Benim adım Harry Blackstone Copperfield Dresden. Bu adı kullanarak beni çağırırsanız risk size aittir. Ben bir büyücüyüm. Chicago’nun merkezindeki bir büroda çalışıyorum. Bildiğim kadarıyla ülkede çalışan tek profesyonel büyücüyüm. Beni sarı sayfalarda ‘Büyücüler’ başlığı altında bulabilirsiniz. İster inanın ister inanmayın, orada bir tek ben varım. İlanım şöyledir:
HARRY DRESDEN – BÜYÜCÜ Kayıp eşyalar bulunur. Paranormal soruşturmalar. Danışma. Tavsiye. Makul fiyatlar. Aşk iksirleri, bitmek bilmez servetler ve çılgın partiler iş kapsamı dışındadır. |
Kaç kişinin sadece ciddi olup olmadığımı bilmek için beni aradığını bilseniz şaşardınız. Ama öte yandan eğer gördüğüm şeyleri görmüş olsanız, bildiklerimin yarısını bilseniz herhangi birinin nasıl ciddi olmadığımı düşünebildiğini merak ederdiniz.
İşler tuhaflaştığında, geceleri size çarpan bir şey ışıkları yaktığında, başka hiç kimse size yardım edemediğinde beni arayın.
Numaram rehberde var.
Harry Dresden ile tanışın
Dresden Dosyaları, Amerikalı Jim Butcher’ın ilk romanı. Kendisi Codex Alera isimli bir başka serinin de yazarı ve bu iki eser kendisini birden fazla kez New York Times Bestsellers listesine taşımış. Dresden Dosyaları, diğer seriye göre daha fazla tanınıyor ve 2000 yılından beri maceraları yayınlanmakta. Hatta (kitapla pek alakası olmasa bile) dizi filme bile dönüştürülmüş bir eser. Ülkemize gelişiyse 2010 yılında, İthaki Yayıncılık tarafından gerçekleştirildi.
Kitabımızın kahramanı Harry Dresden, günümüz Chicago’sunda yaşayan gerçek bir büyücü. Annesi doğum esnasında hayata gözlerini yummuş. Onu tek başına büyüten ve bir sahne sihirbazı olan babası, adını üç büyük ustaya ithafen koymuş; Harry Houdini, David Copperfield ve meşhur illüzyonist Blackstone… Siyah uzun pardösüsü, mavi kot pantolonu ve kovboy çizmeleriyle western filmlerinden fırlamış gibi bir hali var. Hazırcevap kişiliğe ve iyi espri kabiliyetine sahip biri.
Harry, iksirler hazırlıyor, rüzgâra hükmediyor, etrafı ateşe verebiliyor ve ellerinden şimşekler fırlatabiliyor. Kısacası bir büyücüden bekleyebileceğiniz her türlü yetenek kendisinde fazlasıyla mevcut. Yine de tüm bu becerilerine rağmen insanların alay konusu olmaktan ve hor görülmekten kurtulamıyor. Tanıştığı herkes ona şarlatan gözüyle bakıyor ve bu fikirlerini yüzüne söylemekten de kaçınmıyorlar. Hem de alaycı kahkahalar eşliğinde… Bu Harry için hiç de iyi değil elbette. Aynı zamanda işi için de…
Sizin de anlayacağınız gibi Harry tam bir yorgun savaşçı. Başı beladan kurtulmayan, hiçbir işi doğru gitmeyen, tüm iyi niyetine ve doğru olanı yapma çabalarına rağmen yanlış anlaşılmaktan kurtulamayan biri. Sevdiklerini ve kendini korumak adına büyü ilminin sırlarını açıklaması kesinlikle yasak. Fakat başta Murphy olmak üzere herkes bilgisini paylaşması yönünde üzerinde baskı kurmakta. Sessiz kaldığı zamanlarda da ya sahtekâr ya da hain damgası yemekten kurtulamıyor. Ama tüm bunlar onu işini yapmaktan alıkoymuyor. Büyük güç, büyük sorumluluk getirir felsefesini taşıyanlardan o da. Bu özelliğiyse onu daha fazla belaya bulaştırmaktan başka bir işe yaramıyor maalesef (bizim açımızdan bakarsak ne mutlu!). Eğer işler bundan daha kötü olamazdı diyorsanız bir daha düşünün çünkü işin içinde Dresden varsa her şey her an daha da berbatlaşabilir.
Büyü başlasın!
Harry’nin dünyası her ne kadar bildiğimiz Chicago’dan ibaret olsa da aslında bir o kadar da tanımadığımız bir yer. Şirket sahibi vampirler, sokaklarda cirit atan Kurtadamlar, karanlık köşelerde bekleyen iblisler var burada. Aynı zamanda Yok Diyar, Beyaz Konsey gibi olgular da yerleştirilmiş arka plana. Harry’nin de geçmişi pek aydınlık değil ve peşinde olan kimseler var. Fakat bunların hepsinden azar azar bahsediliyor ve kendinizi daha fazlasını öğrenmek için olayların içine çekilivermiş buluyorsunuz.
Serinin ilk kitabı olan Fırtına Büyücüsü’nde Dresden, aynı anda hem polis için bir kara büyücünün peşinde koşmakta hem de özel bir müşterisi için kayıp bir kocayı aramakta. İlk başlarda her şey sıradan bir Mike Hammer romanı gibi başlıyor. Çulsuz bir dedektif, garip bir cinayet, kayıp bir koca… Üstelik ilk 100 sayfayı geçinceye kadar Harry’nin “Büyücüyüm.” demesinden daha fazlasını yaptığına tanık olamıyorsunuz. Fakat o andan sonra daha renkli karakterlerin işin içine girmesi ve Harry’nin yeteneklerini bir bir sergilemeye başlamasıyla işlerin rengi bir anda değişiveriyor. İlk sayfalarda sizi eğlendiren fakat yavaş tempoyla ilerleyen macera birdenbire vites büyütüp sizi adeta kitabın sayfalarına hapsediyor. Soluk soluğa, hızla, gözlerinizi ayıramadan ve büyük bir keyifle çeviriyorsunuz sayfaları.
İkinci kitap olan Kurtadamlar’da ise hem Harry’yi biraz daha tanımış olmanın verdiği rahatlıkla hem de olayların daha hızlı gelişmesiyle (çünkü Dresden ikinci bölümden itibaren kolları sıvıyor) daha akıcı bir okuma bekliyor bizleri. Üstelik henüz kitabın yarısına gelmiş olmanıza rağmen Harry şimdiden bin bir çeşit belaya bulaşmış ve bir sürü de nefes kesici badire atlatmış oluyor. Üçüncü kitabı henüz okuma fırsatı bulamadım ama ilk fırsatta pençelerimi kendisine geçireceğimden şüpheniz olmasın.
Bilirsiniz, bazı kitapların şöyle bir etkisi vardı biz okuyucuların üzerinde: Bir yandan kitabın bitmesini istememek ama diğer yandan da onu elinizden bırakamamak… Dresden Dosyaları bunu başarabilenler arasında.
Kılavuzu Harry olanın…
Jim Butcher bu dengeyi öyle ustaca sağlamış ki tüm macera boyunca Harry ile birlikte kafa patlatmanıza rağmen kötü adam kim, bu işin arkasında kim var ya da şu olay niçin meydana geldi gibi sorulara yanıt bulamıyorsunuz. Bu da kitapları klişelerle dolu ve tahmin edilebilir bir eser olmaktan başarıyla kurtarıyor.
Sadece konu bakımından değil, diğer pek çok şeyle de klişe olmaktan kendini kurtarıyor Butcher. Örneğin büyüye getirdiği yeni bakış açısı hem makul hem de oldukça farklı bir yapıya sahip. Dresden’ın dünyasında büyü hayatın, insan ruhunun bir parçası. Kaynağını mutlu bir anıdan, üzüntüden, korkudan ya da öfkeden alabiliyor. Tek yapmanız gereken ona uzanmak ve kullanılabilir bir enerji haline getirmek. Elbette benim burada anlattığım bunun en basit şekli. Daha ayrıntılı örnekler görmek isteyenleri kitabın sayfaları arasına alalım.
Bir tutam minare tozu
Aynı çeşitliliği ve farklılığı iksir hazırlama seanslarında da görebiliyoruz. Demek istediğim başka hangi kitapta iksir malzemesi olarak titrek bir gölge, fare koşuşturmacaları ya da son iç çekiş gibi enteresan malzemelerin kullanıldığını gördünüz ki? (Şimdi bu kitaplarda da yok dermişim) Hatta buna benzer şeyleri büyü için de kullanıyor Harry. Beyaz bir mendilin içine neler koyabildiğini gördüğünüzde şaşırmadan ve sırıtmadan edemeyeceksiniz.
Söz iksirlere gelmişken Bob’dan bahsetmemek olmaz. Bob, insan kafatası içine hapsolmuş bir hava ruhu. Zamanını genellikle Harry’nin bodrumundaki laboratuarda, kitap raflarının birinin üzerinde geçirmekte. Kendisi tam bir bilgi bankası ve başta iksir yapımı olmak üzere pek çok şey hakkında bilgi sahibi. Fakat kafayı seksle bozmuş vaziyette ve konuyu sürekli o yöne çekmeye aşırı derecede meyilli. Bu haliyle Planescape: Torment’daki Morte karakterini feci şekilde andırıyor. Sadece bu seferki gerçek bir bilgi bankası… Harry’nin bilgisayar kullanması imkânsız olduğundan elindeki en iyi ve tek seçenek de Bob.
Evet, Harry bilgisayar kullanamıyor. Aslına bakarsanız hiçbir elektronik aletten faydalanamıyor. Eğer ortamda elektrikli bir fener, bir ampul ya da bilgisayar varsa Harry etraftayken anında bozuluveriyorlar çünkü. Arabalar, radyolar ve televizyonlar da öyle… Çevresinde toplanan büyü enerjisinin böyle bir etkisi var modern cihazlarda. Bu yüzden asansör yerine merdivenleri tercih ediyor bahtsız büyücümüz. Neyse ki tosbağa model külüstür arabası, haftada en az üç kez arıza yapsa da hâlâ kendisini uzak mesafelere taşıyabilmekte… O üç arızanın en önemli anlara denk geldiğini söylememe bilmem gerek var mı?
Biterken…
Dresden Dosyalarının bazı kısımlarının aşırı olmasa da cinsellik içerdiğini bilmenizde fayda var. Bunlar öyle aman aman detaylı şeyler değiller belki ama çok genç okuyucuların belki bir müddet daha bekleyip biraz büyümelerini tavsiye edebilirim. Ben bekleyemem diyorsanız bir yaşlandırma iksiri de deneyebilirsiniz elbette…
Kitabın çevirisine gelecek olursak genel anlamda başarılı bir iş çıkarıldığını söyleyebilirim. Genelde bu tarz yoğun anlatım içeren eserleri çevirmek gerçekten de zor bir iştir. Yine de Sayın Ulaş Apak’ın bu zor görevin altından başarıyla kalktığını görmek güzel. Hiç mi devrik cümle yok, hiç mi harf hatası yok diyenlere cevabım; evet var. Ama üç yüz küsur sayfada sadece bir-iki tane. O kadarı da mazur görülebilir diye düşünüyorum.
Son olarak, Dresden’in şansızlığı kitaplarına da bulaşmış durumda. Ben kitaplarımı özenle korur, onları ilk aldığım günkü kadar temiz tutmaya çalışırım. Ama bunu Dresden Dosyaları’nda başaramadım. Birinin köşesi kıvrıldı, birinin sayfaları buruştu, kapağı büküldü. Hem de tüm üstün çabalarıma rağmen… Uyarmadı demeyin.
Şaka bir yana, Dresden Dosyaları tam da beklediğim gibi bir kitap çıktı. Hızlı, sürükleyici, merak uyandırıcı, kimi zaman güldüren kimi zamansa coşturan harika bir macera. Alın, okuyun. Pişman olmazsınız.
Not: Bu inceleme ilk olarak Kayıp Rıhtım sitesinde yayınlanmıştır.
0 comments:
Yorum Gönder