İnsanı insan yapan nedir? Irkı mı? Ten rengi mi? Milliyeti mi? Yoksa düşünceleri
ve kişiliği mi? John Wyndham, Krizalitler adlı eserinde tam da bu konuyu
sorguluyor işte. Ama bilimkurgunun, hatta belki de biraz da fantastiğin o
kendine özgü eleştiri kılıcını kuşanarak, farklı ve gerçeküstü bir yoldan
yapıyor bunu.
Hikayemiz Waknuk köyünde yaşayan, David adlı bir çocuğun başından geçenleri
konu alıyor. David dış görünüş açısından son derece normal, hatta sıradan biri.
Ve bu onun için inanılmaz bir nimet. Çünkü Waknuk halkı, özellikle de köyün
vaizi olan babası “Sapkınlar” adını verdikleri tüm mutantlara karşı amansız bir
savaş açmış durumda. Üstelik “doğal” insanlar tarafından bir mutant ilan
edilmeniz için öyle aman aman bir farklılığınızın olması şart değil. Bir parmağınız eksik ya da fazla mı?
Sapkınsınız. Doğuştan bir özrünüz mü var? Sapkınsınız. Ten renginiz “olması
gerektiğinden” biraz farklı mı? Sapkınsınız. Ve eğer bir mutantsanız, eğer
farklıysanız ne kadar iyi biri olursanız olun dışlanmaya, medeniyetten
kovulmaya, tuhaf bitkilerin yetiştiği Yaban Diyarlarda sürgün hayatı sürmeye
mahkûm ediliyorsunuz. Hatta daha ağır cezalara ve idama bile çarptırılanlar
var.
Delidolu Kitap, 2016, 246 Sf. Çevirmen: Niran Elçi Editör: Ayşegül Utku Günaydın |
Ve David’in en büyük korkusu bu. Çünkü hiç kimseye, özellikle de
sapkınlığın amansız düşmanı olarak nam salmış babasına belli etmese de o
aslında bir mutant. En yakın arkadaşları olan bir grup çocuk da öyle... Tuhaf
bir güce sahipler, birbirlerine düşünce-resimleri yollayabiliyor bu çocuklar.
Bu sayede uzak mesafelerden bile haberleşebiliyor, duygularını eksiksiz bir
biçimde birbirlerine ifade edebiliyor ve konuşarak yapacaklarından çok daha iyi
bir şekilde anlaşabiliyorlar. Ama sadece kendi aralarında; bu yeteneğe sahip
olmayan kimselerin zihinleri kendilerine kapalı.
Roman ortaçağ dönemindeki bir çiftlik ortamında geçiyor olmasına rağmen bir
müddet sonra hiç de öyle olmadığını, aslında insanlığın geleceğine baktığımızı
fark ediyoruz. Büyük Gazap adını verdikleri muğlak bir felaket tüm
medeniyetlerin kökünü kazımış, âdeta ikinci bir karanlık çağa sürüklemiş
durumda. İnsanlar bir kez daha ekmeklerini topraktan çıkarmaya, geçimlerini
hayvancılıkla sürdürmeye, ok ve yayla, nadiren de olsa ilkel tüfeklerle avlanmaya
mahkûm. Tek farkı bu kez Sapkınlık adını verdikleri şeyle de mücadele etmek
zorunda olmaları. Daha doğrusu kendilerini buna mecbur hissetmeleri. Çünkü
insan doğası asla değişmez ve kendilerinden farklı olandan daima korkar,
becerebilirlerse onu yok ederler. Bu uğurda kullanılan en güçlü silahlardan
biri de din olagelmiştir her zaman. Bu durum Krizalitler’de de değişmiyor.
David’in yobazlıkta sınır tanımayan babası en ufak bir bozuklukta tarlalar
dolusu ekini yaktırmaktan, buzağıları kestirmekten, hatta yeni doğmuş bir
bebeği bile sapkın ikna etmekten çekinmeyen bir adam. Üstelik kıtlık çekme
riskine ya da merhamet gibi duygulara aldırmadan. Ona göre doğal biçim
kutsaldır. Kurtuluşun saflıkta, Tanrı’nın gerçek suretine bağlı kalmakta
olduğuna inanıyor ve köyün vaizi olarak insanları bunu yapmaya hiç sönmeyen bir
şevkle teşvik ediyor. Hâl böyle olunca David ve arkadaşları gerçekte oldukları
şeyi gizleyerek geçiriyorlar günlerini. Ta ki işler kontrolden çıkana ve geri
döndürülemez bir noktaya gelene kadar…
Yazar
John Wyndham’ın satır aralarında anlatmaya çalıştığı şeyin ırkçılığın her türlüsünün
kötü ve anlamsız olduğunu sizlere söylememe gerek yok sanırım. Din, dil, ırk ve
renk ayrımına çok güzel bir eleştiri getirirken çuvaldızı dini kendi emellerine
alet edenlere batırmaktan da geri kalmıyor roman boyunca. Bunu neredeyse 60 yıl
kadar önce, 1955’te kaleme almış olması fakat aradan geçen bunca zamana rağmen
bir arpa boyu yol alamamış olmamızsa kitabın insanın ağzında acı bir tat
bırakan, feci gerçekçi bir yanı.
Bununla birlikte, her ne kadar ırkçılık
karşıtı eleştirilerine ziyadesiyle katılsam da kitabın bir noktasında
hayatımıza devam etmek için öldürmek zorunda olduğumuzu, aksini düşünmeyi
hayalcilik olarak nitelendirdiği kısımları pek sevmedim. Evet, çok sağlam
temellere dayandırıyor bu savını. Yaşamak için mikropları öldürmeli, ekinlerimizi
yok eden zararlı bitkileri yok etmeli, et yemek için (vejeteryanlık kavramının
o zamanlar geliştiğini sanmıyorum) hayvanları kesmeliyiz diyor. Tabii orada
durmuyor ve kendi türümüzden olmayanları da öldürmemiz gerektiğini vurguluyor,
ki o noktada bunu söyleyen her ne kadar kurgusal bir karakter olursa olsun
yazar beni kaybetti.
Son
olarak baskı, çeviri ve editörlük kalitesi açısında karşımızda dört dörtlük bir
eser olduğunu gönül rahatlığıyla belirtmek isterim. Roman boyunca sadece
bir-iki yerde, çok küçük yazım hatalarına denk geldim. Onun dışında hem Niran
Elçi’nin çevirisi hem de Ayşegül Utku Günaydın’ın editörlüğü buram buram özen
kokuyor. Raflarımıza ciltli olarak konuk olan Krizalitler’in kapağı da
birbirlerine zihinsel olarak bağlanan siluetler sayesinde pek bir anlamlı, pek
bir güzel.
Çabuk
okunan, keyif alınan, eğlendirirken düşündüren, macerası da eksik olmayan güzel
bir bilimkurgu eseri Krizalitler. 1955’te yazılmış olmasına rağmen bunu hiç
hissettirmiyor.
Ha,
unutmadan… Artık Jo Walton’un Ötekiler Arasında adlı romanında eski maden
yollarından bahsederken “Gerçekte bir bilimkurgu arazisinde yaşıyor olmamıza
rağmen fantastik bir arazide yaşıyormuş gibi eğitilmiştik. Cahilce elflerin ve
devlerin bize bıraktıkları şeyler arasında oynamış, perilerin mülkleri üzerinde
hak iddia etmiştik. Matemyollarına Yüzüklerin
Efendisi’ndeki yerlerin adlarını takmıştım, hâlbuki Krizalitler’den olduklarını anlamam gerekirdi,” dediğinde ne demek
istediği artık anlamanın dayanılmaz hafifliğini yaşadığımı da belirteyim.
2 comments:
"satın alınması ve hemen okunması şart olan ama almadan önce biraz daha beklemem gerekenler" listesine bir kitap daha eklediniz efendim, çok teşekkürler :)
Rica ederim efendim, en büyük zevklerimden biridir bu ve buna benzer listeleri kabartmak :)
Yorum Gönder