26 Şubat 2009 Perşembe

Şeytan Uykusuz Kalınca...
(İstanbul'da uykusuz bir gece...)



İstanbul'da bir gece vakti. Gecenin ilerleyen saatleri... İstanbul'un meşhur uğultusu kulaklarda. Boğaz Köprüsü ışıl ışıl parıldıyor yine ve uzun ve yorucu bir günün ardından uzaktaki ikizi ile sessiz bir muhabbete dalmış. İkizinin aklı fikri yine savaşlarda, fetihlerde... Kızkulesi yalnızlığının keyfini çıkararak gerinir ve uykuya dalmaya hazırlar kendini. Uzaktan gelen bir vapur sesi duyulur. Birdenbire başka bir ses yükselir gecenin içinde. Bir haykırış, bir kükreme.. Hırıltılı ve yüksek bir ses... Bir insana değil de sanki Orta Dünya'nın unutulmuş zamanlarında yaşamış bir ejderhaya ya da daha kötü bir varlığa ait bir ses. Bir an için bir sessizlik... ve tekrar o bağırış. Ses o kadar kudretli ki yerler sarsılıyor, sokak lambaları bir yanıp bir sönüyor. Ama anlaşılmıyor ne dediği, boğuk ve uzaktan geliyor sanki. Bir binadan geliyor ses, ikinci katta loş bir ışığı olan bir daireden. Komşu ahali uyanmaya başlıyor. Önce uyku sersemi ve mahmur sonra ise ürkek ve telaşlı. Bir bağırış daha ve yine yerler sallanıyor. "Neler oluyor?" diye sormaya başlıyorlar birbirlerine. Bir haykırış daha... çocuklar annelerinin dizlerine sarılıyorlar korkuyla. Herkesi bir telaş alıyor ve hemen polis aranıyor. Beş dakika içinde orada olacağı söylenen ekip arabası bir saat sonra aheste aheste olay yerine varıyor. Polisler önce olayı kavrayamıyorlar, dalga geçiliyor sanıyorlar. O ses tekrar duyuluncaya kadar. Hemen destek kuvvet isteniyor ve beş dakika sonra olay yeri Çelik Kuvvet ve Polis arabalarıyla dolup taşıyor. Binanın etrafı kuşatılıyor ama kimse içeri gidip de ne olduğuna bakmaya cesaret edemiyor. Bu arada meçhul bağırış periyodik olarak devam ediyor. En sonunda aralarında en deneyimsiz ve en yeni olan bir talihsiz seçiliyor doğal olarak. Herkes kendisinin gitmeyeceğini bildiğinden hallerinden memnun ve rahatlamış bir halde cesaret gösterilerinde bulunmaya başlıyor. "Aslında bende giderdim ama gençlerin önünü açmak lazım", "Ben bunun gibi kaç davayı çözdüm, aştım artık böyle şeyleri" Derken yüksek perdeden bir homurtu daha ve tüm -cesur- polisler araçlarının arkasına uçarak siper alır. Bir arabanın arkasında üst üste yatmak en gelişmiş polis savunma taktiklerinden biridir. En sonunda çaylak polis biraz da itelenerek binaya gönderilir.


Çaylak, bir taraftan unuttuğunu sandığı ama şaşırtıcı derecede hatırladığı birçok duayı hızlı hızlı okurken bir taraftanda dua okuma hızına ters orantılı olarak yavaş yavaş merdivenleri tırmanmaya başlar. Binanın içi loş ve karanlık, tek ışık kaynağı sesin geldiği daire kapısının altından süzülen hasta renkli bir ışık. Bir homurtu daha kopar. Binanın içinde daha şiddetli ama şaşırtıcı derecede daha anlaşılır gelir çaylağa... Artık kapıya varmıştır. İçeriden gürültülü bir müzik sesi ve sinirli bir homurtu duyulmaktadır. Tüm cesaretini toplayıp kapıyı çalar ve "Polis! Aç kapıyı!" diye bağırır. Yüksek perdeden bir bağırtı ve "KİMDİR O?" diye soran dünya dışı bir ses, sanki şeytanın kendisi bizzat cevaplar onu. Tüm cesareti az önce merdivenlerden koşarak kendisini terketmiş gibi hisseden çaylak en kibar sesiyle "Şey... eee... polistim de ben! Rica etsem amirim bir fincan kahve rica etti de, eğer varsa..." der. "NE KAHVESİ LANN?! DALGA MI GEÇİYOSUN!?? HARRRR!" diye kükrer şeytan. Bu son kükreme o kadar kuvvetlidir ki çaylağın ayakları yerden kesilir ve gerisingeriye merdivenlerden aşağı yuvarlanır. Gözlerini açtığında amirinin yanında bulur kendini. "Eee? Ne oldu? Ne varmış orada?" diye sorar amiri sabırsızca. "Şeytan!" diye cevaplar çaylak, "İçeride korkunç bir şeytan var. Ne yapacağız amirim?" diye sorar çaylak tirtir titreyerek. Tam amir "Ne şeytanı? İnanmam ben öyle şeylere. Benimle dalga mı geçiyorsun hergele?" diye azarlamaya başlamışken şimdiye kadar duydukları en korkunç kükreme yükselir binadan. Arabaların arkasında üst üste yatma taktiği birkez daha üstün bir başarı ile gerçekleştirilir, polislerin bu konuda eğitimli olduğu bellidir. Şapkasını düzelterek ayağa kalkan amir binaya doğru "Şeyy... birazcık inanırım canım, sizi alındırmak istememiştim" derken bulur kendini.


Artık bir telaştır sarmıştır herkesi, kimse ne yapılacağını bilmezken beş yaşlarında ufak bir kız çocuğu kalabalığın arasından sıyrılır ve "Ben bize yardım edebilecek birini tanıyorum" der miniminnacık sesiyle. Karizmayı tamamen çizdirmiş olan amir bu elindeki tek umuda dört elle sarılır ve "Kimmiş o, söyle bakalım ufaklık?" der. "Buradan az ileride Bahçelisaraylar ormanında bize yardım edebilecek bir peri var" diye cevaplar kız. Amir "Yok daha neler? İstanbul'un ortasında önce şeytanlar şimdi de ormanlar ve periler" diye düşünürken kızın bu önerisini duyan diğer çocuklar sevinçle "Tinuviel! Tinuviel! Evet, o bize yardım eder" diyerek sevinç çığlıkları atmaya başlar. Herkes şaşkınlık içindedir ama çocuklar neden bahsettiklerini bilir gibidir. Polis ve komşuların "Olmaz öyle saçma şey" "Bir deneyelim ne çıkar?" tartışmaları arasında şeytanın kudretli kükremesi tekrar duyulur ve herkes nerede olduklarını hatırlayarak tartışmaktan vazgeçer. "Peki ufaklık, git getir bakalım şu periyi" der amir. "O gelmez, bizim ona gitmemiz gerek" diye gelir cevap koro halinde çocuklardan. "Tamam biz gideriz o zaman" der amir.


Beş dakika sonra çocuklardan oluşan bir grup yanlarında bir polis -tabi ki çaylak- ile ormana doğru yola çıkarlar. Oradan uzaklaştığına memnun ve cesaretini toplamış olan çaylak "Ne yandadır bu orman çocuklar? Bunca yıllık İstanbulluyum, daha hiç ormana rastlamadım buralarda" diye sorar merakla. "Bahçelisaraylardaaaa..." der kız çocuğu "Bahçelievler demek istiyorsun herhalde" der polis klasik, her şeyi bilen ebeveyn pozlarında. "Haaayııır Bahçelisaraylar" diye cevaplar başka bir ufaklık bilmiş bilmiş. "Tabi tabi, eminim öyl...." Sözü yarım kalır çaylağın, çünkü tam o esnada çocuklardan biri önlerinde yükselen bir duvarın içinden geçip gözden kaybolur. Normal bir tuğla duvardı önündeki, üzerinde renkli tebeşirlerle çizilmiş çocukça resimler vardı. Tüm resimlerin ortasında da yine tebeşirle çizilmiş bir orman manzarası. Duvara giden yolda da bir seksek tablosu çiziliydi. Kendi adına bir çöp adam bile çizemeyen çaylağa bir sanat eseri gibi görünüyordu bunlar haliyle... Tam o izlerken başka bir çocuk seksek tablosundan seke seke ilerleyerek duvara sıçradı ve o da duvarın içinden geçerek gözden kayboldu. "Sıra sende" der kız. Çaylak bir kıza birde duvara bakar, sonra tekrar kıza bakar. "İyi de nasıl?" der. "İşte böyleee..." der bir oğlan çocuğu ve o da seksek tablosundan sıçrayarak duvardan geçer. Çaylak şaşkın şaşkın gözlerini kırpıştırır, sonra bir omuz silker ve seksek tablosunun başına geçer. Bir iki sıçrama ile duvara varır, bacaklarının tüm kuvvetiyle duvara doğru atılır ve iç burkan bir çatırtı ile duvara toslar. Ufaklıklardan bir kahkaha kopar, küçük kız çaylağın yanına gelerek ayağa kalkmasına yardımcı olur ve "Yanlış yapıyorsun, hiç seksek oynamadın mı sen?" diye azarlamaya başlar. O kadar komik bir görüntüdür ki bu, beş yaşındaki kız bir eli belinde diğeri ile bir parmağını sallayarak koskoca bir adamı azarlıyor, çaylak bile gülmeye başlar. "Oynamadım" der çaylak mahçup mahçup. Böylece kurallar anlatılır, bir örnek gösterilir ve bir çocuk daha duvarın içinden geçerek kaybolur. Tekrar dener çaylak. Bir, iki... duvara varır, gözlerini sımsıkı yumarak bir kez daha duvara doğru atar kendini. Ve hop! Bu kez çarpmadı, başardı işte! Ama nerdeydi? Hiç bir şey göremiyordu, etraf zifiri karanlıktı. Kör mü olmuştu yoksa? "Tabi ki bir şey göremezsin. Gözlerini açsana ahmak!" der kendi kendine... Ürkek ürkek gözlerini açar ve kendini yemyeşil bir ormanda bulur. Yeşilin her tonu vardır etrafında. Gökkuşakları, kelebekler... gerçek olamayacak kadar güzeldir orman. Görevini ve niye burada olduğunu unutarak hayran hayran etrafını seyretmeye başlar çaylak. Tam vaktinde arkasına dönerek küçük kızın bir şelalenin içinden çıkarak yanına gelmeye başladığını görür. "Duvar burada şelale olarak görünüyor demek ki" diye akıl yürütür kendi kendine. "Haydi" der ufaklık ve polisin elinden çekerek diğer çocuklara yetişmek için hızlı hızlı yürümeye başlarlar.


Bir açıklığın ortasında toplanmış halde bulurlar çocukları. Hepsi şarkı söyleyip oyunlar oynamakla meşgullerdi. Açıklığın ortasında ise devrilmiş bir ağaç kütüğü vardı. Küçük kız da diğer çocuklara katılınca çaylak yavaşça kütüğe doğru yürüdü. Üzerinde -V- şeklinde ucunda lastik gibi bir şey olan garip bir değnek vardı kütüğün. "Hiç böyle sihirli değnek görmemiştim" der çaylak. "Çünkü o sihirli değnek değil, benim koltuk değneğim" der arkasından bir ses. Hemen arkasına döner ve çocukların ortasında oturan, bir bacağı alçı ile sarılı bir bayan görür. "Ah üzgünüm, geçmiş olsun" der utanarak ve meraklı gözlerle kırık bacağa bakarak. "Önemli değil" der kadın "ufak bir iş kazası atlattım sadece". "Tinuviel siz misiniz?" der çaylak ürkekçe... "Tinuviel!" diye bağırır çocukların hepsi bir ağızdan. Kızıl saçlı, mağrur yüzlü bir bayandı Tinuviel. Hafifçe başını eğerek "Evet benim" der. "Buraya neden geldiniz? Sizin burada olmamanız gerekirdi, bu yasaktır." Küçük kız hemen araya girerek hem çaylağı getirdiği için özür dileyerek hem de geliş sebeplerini anlatarak durumu çabuk çabuk özetler. Aralarda hem çaylak hem de diğer çocuklar onay mırıltıları ve gerekli gördükleri yerlerde düzeltmeler yaparak kızın öyküsünü onaylarlar. Durumun ciddiyetini kavrayan Tinuviel'in yüzü sertleşir. Bir an için düşüncelere dalar ve yavaşça başını kaldırıp
"Üzgünüm, size yardım edemem" der. Bir anda hepsi ümitsizliğe kapılır. "Üzgünüm" der tekrar "ama bacağımın durumunu görüyorsunuz, bu halde size yardım edemem. Sözünü ettiğiniz şeytanı biliyorum elbette. Bunca zamandır onu kontrolümün altında tutan bendim zaten. Ama bu son birkaç haftadır bacağım yüzünden bunu aksatmak zorunda kaldım. Böyle bir şeyin olacağını tahmin etmeliydim" der düşünceli düşünceli başını sallayarak. "İyi ama kimdir o? Ya da nedir?" diye atılır merakına yenik düşen ve umutsuzluğun pençesinde olan çaylak. Düşüncelerinden sıyrılan Tinuviel çaylağa tartan bir gözle bakar sonra, "DeMoN derler ona" der "eskilerin ona taktığı isim buydu. Ama gelin ümitsizliğe kapılmayın. Size ben yardımcı olamam dedim. Hiç kimse olamaz demedim." Bu sözleri ile yüreklerine su serpilir etrafındakilerin. "Buralardan çok uzaklarda, uzak diyarlarda bir savaşçı tanıyorum. Kadim krallıktaki Üç prensten biri olarak bilinir. Bazıları şövalye derler ona, bazıları ise kahraman. O ise Yorgun Savaşçı demeyi tercih eder kendine... o size yardımcı olabilir. Çünkü o ve ben aynı yıldızların etkisinde gelmişiz bu dünyaya. O benden daha kadimdir hatta" der ve çaylağa bu savaşçıyı nerede bulacağını, ona neler anlatması gerektiğini iyice anlatır. Gerçi DeMoN ismini duyduğunda pek de tereddüt edeceğini sanmıyordur Savaşçı'nın ama yine de işini şansa bırakmamaya kararlıdır.


Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra Tinuviel değneğini kaldırarak (koltuk değneğini değil, sihirli olanı) ışıltılı bir kapı açar açıklığın ortasında. Ve çaylağa dönerek "Bundan sonrası sana kalmış, benim yapabileceğim tüm yardım bu." der. Çaylağın çocuklara baktığını görerek "Onları merak etme, en kısa zamanda evlerine geri döndüreceğim. Ama bundan sonrasına yalnız devam etmelisin. Bu yol çocuklar için fazla yorucu olur" diyerek merakını giderir. Çaylak teşekkürlerini sunarak ışıltılı kapıya doğru ilerler, nefesini tutar ve eşikten geçer. Yine zifiri karanlık karşılar onu. Üstelik bu kez gözleri de açıktır. "Bu sefer kesin kör oldum galiba" der yüksek sesle kendi kendine. "Kapa çeneni ve uyumaya devam et" diye bir ses
cevaplar onu. Şaşkın şaşkın "Uyumak mı? Evet iyi olurdu ama ya DeMoN ne olacak? Hem Tinuviel'e de söz verdim, Bezgin Savaşçı'yı bulmam lazım" diye yanıtlar sesi. "Bezgin değil yorgun... Yorgun Savaşçı" diye yanıtlar aynı ses onu ve birden ışıklar yanar. İçerisinde iki yatak bulunan ufak bir odada bulur çaylak kendini. Yataklardan birinde yorgun, bezgin ve bıkkın gibi ne kadar benzer kelime varsa hepsini hakedecek bir bakışla kendine bakmakta olan genç bir adam yatıyordu. "Bende seni kardeşim sandım, hala gelmemiş oysa. Bir polisin bu saatte odamda işi ne?" diye sorarak yataktan kalkar ve çaylağın karşısına dikilerek "Hem az önce DeMoN mu dedin sen yoksa bana mı öyle geldi?" diye devam eder. "Bu mu bize yardım edecek savaşçı? Pek de kısaymış" diye düşünür polis içinden. "Sen kendi işine bak, önce sorularıma cevap ver hem" der. Çaylak şaşkınlık ve korku içinde "Düşüncelerimi mi okuyorsun sen?" diyerek geri geri birkaç adım atar. "Okuyorsam ne olmuş? Sen sorularıma cevap verecek misin vermeyecek misin?" der esneyerek. Çaylağın kekelediğini görünce "Konuşamayacak kadar şaşkınsan düşünsen de olur" diye ekler kıskıs gülerek.


İlk şaşkınlığını atlattıktan sonra çaylak hızlı hızlı başından geçen olayları ve Tinuviel'in kendisine öğütlediği
bazı sözleri savaşçıya aktarmaya başladı. Bu arada savaşçı, adına yakışır bir biçimde oldukça yorgun ve bıkkın bir halde oturarak ve arada bir başını sallayarak onu dinliyordu. DeMoN'un adı her geçişinde yüzünde garip bir gülümseme ve gözlerinde bir ışıltı yakalıyormuş gibi geliyordu çaylağa. Sonunda hikaye bitti ve çaylak da soluksuz bir şekilde genç adamın yanına oturdu. "Eee? Ne yapıyoruz? Bize yardım edecek misin?" Savaşçı ona bakarak "Yardım mı? Sizin yardıma ihtiyacınız yok ki... ama evet yardım edeceğim, merak etme" der çaylağın yüzüne düşen endişe çizgilerini görünce ve zihninden geçen -kahverengi bir şeyleri yemekle- ilgili düşünceleri sezince. Yavaşça kalkar, siyah deri kaplı bir çantayı durduğu tozlu raftan alır ve gitmeye hazır olduğunu belirtircesine kafasını sallar. Elinin bir hareketiyle kıyafetleri değişir, siyah bir pelerin ve geniş siperlikli siyah bir şapka vardır şimdi üzerinde. Bir iki anlaşılmaz söz ile odanın duvarlarından birinde bir kapı açar ve birlikte kapıdan geçerler. Çaylak merakla "O çanta nedir? Şeytanlara karşı gizli bir silah falan mı var içerisinde?" diye sorar. Yorgun Savaşçı sakince cevaplar "Hayır, CD çantam..."


Polis ve komşular şaşkınlık içerisindeydi. Önce ışıltılı yeşil bir kapı caddenin ortasında açılmış ve çocuklar geri gelmişti. Ardından da siyah, koyu bir boyut kapısı sokağın üst taraflarında açılmış ve Çaylak ile yanında siyahlara bürünmüş genç biri kapıda çıkarak yanlarına doğru yürümeye başlamıştı. Amir gözlerini kırpıştırarak yanındaki polise "Hiç bu kadar çirkin bir peri görmemiştim" dedi. "Yardım edebileceğimiz bir şey var mı?" diye sordu çaylak biraz isteksiz bir şekilde. Çünkü o binaya tekrar girmek gibi bir niyeti kesinlikle yoktu. "Evet var" dedi savaşçı "Cips ile cola getirin bana. Çok olsun" Az sonra kafalarda soru işaretleri ile istenilenler getirildi ve savaşçı dönerek kalabalıkla konuşmaya başladı. Ama sesi az önceki ses ile aynı değildi, derinden ve yankılı, hem rica eden hemde hükmeden bir sesti bu. "Burada işiniz bitti, şimdi gidin ve uyuyun. Uyandığınızda da bu olanların hiçbirini hatırlamayın." Kalabalığın üzerine birden bir uyku ve boşvermişlik hali çöktü. Yavaşça evlerine dönmeye başladılar, polislerde arabalarına binip uzaklaştı. Yorgun Savaşçı uzaklaşan çaylağa bakarak "Üzgünüm ama bu gerekli" dedi ve sessizce ona teşekkürlerini sundu. Sabah kalktıklarında hiçbiri olanları hatırlamadı. Yorgun Savaşçı hala homurtuların yükseldiği binaya döndü yüzünü ve ağır ağır merdivenleri tırmandı. Kapıyı çaldı. DeMoN'un kükreyen sesi yanıtladı kendisini. "Benim, ben. Aç kapıyı, bak ne getirdim" dedi savaşçı. Kapı aralandı, DeMoN'un kan çanağı gözleri savaşçının gözleri ile buluştu. Sonra DeMoN karşısındakini tanıyınca birden gözleri ve sesi normale döndü, evin içindeki ışıltı söndü ve "Aaa.. kanka naber yaw?" diyerek eski dostunu kucakladı. "İyiyim iyi, koca bebek seni. İki dakika yalnız bırakmaya gelmiyorsun, hemen ortalığı ayağa kaldırmışsın yine. İlle birinin seni oyalaması gerek di mi? Tinuviel gönderdi beni, selamı var sana. Bak sana cips getirdim, film de var. Hatta istersen oyun da oynarız ama önce uyuyalım çok yorgunum" diyerek içeri girdi ve kapı ardından kapandı.

İstanbul fotoğrafı / Istanbul Photo by Sinan Doğan

11 comments:

Adsız dedi ki...

Seni çok ama çook seviyorum kardeşim.Bu yazıyı omrumun sonuna kadar sakılcam...Diyecek birşey bulamıyorum sana olum...CD çantanı kapta gel o zaman... :))

mit dedi ki...

Geliyorum bekle :) Sabahın ilk ışıklarına kadar bina tepelerinde dolaşasım geldi neden acaba? :))

Adsız dedi ki...

***** 5 yildizli aferim, yine deli guzel yazmissin Ihsan:)

mit dedi ki...

Yabancı basından da tam not aldık ;) Sağol Kaancım, çok teşekkürler.

Adsız dedi ki...

hayatımda okuduğum en güzel hikayeydi..ayrıca bir hikayenin kahramanı olmak beni onurlandırdı grurlandırdı:) yıllar sonra bu hikayeyi çocuklarıma anlatıcam içerde yorgun savaşçı ve demon film izlerken..saol dostum..:)

Adsız dedi ki...

ihsancım, bu yazıyı sırf sen yazdın diye okumayı çok istiyorum-ki girişten başladım..:)) şimdi worde aldım ve büyüttüm, bu saat ve gözlerim yorgun malum ihtiyarlık... ama okumadan yorum yazmak istedim. çok güzel olduğunu biliyorum, ve yazılarını okumaya değer görüyorum, başka hiçbir yazıyı böyle kopyalayıp çıkış alıp okumam çünkü...

ve sen hep yaz... çok başarılısın...
şimdi fatihle konuştuk, olması muhtemel bi projemiz var, olursa-ki inşallah olacak, metin yazarlarımızdan biri muhakkak sen olacaksın..
... Read More
seni öpüyoruz,

sevgiler..........

mit dedi ki...

Rica ederim arkadaşım. Hayatımın kahramanlarından ikisi yazdığım bir hikayenin kahramanı olmuş çok mu? :)

Yeşim abla çok sağol. Sizlerden böyle güzel övgüler almak gerçekten de çok mutlu etti beni. Ayrıca ihtiyarlık lafını da duymamış olayım ;)

Adsız dedi ki...

harika..eline yüreğine sağlık kardeşim...' tek ışık kaynağı sesin geldiği daire kapısının altından süzülen hasta renkli bir ışık....' bu söze hasta oldum:) mükemmel...

mit dedi ki...

Eywallah Fuatçım, beğenmene sevindim.

Adsız dedi ki...

"çipsle cola getirin banaaaaa çok olsuuuun":Pp..;)))))
way!güsel hikaye ihsoşş..sende cevher varmışş

Adsız dedi ki...

Ulen unlu oluyosss be sayende... :))