25 Haziran 2009 Perşembe

Göl halkı (Bölüm 2)

Nihayet ormanın sonundaydı. Geniş açıklıkta durdu ve önünde uzanan manzaraya baktı. Büyücünün köşkü tüm haşmetiyle karşısında duruyordu. İster istemez buraya ilk geldiği güne kaydı düşünceleri. O zaman burası karanlık ve kötücül bir yerdi ama büyücünün dönüşüyle şu anda oldukça güzel bir yere dönüşmüştü. Köşkün bulunduğu tepenin eteklerine baktı ve yeniden kurulan Viran kent’i gördü. Eskiden bir harabeden ibaret olan kenti böyle canlı görmek şövalyeyi mutlu etmişti. Ne yazık ki kılıç aynı görüşte değildi. “Pöh! Onca yol teptik ve karşımıza biçebileceğim tek bir düşman bile çıkmadı. Ne sıkıcı…” dedi memnuniyetsizlikle. “Buna sevinmelisin. Büyücü dostumuzun ve buradaki halkın güvende olduğunu gösterir bu.” Kılıç “Hıh…” diyerek homurdandı. Şövalye ise başını olumsuz anlamda sallayarak gülümsedi ve köşkün bulunduğu tepeye doğru yürümeye başladı.

Kısa bir süre sonra köşkün çift kanatlı kapılarının önündeydi. Onun yaklaşmasıyla birlikte kapılar kendiliğinden açılarak yol verdi. “Tıpkı daha önce olduğu gibi…” diye mırıldandı şövalye. Kapıları tutan her iki sütunun üzerindeki Gargoyle heykelleri uğursuzca onu süzdü. Şövalye onların bakışları altında ürperdiğini hissetti. Hızlı adımlarla bahçeyi geçip köşkün asıl kapısına vardı ve kısa merdiveni çevik bir şekilde tırmanarak kapıyı çaldı. Kapıyı eliyle tıklatmasıyla birlikte acı dolu, keskin bir “Ahh!” sesi işitildi. Şövalye şaşkın gözlerle etrafına baktı ama sesin sahibini göremedi. Bir omuz silkti ve beklemeye başladı. Tam kapıyı tekrar çalmak için elini kaldırmıştı ki “Hey, kes şunu! Ben senin kafana vuruyor muyum?” diye bir ses yükseldi yeniden. Konuşan kapıydı. Şövalye ağzı bir karış açık, kapıya bakakaldı.
“Bütün gün orada aval aval dikilip beni mi seyredeceksin yoksa ne istediğini söyleyecek misin?” diye çıkıştı kapı sinirle.
“Ben… Şey… öhöm!” diyerek kendini toplamaya çalıştı şövalye. “Büyücü Marvin’i görmeye gelmiştim de. Eski bir arkadaşıyım.” demeyi becerebildi sonunda.
“Böylesi daha iyi.” dedi kapı, oldukça aristokrat bir uşağın aksanı ile. “Randevunuz var mıydı?”
“Randevu mu? Şey, hayır. Neden? Olması mı gerekiyordu?”
“Randevusuz kimseyi içeri alamam. Size iyi günler.” dedi kapı kendini görmüş bir sesle.
“Alamaz mısın? Alamam da ne demek! Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye çıkıştı şövalye öfkeyle.
“Hayır, siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” diye sordu kapı, yüksekten bakan bir ses tonuyla.
“Hayır ama umurumda bile değil!” dedi şövalye.
“Güzel. Ben de sizin kim olduğunuzu bilmiyorum ve umurumda bile değil. İyi günler.” dedi kapı ve sessizliğe gömüldü. Şövalye zar zor kapadığı ağzının tekrar bir karış açılmasına engel olamadı. Az önce bir kapı tarafından faka bastırılmış, üstüne üstlük bir de kovulmuştu.
“Hey! Siz saygıdeğer koruyucu, merhaba.” diye ciyakladı kılıç, şövalyenin şaşkın bakışları arasında.
“Buyurun efendi kılıç.” diye yanıtladı onu, gururu okşanmış kapı.
“Selam olsun size. Biliyor muydunuz? Ben de tıpkı sizin gibi Efendi Marvin’in büyülü icatlarından biriyim. Yani sizinle akraba sayılırız.”
“Öyle mi?” dedi kapı ilgiyle. “Hoş geldiniz efendi kılıç. Size nasıl yardımcı olabilirim acaba?”
“Sizin için bir sakıncası Büyücü Marvin’i görmek istiyoruz.” diye bildirdi kılıç.
“Hay hay, ne gibi bir sakıncası olabilir ki? Ama önce sormam gereken bir soru var. Randevunuz var mıydı?” dedi kapı.
“Hayır.”
“Randevusuz kimseyi içeri alamam. Üzgünüm.” dedi kapı tekrardan.
“Bana baksana sen, seni sonradan görmüş kereste. Hemen kenara çekil yoksa seni cilalandığın güne pişman ederim.” diye çıkıştı kılıç, sinirli bir şekilde. Bir anda bütün kibarlığı gitmişti sanki.
“Hiç sanmıyorum efendi tereyağı bıçağı!” diye yanıtladı kapı onu aynı sinirli tonla. İki büyülü nesne arasında gürültülü bir hakaretleşme başladı. Ne yapacağını bilemeyen şövalye ellerini kulaklarına bastırmış kapıdan geçmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu. Tam o esnada kapının ardından “Burada neler oluyor yine? Yoksa yine o büyü ansiklopedisi satmaya çalışan üçkâğıtçı mı?” diye bağıran bir ses duyuldu. Kapı bir hışımla açıldı ve Büyücü Marvin’in öfkeyle kızarmış yüzüyle karşılaştılar. Marvin karşısındakileri görünce bir anlığına afalladı. Sonra yüzündeki kızgın ifade yerini bir sevinç dalgasına bıraktı. “Sevgili dostum! Demek ziyaretime geldin ha? Bu ne güzel sürpriz.” diyerek hararetle şövalyenin elini sıktı.
“Hey, bilmiyorum dikkatini çekti mi ama ben de buradayım.” dedi kılıç, gücenmiş bir sesle. “Elbette, elbette. Sen de hoş geldin eski dostum. Buyurun, orada bir yabancı gibi dikilmeyin lütfen. İçeri gelin.” diyerek misafirlerini salonuna buyur etti.

Marvin’in salonu, şövalyenin bugüne kadar gördüğü en ilginç mekânlardan biriydi. Odanın bir köşesinde üzerinde çeşitli aletler olan bir masa ve küçük bir kitaplık bulunuyordu. Odanın ortasında ise hasır bir masa ve masanın etrafına sıralanmış geniş, egzotik koltuklar vardı. Masanın üzeri ise birbirinden garip, hareketli gümüş aletlerle doluydu. Tam şövalye bakarken aletlerden biri ufak bir duman bulutu fışkırtıp odaya güzel bir koku yayılmasını sağladı. O merakla odayı incelerken büyücü konuşmaya devam ediyordu. “Kapının kusuruna bakmayın. Ama araştırmalarımı sağlıklı bir biçimde yürütebilmem için böyle bir koruyucuya ihtiyaç duydum. Yanlış anlamayın sakın, ihtiyacı olan birine yardım etmekten asla çekinmem. Ama kapımı o kadar abuk sabuk şeyler için çalıyorlar ki, bir bilseniz. Kızının kısmetinin açılmasını isteyen kocakarılardan tutun da kurbağaları prensese çevirmeye çalışan delikanlılara kadar her türlüsü kapımda. Nasıl, ortalığı bayağı toparlamışım değil mi?” dedi keyifle, eliyle salonu göstererek.
“Evet, harika iş çıkarmışsın doğrusu.” dedi şövalye.
“Eskisinden bile iyi olmuş Efendi Marvin.” diye ciyakladı kılıç.
“Teşekkürler, biraz büyünün de yardımı olmadı değil hani.” dedi Marvin böbürlenerek. “Fakat ne kadar da kabayım!” dedi eliyle alnına bir şaplak atarak. "Size içecek bir şeyler bile ikram etmedim. Yorgun olmalısın. Ne içersin dostum? Ya da yiyecek bir şeyler mi istersin?”
“Çay olabilir.” dedi şövalye, aklına çaydan hiç haz etmeyen bir dostu geldiğinden hınzırca gülerek.
“Çay olsun o zaman.” dedi Marvin. Kıkırdayarak elini sivri uçlu şapkasına daldırdı ve içinden birkaç porselen fincan ile gümüş bir çaydanlık çıkartıverdi. Şövalyenin kendisini keyif ve hayret karışımı gözlerle izlediğini görünce gülümsemesi genişledi ve “Aslında büyü ile de hazırlayabilirim elbette ama tadı asla gerçeğinin ki gibi olmuyor.” dedi göz kırparak.
Marvin şöminenin mavi ateşi üzerinde çayları hazırlamakla meşgulken şövalye de odayı incelemeye devam etti. Neyin konuşup neyin ısıracağından emin olamadığı için hiç bir şeye dokunmaya cesaret edemiyordu. Gözü duvara asılmış olan çerçevelere takıldı. Daha yakından baktığında bunların diploma ve sertifikalardan oluşan bir sergi olduğunu gördü. Yüksek Büyücülük Sertifikası, Merlin’in Nişanı gibi birçok ödül ve nişan arasında özellikle bir tanesi çok ilgisini çekmişti. Zamanda Yolculuk Araştırma Kurulu tarafından verilmişti ve üzerinde “…gösterdiğiniz üstün başarılardan ve araştırmalarımızda kat ettiğiniz önemli adımlardan dolayı…” yazıyordu. Merakla Marvin’e baktığında büyücünün çay servisini tamamladığını ve onun da kendisine bakmakta olduğunu gördü. Tam parmağıyla sertifikayı işaret etmiş ve bir soru sormak için ağzını açmışken, Marvin “Ha, o mu? Saçmalıktan başka bir şey değil.” dedi elini aptalca bir fikri başından savuşturur gibi sallarken. “Zamanda yolculukmuş, hah! Böyle bir şeye kim inanır ki?” diye ekledi ardından da abartılı bir şekilde gülerek. Şövalye gülüşteki abartıyı ve büyücünün gözlerindeki ifadeyi kaçırmadı. Şövalyenin bilmediği bir nedenden ötürü büyücü yalan söylüyordu. Ama üzerinde fazla durmamaya karar verdi. Sonuçta dostum dediği bu yaşlı adama güveniyordu ve herkesin sır saklamaya hakkı vardı. Şövalyenin bile büyücüye anlatmadığı pek çok sırrı vardı ne de olsa…
Marvin eliyle koltuklardan birini işaret ederek “Otursana. Merak etme, ısırmaz.” dedi gülerek.
“Ben ısırmasından çok konuşmasından çekiniyorum.” diye yanıtladı onu şövalye, kılıcının bu yoruma yaptığı itirazlara kulak tıkayarak. İki arkadaş bir süre çaylarını yudumlayıp son görüşmelerinden beri olan biten olaylar hakkında konuştular. Sonunda laf dönüp dolaşıp şövalyenin geliş sebebine ve balıkçı kasabasında meydana gelen garip olaylara geldi. Şövalye, balıkçının hikâyesini anlatabildiği kadarıyla büyücüye aktardı. Kılıç ise arada düzeltmeler yaparak veya katıldığı yerlerde mırıldanarak yine sessiz kalmamayı başardı.
“İşte böyle Marvin. Anlayacağın hem yolu kısaltmak hem de yardımını almak için buraya geldim.” dedi şövalye en sonunda, hikâyesinin bittiğini belirtmek için.
“Hmmm… İlginç bir durum. Size yardım edeceğim elbette ama ben gelemem maalesef. Çok önemli bir araştırmanın ortasındayım ve öylesine kenara atılıp bırakılabilecek bir şey değil. Çok üzgünüm.” dedi büyücü.
“Anlıyorum.” dedi şövalye, hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak.
Bir anlık bir sessizliğin ardından Marvin, “Burada bekleyin. Size yardımcı olacağını sandığım nadir bir bitki var elimde.” diyerek ayağa kalktı ve odadan çıkıp gözden kayboldu. Birkaç dakika sonra elinde ufak bir kavanoz ile birlikte geri döndü. Kavanozu hafifçe havaya kaldırıp içindeki bitkinin görünmesini sağladı. “Galsamotu. Bizim ihtiyar Rowling’in (1) stokundan. Rowling’i tanıyorsun değil mi? Meşhur bir büyücüdür. Çok da maharetlidir aynı zamanda. Geçenlerde ziyaretime geldi. Hediye olarak da ender bulunan bitki ve parşömenler getirmiş yanında. İyi adamdır bizim Rowling ama biraz çatlaktır da. Büyücüler hakkında bir kitap yazmak gibi garip bir fikir oluşturmuş kafasında. Torununun torununun torunlarından biri için saklayacakmış ve çok zor bir zamanında kitabı ona verip zengin olmasını sağlayacakmış. Daha neler… Bir kitapla nasıl zengin olunabilir ki? Hem de içinde büyücüler olan bir kitap!” diyerek gevrek bir kahkaha attı. Büyücünün söylediklerinden tek kelime bile anlamayan şövalye kavanozu eline alıp bitkiyi dikkatle incelemeye başladı. Yapışkan, grimsi yeşil bir görüntüsü vardı otun. “Ne işe yarar bu?” diye sordu merakla.
“Ah, evet. Konuyu fazla dağıttım yine. Bu ot, su altında nefes almanı sağlar dostum. Anlattığın olaylara bakılırsa sorunun kaynağı gölün dibinde. Orada nefes almak kılıç için olmasa bile senin için epey bir sorun olur zannımca.” diyerek gülümsedi yarım ay biçimindeki gözlüklerini düzelterek.
“İyi bir noktaya değindin.” dedi şövalye.
“Daha fazlasını yapmak isterdim ama şu anda elimden gelenin hepsi bu. Ama yapabileceğim bir şey daha var sanırım. Hava iyice karardı. Bu gece burada kalın, akşam yemeğini beraber yeriz. Yarın sabah da erkenden yola çıkarsınız.” Şövalye bu teklifi memnuniyetle kabul etti. “Güzel!” dedi Marvin ellerini bir kez çırparak. “Şimdi… Biraz daha çaya ne dersin? Bu arada, sizce de burası çok sıcak olmadı mı?” diyerek cebinden ufak bir cihaz çıkarttı. Cihazı, tavana yakın bir yere monte edilmiş bir alete yöneltip bir tuşa bastı. Yumuşak bir Bip! sesi duyuldu ve anında odada hafif bir rüzgar esmeye başladı.
“Nereden buluyorsun bu garip aletleri hiç anlamıyorum.” dedi şövalye hayretle.
“İcatlarımdan biri sadece.” diye kıkırdadı Marvin. “Buna süper klima diyorum. Nasıl buldun?”
“Oldukça enteresan. Sanki burada icat edilmiş gibi değil de gelecekten gelen bir buluş gibi…” dedi şövalye, hafif iğneli bir ses tonuyla. Bu yorum üzerine Marvin telaşla yerinde zıpladı ve yanlışlıkla kumandadaki farklı bir düğmeye basıverdi. Birdenbire odanın içinde yağmur yağmaya başladı. Büyücünün panikle başka bir tuşa basmasıyla yağmur yerini keskin bir tipiye bıraktı. Ardından sis bastı. Nihayet üçüncü denemesinde büyücü havayı eski haline döndürebildi. Bir taraftan da şövalyeye kaçamak bakışlarla bakmaktaydı. Şövalye çayını yudumlarken bıyık altından hafifçe gülümsedi. Görünüşe göre hedefi tam on ikiden vurmuştu.

1- Rowling: Yazar { yani ben :) } burada Harry Potter serisinin yazarı J.K.Rowling'e bir atıf yapıyor. Seriyi okuyanlar galsamotunu "Ateş Kadehi" romanından hatırlayacaktır.

Köşk fotoğrafı / Mansion photo by iKink-Stock
Büyücü Odası / Wizard's Study by NightsongWS

12 comments:

Pabuc dedi ki...

heh tamam hikayenin devamını yazmışsın şimdi gördüm sonra okuyacam yorum yazacam:))

carmen dedi ki...

efendi marvin...buralarda yağmurlu:S

mit dedi ki...

@ DPB : Teşekkürler, yorumunu bekliyorum.

@ carmen : Sorma :) Haziran'ın ortasında sırılsıklam oldum :) Kaderim midir nedir? Sağımda gökyüzü pırıl pırıl, solumda güneş parlıyor. Ama tepemde kara bulutlar :) Yorum için sağol

Pabuc dedi ki...

Ve nihayet okudum hikayenin devamını:)) Anlatımın çok hoş sıkılmadan okudum arada esprilerde katmışsın pek bi şık durmuş:)
Onun dışında bu büyücüyü gözüm tutmadı pek bi yalancı gibi geldi bana:)))bakalım sonunda ne olacak..ZAten klimada bozukmuş ,Allah bilir onuda gelecekte 2.el pazarından almıştır o büyücü:))

Gönlüne eline sağlık...

mit dedi ki...

Teşekkür ederim tekrardan, beğenmene çok sevindim. Birilerinin okuduğunu ve beğendiğini bilmek çok hoş gerçekten de. Sağolun, varolun.

Bu arada, aman Marvin duymasın, büyücülerin sağı solu belli olmaz pabucunu ters giydirttirebilir yoksa :)

Pabuc dedi ki...

hehe papucumun Marvin'i o benden korksunnn:)))o hayaliii bense canlıyım bir silgiyle silerim onu:))ne kadar canı var kiii

mit dedi ki...

hehehe :) bak bu süperdi :)

Pabuc dedi ki...

Ben Marvin'e laf mı etmiştim töbe geri aldımmm ne cesaret:)) ben kimmmm bi büyücüye laf etmek kimmmm:))

Hazal dedi ki...

Yine mizahi bir anlatımla devam ediyor hikaye. Sherk benzetmesi yapmak istiyorum yine :). Onun gibi bir tadı var çünkü. Masalsı ve alaylı bir yönü ;).
Kılıç hala favorim ama sahaya pek çıkmadı bu bölümde, tüh. Yalnız bir yerde "Pöh!" dedi orda koptum. Neden mi? Aklıma Flint geldi :D. Siz de ejderhamızrağı okumuşsunuz açıklama yapmaya gerek yok bu nedenle :).(Flint'i saygıyla anıyoruz...)
Şöyle bir eksiklik çarptı gözüme, betimlemeler konuya uymak açısından daha masalsı olabilir. Böyle biraz şairane söyleişler gibi. Bu kötü mü derseniz, yoo gayet iyi. Sadece pekiştirme anlamında demiştim ben. Kapı mesela daha detaylı anlatılabilirdi. Şövalyenin elnini altından bir ağız çıkabilir ve bazı garip seslerle bir şeyler geveleyebilir, sonra şövalye panikle elini çektiginde "napıyosun kardeşim! sansürledin bizi!" gibi tepkiler verebilirdi :). Bunların hepsi misal elbette. Son olarak, keşke kapının bir yüzü oluşsaydı şövalyenin şaşkın bakışlarının eşliğinde. Kapı konuşuyor ama biz ağız ya da yüzü çıkıverseydi birden ortaya.

Foruma üye olmuşsunuz ^^. Çok sevindim, bir de size özel mesaj attım hemen. Baktım son üye siz aman dedim hemen bir hoşgeldin mesajı atayım :).

Hazal dedi ki...

He bir de bir şey unutmuşum, Rowling göndermesi çok güzel olmuş ve bir o kadar da yaratıcı ancak keşke hikayenin sonunda açıklamasaydınız :). Böyle durumlarda anlayışı okuyucuya bırakmak iyidir diye düşünüyorum. Her şeyi söylersek, yazdıklarımızın ne anlamı olur ki :). (şahsi fikrim tabiiki bu)

Galsamotunu görünce bir heyecanlandım nedense :). Eminim seriyi okuyanlara da bu hissi vermiştir(ama hala 1 numaram ejderhamızrağı :P). Galsamtounun ne olduğuna dair wiki'ye yönlendirme de gayet hoş olmuş. Hikaye içinde açıklamaktansa böylesi çok yerinde diye düşünüyorum. Yazarların buluşlarını kullanmak da hikayeye ayrı bir tat katmış. Herkes Tolkien'in elflerini kullanırda kimse Rowling'in Galsamotu'nu kullanmaz :D! Çok yaratıcı.

mit dedi ki...

Öncelikle uzun ve keyifli yorumunuz için teşekkürler. Eleştriler için de ayrıca teşekkürler.

Sizin de belirttiğiniz gibi betimlemelere daha fazla yer verebilirdim. Ama zaten uzun olan yazıyı iyice uzatmamak adına bazı şeylerden feragat etmek zorunda kaldım. Malum, blog okuyucusu fazla uzun yazılara gelemez.

Kapının yüzü meselesine gelince... Ne ilginçtir ki ben kapıyı hayalimde hep konuşurken yüzü oluşan bir nesne olarak hayal etmiştim. Ama bu ayrıntıyı yazmayı unutmuşum :P Siz söyleyince fark ettim. İnanır mısınız, "nasıl yani? yazmamış mıyım?" diyerek o kısmı birkez daha okudum :)

Rowling benzetmeleri övgünüz için de ayrıca teşekkürler. Yazının ilk halinde Rowling ile ilgili dipnot yoktu aslında. Fakat sonradan gelen yorumarda bu konuyla ilgili bir tepki işitmeyince yazının sonuna ekleme ihtiyacı duydum ben de.

Şimdi gidip forum mesajıma bir bakayım :)

mit dedi ki...

Bir de unutmadan.... Pöh! :)))