Bazı kitaplar vardır, fantastik edebiyatta sık sık kullanılan
klişelere düşmeyip yıllar boyunca keyifle hatırlayacağınız bir macera sunar
sizlere. Merdivenler Kenti onlardan biri oldu benim için.
Bilirsiniz; tüm diyarları tehdit eden karanlık bir lord,
herkesi kurtaracak bir seçilmiş kişi, klasik elf ve cüce ırkları… ve tabii ki
ak sakallı, asalı büyücüler. Neredeyse her fantastik romanda gördüğümüz, okuduğumuz
şeyler bunlar. Tolkien’in izinden giden, ona benzer dünyalar kurmaya çalışan
kitaplar.
Ama arada sırada bu klişeleri yıkıp tamamen özgün şeyler
ortaya çıkaranlar da oluyor. Brandon Sanderson seneler önce Elantris’le yapmıştı
bunu bana mesela. China Mieville de Perdido Sokağı İstasyonu’yla. İşte şimdi
bu ikisinin yanına büyük bir keyifle koyacağım başka bir kitabım daha oldu
Merdivenler Kenti’yle.
Bir zamanlar birbirinden farklı karakterlere ve güçlere
sahip olan altı ilahi varlığın hükmettiği Bulikov’da, namı diğer “Merdivenler
Kenti”nde geçiyor hikâyemiz. Burası eskiden pek çok mucizeye ev sahipliği yapan
ve “Kıta” olarak anılan toprakların en gözde şehri. Her ilahın kendi kuralları,
kendi müritleri ve kendi mucizeleri var. Ve her biri farklı şehirlerde kendi
halklarına hükmediyor. Hepsinin birleştiği, tüm mucizelerin ve halkların bir
araya geldiği yerse Merdivenler Kenti.
Ancak uzun zaman önce, ilahlar tarafından görmezden gelinen
ve yıllar boyunca sömürülüp ezilen Saypur halkı isyan ederek Kıta’ya saldırmış.
Ve bu isyan sırasında kimsenin aklına gelmeyecek bir şey başarmışlar: İlahları
öldürmek…
Bulikov artık eski günlerinin sadece solgun bir hayaleti. Sokakları
pislik içinde, insanları fakir, binaları ve tapınakları yıkık dökük. Dahası,
tarihleri ve dinleri de yasaklanmış, sansürlenmiş durumda. İlahlara inanmaya
devam etmek şöyle dursun, onların isimlerini bile ağızlarına alamıyorlar. Kıta’yı
işgal eden ve yönetimi elinde tutan Saypur yetkilileri bunu bizzat garanti altına
alıyor. Kurallara karşı çıkanlarsa cezalandırılıyor.
Derken günün birinde Saypulu ünlü bir arkeolog gizemli bir
cinayete kurban gidiyor ve kahramanımız Shara Thivani ile sekreteri Sigrud bu
olayı araştırmak için Bulikov’a gönderiliyor. Shara aslında çok yetenekli bir
casus ve ilahlar konusunda belki de dünyadaki en bilgili kişi. Sigrud ise… Ah,
Sigrud! Kendisi kesinlikle kitaptaki en sevdiğim karakter oldu. İki metreye yakın
boyu, iri yarı cüssesi, umursamaz tavırları ve tek gözüyle kuzeyli bir korsan o.
En iyi yaptığı şey adam öldürmek ve Shara’yı korumak için elini kana bulamaktan
hiç çekinmiyor. Ama tüm o umursamaz tavırlarına rağmen oldukça sempatik,
sevilesi bir karakter kendisi. Shara’nın onu “sekreterim” diye tanıtması da ayrı
bir komiklik katıyor işin içine.
Açıkçası kitabın ilk 100-150 sayfası boyunca biraz zorlandım.
Çünkü yazarımız sadece çok detaylı bir şehir yaratmakla yetinmemiş. Tam aksine
her biri birbirinden ayrıntılı bir sürü şehir, altı ayrı ilah, altı ayrı inanç,
iki farklı kıta ve binlerce yıllık tarih yazmış. Detay seviyesi muazzam. Bu
konuda yazara şapka çıkarmamak elde değil. Bununla birlikte bu durum ilk
sayfalar sırasında sürekli yeni isimlerle, terimlerle ve kavramlarla karşılaşmanıza
neden oluyor. Kim kimdi, o neydi derken olayı kavramak ve her şeyi öğrenmek için
ciddi bir dikkat göstermeniz gerekiyor.
Ama ondan sonra kitap bir açılıyor pir açılıyor. En sevdiğim
yanı sorduğu hiçbir soruyu cevapsız bırakmaması ve değindiği her konuyu açıklaması
oldu. Son sayfayı da çevirdiğinizde ne kadar bütünlüklü bir eser okuduğunuzu düşünüp
büyük bir memnuniyet hissediyorsunuz. Bunun yanı sıra klasik fantazya öğelerine
hiç sığınmaması, Perdido Sokağı İstasyonu misali kendi kültürü olan bir şehir
yaratması da çok güzeldi. Bir diğer sevdiğim yanıysa tıpkı Elantris’teki gibi
bol miktarda entrika, politik numara ve akıl oyunları içermesi oldu.
Yazarın hayal gücünü de ciddi anlamda takdir etmek gerek. Her
ilah için altı ayrı kişilik tasarlamakla kalmamış, bir de bunlara farklı biçimler
ve anlamlar da yüklemiş. Her birinin yaratabildiği mucizeler ve hayat verdiği
mucizevi eşyalar da bir o kadar detaylı. Hele bir bölümde yasaklı bir depoya
girip birbirinden farklı mucizevi eşyayı gördüğümüz bir bölüm var ki sormayın
gitsin: içinde fırtınaları saklayan, çözüldüğünde yağmur getiren düğümler;
goblenleri canlandıran arpler, dalgaları akıntılara dönüştüren oklar; havada asılı
kalıp göğü aydınlatan cam küreler; geceleri kaybolup sabahları sikkelerle dolu
hâlde ortaya çıkan oyuncak trenler… Hepsi de birbirinden enteresan ve okuması ilginç
şeyler. Bir de mhovost var tabii. Brrr…
Kitabın çevirisi için sevgili Yaprak Onur'u tebrik etmem
gerek. Merdivenler Kenti’ni elinize alıp sayfalarını şöyle bir çevirdiğinizde
her ama her sayfasının ağzına kadar, tıklım tıklım paragraflarla dolu olduğunu
görebilirsiniz. Upuzun açıklamalar, satır satır betimlemeler. Her bölümün başında
hayali bir tarihi belgeden alınmış, açıklayıcı paragraflar. Diyalogların arka
arkaya geldiği yerlerin sayısı çok az, dolayısıyla çevrilmesi gereken çok fazla
metin var. Bir çevirmen için gerçekten de zor bir durum. Ama Yaprak genel
itibariyle bunun altından başarıyla kalkmış.
Bununla birlikte kitapta çok fazla yazım hatası da var ne
yazık ki. Öyle her sayfada iki-üç yanlışlık görmüyorsunuz elbette. 500 sayfalık
kitabın geneline vurduğunuzda sayıları iki elin parmaklarını geçmez. Ama
sonlara doğru iyice kendilerini belli ediyorlar ve bu durum benim biraz canımı sıktı.
Neden? Çünkü kitabı çok ama çok sevdim ve bu yüzden kusursuz olmasını isterdim.
Tabii şunu da unutmamak lazım, ben çevirmen olduğum kadar
bir editörüm de. O yüzden yazım hataları konusunda hastalık derecesinde takıntılı
biriyim. Bu yüzden normal bir okurun belki de sıkıntı etmeyeceği bazı şeyler gözüme
batıyor. Sen yapmıyor musun böyle hatalar derseniz... üf, hem de ne biçim! Geçen
gün birisi Ötekiler Arasında'ki yazım hatalarını yollamış bana, gözlerim
yuvalarından uğradı :D "Ben mi yazmışım bunu yaa?!" dedim. Evet, ben
yazmışım...
Yadırgadığım bir diğer nokta da "Saypuri" veya "Kolkashtani"
gibi isimlerin "Saypurlu" ya da "Kolkashtanlı" şeklinde çevrilmeyip
olduğu gibi bırakılması oldu. Başta biraz tuhaf geldi açıkçası ve isimleri öğrenmekte
(Saypur - Saypuri) biraz zorlandım. Ama sonra "Azerbaycanlı" değil de
"Azeri" dediğimiz geldi aklıma. Belki de doğrusu budur diyerek çok da
takılmadım sonra.
Sonuç olarak, ilk 100 sayfayı atlattıktan sonra büyük bir
keyifle okuduğum, aşırı derecede beğendiğim bir roman oldu Merdivenler Kenti. Fantastik
edebiyatta farklı tatlar arayan, casusluk romanlarını ve entrikaları seven
herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ederim :)
0 comments:
Yorum Gönder