22 Kasım 2018 Perşembe

Merdivenler Kenti | Kitap İnceleme


Bazı kitaplar vardır, fantastik edebiyatta sık sık kullanılan klişelere düşmeyip yıllar boyunca keyifle hatırlayacağınız bir macera sunar sizlere. Merdivenler Kenti onlardan biri oldu benim için.

Bilirsiniz; tüm diyarları tehdit eden karanlık bir lord, herkesi kurtaracak bir seçilmiş kişi, klasik elf ve cüce ırkları… ve tabii ki ak sakallı, asalı büyücüler. Neredeyse her fantastik romanda gördüğümüz, okuduğumuz şeyler bunlar. Tolkien’in izinden giden, ona benzer dünyalar kurmaya çalışan kitaplar.

Ama arada sırada bu klişeleri yıkıp tamamen özgün şeyler ortaya çıkaranlar da oluyor. Brandon Sanderson seneler önce Elantris’le yapmıştı bunu bana mesela. China Mieville de Perdido Sokağı İstasyonu’yla. İşte şimdi bu ikisinin yanına büyük bir keyifle koyacağım başka bir kitabım daha oldu Merdivenler Kenti’yle.

Bir zamanlar birbirinden farklı karakterlere ve güçlere sahip olan altı ilahi varlığın hükmettiği Bulikov’da, namı diğer “Merdivenler Kenti”nde geçiyor hikâyemiz. Burası eskiden pek çok mucizeye ev sahipliği yapan ve “Kıta” olarak anılan toprakların en gözde şehri. Her ilahın kendi kuralları, kendi müritleri ve kendi mucizeleri var. Ve her biri farklı şehirlerde kendi halklarına hükmediyor. Hepsinin birleştiği, tüm mucizelerin ve halkların bir araya geldiği yerse Merdivenler Kenti.

Ancak uzun zaman önce, ilahlar tarafından görmezden gelinen ve yıllar boyunca sömürülüp ezilen Saypur halkı isyan ederek Kıta’ya saldırmış. Ve bu isyan sırasında kimsenin aklına gelmeyecek bir şey başarmışlar: İlahları öldürmek…

Bulikov artık eski günlerinin sadece solgun bir hayaleti. Sokakları pislik içinde, insanları fakir, binaları ve tapınakları yıkık dökük. Dahası, tarihleri ve dinleri de yasaklanmış, sansürlenmiş durumda. İlahlara inanmaya devam etmek şöyle dursun, onların isimlerini bile ağızlarına alamıyorlar. Kıta’yı işgal eden ve yönetimi elinde tutan Saypur yetkilileri bunu bizzat garanti altına alıyor. Kurallara karşı çıkanlarsa cezalandırılıyor.

Derken günün birinde Saypulu ünlü bir arkeolog gizemli bir cinayete kurban gidiyor ve kahramanımız Shara Thivani ile sekreteri Sigrud bu olayı araştırmak için Bulikov’a gönderiliyor. Shara aslında çok yetenekli bir casus ve ilahlar konusunda belki de dünyadaki en bilgili kişi. Sigrud ise… Ah, Sigrud! Kendisi kesinlikle kitaptaki en sevdiğim karakter oldu. İki metreye yakın boyu, iri yarı cüssesi, umursamaz tavırları ve tek gözüyle kuzeyli bir korsan o. En iyi yaptığı şey adam öldürmek ve Shara’yı korumak için elini kana bulamaktan hiç çekinmiyor. Ama tüm o umursamaz tavırlarına rağmen oldukça sempatik, sevilesi bir karakter kendisi. Shara’nın onu “sekreterim” diye tanıtması da ayrı bir komiklik katıyor işin içine.

Açıkçası kitabın ilk 100-150 sayfası boyunca biraz zorlandım. Çünkü yazarımız sadece çok detaylı bir şehir yaratmakla yetinmemiş. Tam aksine her biri birbirinden ayrıntılı bir sürü şehir, altı ayrı ilah, altı ayrı inanç, iki farklı kıta ve binlerce yıllık tarih yazmış. Detay seviyesi muazzam. Bu konuda yazara şapka çıkarmamak elde değil. Bununla birlikte bu durum ilk sayfalar sırasında sürekli yeni isimlerle, terimlerle ve kavramlarla karşılaşmanıza neden oluyor. Kim kimdi, o neydi derken olayı kavramak ve her şeyi öğrenmek için ciddi bir dikkat göstermeniz gerekiyor.

Ama ondan sonra kitap bir açılıyor pir açılıyor. En sevdiğim yanı sorduğu hiçbir soruyu cevapsız bırakmaması ve değindiği her konuyu açıklaması oldu. Son sayfayı da çevirdiğinizde ne kadar bütünlüklü bir eser okuduğunuzu düşünüp büyük bir memnuniyet hissediyorsunuz. Bunun yanı sıra klasik fantazya öğelerine hiç sığınmaması, Perdido Sokağı İstasyonu misali kendi kültürü olan bir şehir yaratması da çok güzeldi. Bir diğer sevdiğim yanıysa tıpkı Elantris’teki gibi bol miktarda entrika, politik numara ve akıl oyunları içermesi oldu.

Yazarın hayal gücünü de ciddi anlamda takdir etmek gerek. Her ilah için altı ayrı kişilik tasarlamakla kalmamış, bir de bunlara farklı biçimler ve anlamlar da yüklemiş. Her birinin yaratabildiği mucizeler ve hayat verdiği mucizevi eşyalar da bir o kadar detaylı. Hele bir bölümde yasaklı bir depoya girip birbirinden farklı mucizevi eşyayı gördüğümüz bir bölüm var ki sormayın gitsin: içinde fırtınaları saklayan, çözüldüğünde yağmur getiren düğümler; goblenleri canlandıran arpler, dalgaları akıntılara dönüştüren oklar; havada asılı kalıp göğü aydınlatan cam küreler; geceleri kaybolup sabahları sikkelerle dolu hâlde ortaya çıkan oyuncak trenler… Hepsi de birbirinden enteresan ve okuması ilginç şeyler. Bir de mhovost var tabii. Brrr…

Kitabın çevirisi için sevgili Yaprak Onur'u tebrik etmem gerek. Merdivenler Kenti’ni elinize alıp sayfalarını şöyle bir çevirdiğinizde her ama her sayfasının ağzına kadar, tıklım tıklım paragraflarla dolu olduğunu görebilirsiniz. Upuzun açıklamalar, satır satır betimlemeler. Her bölümün başında hayali bir tarihi belgeden alınmış, açıklayıcı paragraflar. Diyalogların arka arkaya geldiği yerlerin sayısı çok az, dolayısıyla çevrilmesi gereken çok fazla metin var. Bir çevirmen için gerçekten de zor bir durum. Ama Yaprak genel itibariyle bunun altından başarıyla kalkmış.

Bununla birlikte kitapta çok fazla yazım hatası da var ne yazık ki. Öyle her sayfada iki-üç yanlışlık görmüyorsunuz elbette. 500 sayfalık kitabın geneline vurduğunuzda sayıları iki elin parmaklarını geçmez. Ama sonlara doğru iyice kendilerini belli ediyorlar ve bu durum benim biraz canımı sıktı. Neden? Çünkü kitabı çok ama çok sevdim ve bu yüzden kusursuz olmasını isterdim.

Tabii şunu da unutmamak lazım, ben çevirmen olduğum kadar bir editörüm de. O yüzden yazım hataları konusunda hastalık derecesinde takıntılı biriyim. Bu yüzden normal bir okurun belki de sıkıntı etmeyeceği bazı şeyler gözüme batıyor. Sen yapmıyor musun böyle hatalar derseniz... üf, hem de ne biçim! Geçen gün birisi Ötekiler Arasında'ki yazım hatalarını yollamış bana, gözlerim yuvalarından uğradı :D "Ben mi yazmışım bunu yaa?!" dedim. Evet, ben yazmışım...

Yadırgadığım bir diğer nokta da "Saypuri" veya "Kolkashtani" gibi isimlerin "Saypurlu" ya da "Kolkashtanlı" şeklinde çevrilmeyip olduğu gibi bırakılması oldu. Başta biraz tuhaf geldi açıkçası ve isimleri öğrenmekte (Saypur - Saypuri) biraz zorlandım. Ama sonra "Azerbaycanlı" değil de "Azeri" dediğimiz geldi aklıma. Belki de doğrusu budur diyerek çok da takılmadım sonra.

Sonuç olarak, ilk 100 sayfayı atlattıktan sonra büyük bir keyifle okuduğum, aşırı derecede beğendiğim bir roman oldu Merdivenler Kenti. Fantastik edebiyatta farklı tatlar arayan, casusluk romanlarını ve entrikaları seven herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ederim :)

0 comments: