri macerasının daha sonuna geldik. Öncekiler kadar olaylı olmadığına üzülüyor olabilirsiniz ama bu konuda sizinle hiç ama hiç hemfikir olmadığımı derin bir “Oh!” çekerek belirtmek isterim :) Ha, unutmadan. Asimov’un kendisi için yazdığı espirili “Hakkında” yazısını da hemen aşağıda paylaşıyorum. İşte benden size dev hizmet! (Kopyala-yapıştır yaptı…)
YAZAR HAKKINDA
Isaac Asimov kendini hayretler içerisinde bırakarak Sovyetler Cumhuriyeti’nde doğdu. Bu durumu düzeltmek için çabucak harekete geçti ve ailesi Amerika Birleşik Devletleri’ne göçerken (o zamanlar üç yaşında olan Isaac) onların bavuluna saklandı. Sekiz yaşından beri bir Amerikan vatandaşı.
Brooklyn’de büyüyüp devlet okullarında okuduktan sonra kendisini Kolombiya Üniversitesi’nde buldu ve okul yönetiminin protestolarına rağmen kimya alanında bir dizi derece elde ederek doktora yaptı. Ardından gizlice Boston Üniversitesi’ne sızdı ve öfkeli çığlıklara aldırış etmeden akademik basamakları bir bir tırmanarak biyokimya profesörü oldu.
Bu esnada, dokuz yaşındayken, ilk bilimkurgu dergisini keşfederek hayatının aşkını buldu (cansız anlamda). On bir yaşında hikâyeler yazmaya başladı, on sekizine geldiğinde içlerinden birini yayıncılara gönderme yüzsüzlüğünü bile gösterdi. Tabii ki reddedildi. Sıkıntı ve ızdırap dolu dört uzun ayın sonunda ilk hikâyesini satmayı başardı ve bir daha arkasına bakmadı.
1941 yılında, yirmi bir yaşına bastığı zaman, bugün artık bir klasik olarak görülen “Karanlık Bir Dünya” (Galaksi Şeytanları, Altın Kitaplar) adlı kısa hikâyesini kaleme aldı ve geleceğini sağlama aldı. Ondan bir süre önce robot hikâyelerini, bir müddet sonra da Vakıf serisini yazmaya başladı.
Geriye nicelikten başka ne kaldı? Hâlihazırda 260’tan fazla kitabı basıldı, kütüphanelerin sınıflandırma sistemlerinin bütün belli başlı bölümlerine dağıtıldı ve hiç yavaşlama emaresi göstermedi. Her zamanki kadar genç, hayat dolu ve cana yakın biri; yıllar geçtikçe daha da yakışıklı bir hâle geliyor. Bu küçük özgeçmişi bizzat yazdığından ve mutlak tarafsızlığıyla ünlü olduğundan söylediklerimi kesin kabul edebilirsiniz.
Bir psikiyatr ve yazar olan Janet Jeppson’la evli, önceki evliliğinden iki çocuğu var ve New York’ta yaşıyor.
Isaac Asimov
Kasım, 1982
Not: İlk olarak Kayıp Rıhtım'da yayımlanmıştır.
0 comments:
Yorum Gönder