Cuma günü, artık âdetim olduğu üzere yine sabahın kör bir saatinde çıktım
evden. Elimde çok ağır olmaması için özenle hazırladığım el valizim vardı.
Issız ve tenha sokaklardan, içlerinden horultular yükselen evlerin arasından
geçip durağa vardım; kısa ve olaysız (evet, ben de şaşırdım) bir otobüs
yolculuğunun ardından da hava limanına. Sağda solda biraz dolaşıp eski iş
arkadaşlarımdan birine denk gelir miyim diye bakındım ama nafile; tanıdık kimse
yoktu meydanda. Ben de soluğu uçakta aldım.
Koltuğum cam kenarındaydı ve dışarıda inanılmaz güzellikte bir manzara
vardı. Uçuş boyunca bembeyaz bir örtünün üzerinde seyahat ettik. Bulutlar
öylesine yoğun, öylesine uçsuz bucaksızdı ki sanki pamuktan yapılma bir diyarın
üzerinde uçuyormuşuz gibi hissettim kendimi. Güneş de tepemizde parıl parıl parlıyordu. Elektronik eşyaların çalıştırılması yasak olduğundan manzaranın fotoğrafını çekemedim haliyle ama çok içimde kaldı doğrusu. Gerçeğinin yerini tutmasa da bu fotoğrafla idare edeceğiz artık...
Boynumu ovalaya ovalaya bavulumun peşine düştüm. Ardından metro istasyonunun yolunu tuttum. Gidenler bilirler, iç hatlarla metro arasında bayağı bir yürüme mesafesi vardır. Çantamı fazla doldurmadığım için kendimi tebrik ederek derin bir nefes aldım ve kendimi yürüyüş maratonuna hazırladım. Derken tam karşından üstü açık bir gezi aracı yaklaşmaya başladı. "Atla birader," dedi aracı kullanan adam, benim şaşkın bakışlarım arasında önüme yanaşırken. Sağıma soluma baktım, benden başka kimse yok! "Gelmiyor musun?" dedi şoför, sabırsızlanmaya başlayarak. "Geliriiiiiim...." demişim şaşkınca. Adam bir kahkaha attı, araca binmemi bekledi ve bastı gaza. Başladık metroya doğru hızla gitmeye... Meğer ücretsiz servismiş, ben ne bileyim? İlk defa gördüm ama kesinlikle çok eğlendim! Bir tek tren düdüğü eksikti, o da olsa tam olacaktı. Neyse efendim; metro, metrobüs falan da filan derken zor da olsa nihayet fuar alanına varabildim. Alana ayak basmamla havanın kapatması ve yağmurun da hafiften çiselemesi bir oldu. "Hah," dedim içimden tepemdeki bulutlara bakarak, "Yetiştin demek?"
Fuardaki ilk günüm, biraz da hafta içine denk geldiğinden çok da hareketli değildi. Ben de bu fırsatı stanttaki diğer yazar ve yayınevi çalışanlarıyla muhabbet ederek değerlendirdim; eski tanıdıklarla hasret giderip yeni yüzler tanıdım. Güldük, konuştuk, bol bol fotoğraf çektirip muhabbet ettik. Yine de gelen gidenim hiç yok değildi tabi... Hiç şüphe yok ki favori ziyaretçim Kayıp Rıhtım tayfasından Mercan'dı. Bunun yanında getirdiği çikolatayla ya da midemin feci derecede kazınıyor olmasıyla kesinlikle ilgisi yok! Şaka bir yana tüm sempatikliği ve dost canlısı tavırlarıyla yanımıza geldiği o kısacık arada yüzümüzü güldürmeyi başardı kendisi (Hayır, çikolata mutluluk getirdiği için değil). Arada da biraz gezip dolaştım ve diğer yayın evlerindeki tanıdıklarla selamlaştım; kitaplara ellerimi ovuştura ovuştura baksam da kendimi tutmayı başarıp bir şey almadım. Evde okunacak yığınla kitap vardı ve dönüş yolunun kolay olması adına çantamı fazla doldurmama gerekiyordu çünkü.
Bade Hanım :) |
Ziyaretçi sayısı fazla olmamasına rağmen zaman o kadar hızlı akıp geçti ki ne zaman akşam olduğunu anlamadım. Çıkışta tıpkı geçen fuarda olduğu gibi askerlik arkadaşım Erhan ile buluştum. Sağ olsunlar, o ve sevgili eşi Tuğba bu yıl da bana katlanma inceliğini gösterdiler. Gerçi eve gelir gelmez bizi ufak bir sürpriz karşıladı ama olsun. Marangoz gelmişti kapıya, yanında da iki tane ahşap yatak altlığı... "Ah be kanka, ne gerek vardı? Alt tarafı üç gün kalacağım," dedim Erhan'a şakayla. Sonra da giriştik yatakları taşımaya. Evleri beşinci katta ama Allah'tan asansörleri vardı, fazla zorlanmadan eve soktuk yatakları. Ardından hızla yatak odasına saldırdık Erhan'la beraber. Yorganları katladık, yastıkları kaldırdık, bazayı çektik falan derken bir de ne görelim? Yatakların ölçüsü yanlış olmuş, girmiyorlar yerlerine! Haydaaa... Haydi baştan! Bazayı geri yerleştir, yastıkları koy, yorganı ser, marangozu sepetl... öhöm... gönder. Kısacası iyi antrenman oldu bize akşam akşam. "Silinecek cam varsa hemen halledeyim!" dedim adamı gönderdikten sonra. Bayağı güldüler bu işe tabi... Sonra da minik kızları Bade ile tanıştım. Çok tatlı, sevimli mi sevimli bir kız maşallah. Daha 4 aylık ama üçümüzü de muma dikiyor şimdiden hanımefendi. Öyle de nazlı kerata... O akşamı Ata Demirer'in yeni şovunu izleyip gülerek geçirdik. Özellikle de kedi parodisi dilimize fena dolandı, sabaha kadar hatta sabah kalktığımızda bile hepimiz "miri miri moro moro..." diyerek dolanıyorduk evin içinde.
Cumartesi günü bir önceki güne nazaran daha hareketliydi. Sabah erkenden ziyaretçiler fuarı doldurmaya başlamıştı bile. İlk gelen sevgili Mehmet Berk Yaltırık oldu. Onun ardından Rıhtım tayfasından Yosun Hanım, Şahin, Esra ve Selim, onların arkasından da Denaro Forbin (gerçek adını -yine- unuttum, kusura bakma) ve Harun Çimen geldi. Ardından bir süredir internetten muhabbet ettiğim, Anatolya Efsaneleri'nin yazarı Serhan Vural ile tanışma fırsatı buldum. Sonra annemin (evet, annemin) okul arkadaşı Hakan Bey geldi sağ olsun. O gün yayın evinin düzenlediği Fantastik Roman yarışmasının dereceye giren yazarları da katıldı aramıza. Birinci Aydın Arif, ikinci Onur Gürleyen, üçüncü Cemil Karakullukçu ve jüri özel ödülüne layık görülen Ümit İhsan Yaşar Şengür... Onur Gürleyen ile daha öncesinde Blog Dergisi kapsamında beraber çalışmışlığım vardı, Cemil'in hikayelerini de öykü seçkisinde görmüştüm. Aydın ağabey ve adaşım Ümit İhsan ile orada tanıştım. Dördü de gayet sıcakkanlı ve neşeli insanlardı. Özellikle Onur'un heyecanı görülmeye değerdi doğrusu. O akşam onların şerefine güzel bir ödül töreni de düzenlendi.
O gün uzun zamandır görmediğim ama çok samimi olduğum üç arkadaşım daha ziyaretime geldi. Benden fırsat bu fırsat deyip biraz kalabalığın arasına karıştım ziyaretçi gibi. Birlikte bir şeyler yeyip bol bol muhabbet ettik. Sırf beni ziyaret etmek için onca yolu üşenmeyip ta oralara kadar geldikleri için bu üç dostuma ayrı bir teşekkürü borç bilirim. Sizi yeniden görmek çok ama çok keyifliydi.
Yosun Hanım ve çetesi |
Sevgili Kayra "Keri" Küpçü, uzun zamandır beklenen "Çizgilerin Gücü Adına" adlı kitabını bu fuarda görücüye çıkarttı. Hatta bir de imza günü düzenledi ama yoğunluktan gidemedim yanına. Ayrıca üstat Sadık Yemni "Sınav Hortlağı" ve "Zihin İşgalcileri" isimli tahrip gücü yüksek iki kitabıyla bu yıl çıkarttığı kitap sayısını 7'ye (Bu bir rekor olsa gerek) yükselterek kendisine duyduğumuz saygıyı birkaç kat daha arttırdı. Ayrıca "Ağrıyan" adlı kitabını da sevenleri için imzalamayı ihmal etmedi. Kendisiyle bu fuarda görüşemedik maalesef, darısı bir sonrakinin başına...
Akşama doğru önce Gölge ekibinden sevgili Ahmet Yüksel ağabeyim çıkageldi kalabalığın arasından. Onun üzerine de üniversiteden sınıf arkadaşım Okan geldi sağ olsun. Bayağı hareketli saatler olduğundan ikisiyle de istediğim kadar konuşma fırsatım olmadı maalesef. Onların yanına her gidişimde "mit, bakar mısın?" diye geri çağırıyorlardı stanttan. (Evet, orada da adım mit :) İhsan deyince değil de mit diye tanıtınca tanıyor insanlar beni. İlginç...)
Aynı saatlerde Aşkın Güngör'ün bir trafik kazası geçirdiği haberini alınca morallerimiz anında bozuldu. Motosiklet çarpmış kendisine. Allah'tan çok ciddi bir şeyi yok, ama kaza haberi bu. İnsan üzülmeden, endişelenmeden edemiyor. Kendisine buradan bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi yolluyorum.
Aynı saatlerde Aşkın Güngör'ün bir trafik kazası geçirdiği haberini alınca morallerimiz anında bozuldu. Motosiklet çarpmış kendisine. Allah'tan çok ciddi bir şeyi yok, ama kaza haberi bu. İnsan üzülmeden, endişelenmeden edemiyor. Kendisine buradan bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi yolluyorum.
BU Yayınevi ailesi |
Ümit Kireççi: O-ho! Bütün İhsanlar burada toplanmış baksanıza. Biri M.İhsan, öbürü Ümit İhsan.
mit: Abi ona bakarsan sizin isminiz de aynı. İkiniz de Ümitsiniz.
Ümit İhsan: Hakikaten ha! Amma olduk.
Ümit Kireççi: Eee... Benim babamın adı da İhsan?
(Önce bir sessizlik, sonra karşılıklı bakışmalar, ardından da gür kahkahalar)
M.İhsan, Ümit Kireççi, Ümit İhsan |
Kayıp Rıhtım ekibiyle |
Rıhtım ekibi ve diğerleri oradan ayrıldıktan sonra Kaze lakaplı arkadaşımız nişanlısıyla yanıma uğradı. Onun ardından sevgili Vigor Filth arz-ı endam etti. Sonra da sevgili Beyza ve Özgürcan geldi ayrı ayrı. Her biriyle yaptığımız tatlı birer sohbetin ardından Ümit İhsan ile birlikte Postiga standına geçip "6 Üstü Hikaye" isimli güzide eserin {6 farklı yazarın (Mustafa Samsunlu, Mehmet Mollaosmanoğlu, Ümit İhsan, Ece Özbaş Korkmaz, Aşkın Güngör, Şebnem Pişkin) aynı giriş paragrafından yola çıkarak kaleme aldığı 6 farklı öyküyü barındıran sıra dışı bir kitap} raflardaki yerini alışını kutladık. Ben de bu sayede Şebnem Pişkin, Mustafa Samsunlu ve Ece Korkmaz ile yüz yüze tanışma fırsatını yakalamış oldum.
Akşama doğru ise Chiyo geldi, kitabımı eline aldı ve bana dönerek "Pardon, bu kitabın yazarı bugün burada mı?" diye sordu. "Evet, benim," diye yanıtladığımda yüzünde oluşan ifade görülmeye değerdi doğrusu. Onunla da keyifli bir sohbet icra ettikten sonra günün bombası kucağıma düşüverdi.
Daha önce de belirttiğim gibi Aşkın abi kaza geçirmişti ve fuara gelemedi. O gün de yönetmesi gereken bir panel vardı: Fantastik Edebiyatın Gençler Üzerindeki Etkisi. Aşkın abi bana telefon açıp "mit, paneli sen yöneteceksin!" demesin mi? Elim ayağım birbirine dolaştı! Kim? Ben? Panel yöneteceğim öyle mi? Hayatta olmaz! demek isterdim ama Aşkın Abi'yi de zor gününde yalnız bırakmak olmazdı. "Peki," dedim incecik bir sesle, "Yaparım." (Gulp!) Böylelikle Şebnem Pişkin, Doğu Yücel ve Aydın Arif'ten oluşan yıldızlar geçidinin yanında ben de çıktım dinleyici kitlesinin karşısına. Dışarıdan yüzüm gülüyordu ama içten içe "Eyvahlar olsun! Ne yapacağım ben!" diye bağırıyordum. Allah'tan gerek Şebnem hanım olsun gerekse Doğu Bey ve Aydın Bey olsun hepsi de inanılmaz sıcakkanlı insanlar. Özellikle Şebnem Hanım çok yardımcı oldu bana, sağ olsun. Tam karşımda oturup güven veren gülümsemelerle bana bakan Rıhtım dostlarını da unutmamak lazım tabi ki...
Velhasıl kelam dolu dolu, neşeli, eğlenceli ve bol sürprizli bir fuar oldu benim için. Son sürprizi de fuarın kendisi yaptı, kucağıma bir dolusu kitap olarak düştü kendisi. İki gün boyunca kitap almayacağım, çantam ağır olur diye kendini tutan ben üçüncü günü bir dizi tesadüfler eseri elimi kolumu kitapla dolu buluverdim. sadık Yemni'yi ziyarete gittim, kendisini bulamayınca kitaplarını aldım; Şebnem Hanım'la tanışmaya gittiğimde merakla beklediğim iki kitap olan "6 Üstü Hikaye'yi" ve "Mesih'in Klonu'nu" aldım; İthaki'deki dostlara veda etmeye gittiğimde "Bitmemiş Öyküler'i" kucağımda buldum; arkamı döndüm Metis standı, "Asker Kaçağı" ve "Korkunun Bütün Sesleri" bana el sallıyor; battı balık yan gider deyip üzerine bir de "Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati" ile China Mieville'in bende olmayan 3 kitabını da aldım. Sonuç? 3 kilo birden ağırlaşan ve onu taşırken parantezleşen bacaklarım... Üstelik dönüş yolunda hava alanındaki ücretsiz servisin yerinde de yeller esiyordu. Tüm o yolu oflayıp poflayarak, bol miktarda da sürünerek yürüdüm.
Akşama doğru ise Chiyo geldi, kitabımı eline aldı ve bana dönerek "Pardon, bu kitabın yazarı bugün burada mı?" diye sordu. "Evet, benim," diye yanıtladığımda yüzünde oluşan ifade görülmeye değerdi doğrusu. Onunla da keyifli bir sohbet icra ettikten sonra günün bombası kucağıma düşüverdi.
Daha önce de belirttiğim gibi Aşkın abi kaza geçirmişti ve fuara gelemedi. O gün de yönetmesi gereken bir panel vardı: Fantastik Edebiyatın Gençler Üzerindeki Etkisi. Aşkın abi bana telefon açıp "mit, paneli sen yöneteceksin!" demesin mi? Elim ayağım birbirine dolaştı! Kim? Ben? Panel yöneteceğim öyle mi? Hayatta olmaz! demek isterdim ama Aşkın Abi'yi de zor gününde yalnız bırakmak olmazdı. "Peki," dedim incecik bir sesle, "Yaparım." (Gulp!) Böylelikle Şebnem Pişkin, Doğu Yücel ve Aydın Arif'ten oluşan yıldızlar geçidinin yanında ben de çıktım dinleyici kitlesinin karşısına. Dışarıdan yüzüm gülüyordu ama içten içe "Eyvahlar olsun! Ne yapacağım ben!" diye bağırıyordum. Allah'tan gerek Şebnem hanım olsun gerekse Doğu Bey ve Aydın Bey olsun hepsi de inanılmaz sıcakkanlı insanlar. Özellikle Şebnem Hanım çok yardımcı oldu bana, sağ olsun. Tam karşımda oturup güven veren gülümsemelerle bana bakan Rıhtım dostlarını da unutmamak lazım tabi ki...
Velhasıl kelam dolu dolu, neşeli, eğlenceli ve bol sürprizli bir fuar oldu benim için. Son sürprizi de fuarın kendisi yaptı, kucağıma bir dolusu kitap olarak düştü kendisi. İki gün boyunca kitap almayacağım, çantam ağır olur diye kendini tutan ben üçüncü günü bir dizi tesadüfler eseri elimi kolumu kitapla dolu buluverdim. sadık Yemni'yi ziyarete gittim, kendisini bulamayınca kitaplarını aldım; Şebnem Hanım'la tanışmaya gittiğimde merakla beklediğim iki kitap olan "6 Üstü Hikaye'yi" ve "Mesih'in Klonu'nu" aldım; İthaki'deki dostlara veda etmeye gittiğimde "Bitmemiş Öyküler'i" kucağımda buldum; arkamı döndüm Metis standı, "Asker Kaçağı" ve "Korkunun Bütün Sesleri" bana el sallıyor; battı balık yan gider deyip üzerine bir de "Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati" ile China Mieville'in bende olmayan 3 kitabını da aldım. Sonuç? 3 kilo birden ağırlaşan ve onu taşırken parantezleşen bacaklarım... Üstelik dönüş yolunda hava alanındaki ücretsiz servisin yerinde de yeller esiyordu. Tüm o yolu oflayıp poflayarak, bol miktarda da sürünerek yürüdüm.
Ama güzeldi. Hem de çok güzeldi. Ziyaretime gelen herkese, bütün BU yayınevi ailesine, yazar dostlarıma ve Kayıp Rıhtım tayfasına çok çok teşekkür ederim. Erhan ve Tuğba'ya beni evlerinde ağırladıkları ve güzel dostlukları için ayrıca teşekkür ederim. Sonuçta bu üç günü güzel kılan asıl şey tüm bunları sizlerle paylaşıyor olmam.
İyi ki varsınız ve her şey için teşekkürler...
İyi ki varsınız ve her şey için teşekkürler...
( Miri miri moro moro... )
7 comments:
Vay canına! Ne güzel haberler:))
Ve elbette TEBRİKLEEEERR!!!
Senelerdir bir gidemedim kitap fuarına =)
Bir ara istanbul'da olsam gitsem güzel olur ya.
Güzel eğlenmişsiniz =D
@ Hayal Kahvem: Çoook çok teşekkürler Vildan Hanım. Hayallerimi gerçekleştirmem için arkamdan ittiren değerli dostlar sağ olsun ;)
@ Roselyn: Bayağı eğlendik cidden :) Herhalde en hareketli ve eğlenceli fuarlar Kitap Fuarları oluyor. Düşünsene, insanlar eğlence satın almaya gidiyor oraya. İnşallah bir dahaki sefere sen de katılabilirsin. Sevgiler :)
Sevgili mit, senin yazdıklarını Tüyap almalı, kataloglarına falan koymalı. Bunları okuyup da orada olmak istemeyen çıkar mı hiç? Gülümsettin, düşündürdün, mutlu ettin.
Ayrıca aslanlığın ve kaplanlığın için de teşekkür ederim.
Çok teşekkür ederim abi, beğendiysen ne mutlu. Gönül isterdi ki şu talihsiz olay yaşanmasaydı da seninle de tanışmış olsaydık yüz yüze. Neyse, buna da şükür. Allah beterinden korusun.
Rica ederim, ne demek? Sen iyi ol da,ben her türlü miyavlarım senin için :) Sevgiler..
Okurken gülümsedim ve o güne tekrar dönüş yaptım. Sevil'de biraz oyunculuk yeteneği olsa ah işte o zaman görecektin sen curcunayı. Neyse ki ucuz atlattın. Hep gitmek istemişimdir kitap fuarına bana çok güzel bahane oldun İhsan asıl ben teşekkür ederim sana :)
Hazır Tarık da oradayken bir mevzu çıkartırdık artık :) Sizi görmek gerçekten çok güzeldi. Geldiğiniz için tekrar tekrar teşekkürler.
Yorum Gönder