Senaryosunu Fabien Vehlmann’ın çizimleriniyse Kerascoët’in (Marie Pommepuy & Sébastien Cosset ikilisinin mahlası) hazırladığı Karanlık Güzel tam olarak böyle bir eser işte. Onun için “Alice Harikalar Diyarında ile Sineklerin Tanrısı’nın çocuğu” yakıştırması yapılıyor pek çok mecrada. Ve sayfalarını çevirirken, yaşananlara kare kare şahit olurken bu benzetmenin ne kadar yerinde olduğunuzu iliklerinize dek hissediyorsunuz. Üstelik bunu görebilmek için çok fazla ilerlemenize de gerek yok; henüz altıncı sayfasındayken başlıyor işlerin “rengi” değişmeye…
Masum prenses, kayıp kız
Hikâyemiz mavi puantiyeli beyaz elbisesi, sarı saçları ve masum yüzüyle çizgi romanın kapağından bize ürkek ürkek bakan Prenses Aurora’nın etrafında şekilleniyor. Peri masallarından fırlamış gibi görünen, pembelerle bezeli bir mekânda yakışıklı Prens Hektor’la baş başa, romantik bir çay partisi düzenlerken görüyoruz kendisini ilk olarak. Sadık dostu Phil de hemen yanlarında ve her şeyin mükemmel olduğundan emin olmak için elini ardına koymuyor.
Ancak her şey alabildiğine masalsı, alabildiğine pembe ilerlerken ortalık bir anda karışıveriyor ve mekân “akmaya” başlıyor. Neler olduğunu anlayamayan Aurora, Hektor ve Phil oradan can havliyle kaçarak dışarı çıkıyorlar. Ama “neyin” dışına? İşte çizgi romanın size attığı tokatlar silsilesi de tam bu noktada başlıyor.
Karanlık Güzel sadece bu görselle baş başa bırakıyor bizi. Bir açıklama yok, herhangi bir metin yok. Yalnızca çizimin salt ürkütücülüğü ve hayal gücümüzle zihnimizi çalıştıran, hikâyedeki boşlukları tamamlamayı bize bırakan detaylar.
İlk idrak ettiğimiz şey Aurora ve arkadaşlarının küçük bir kızın bedeninin “içinde” yaşadığı oluyor. İkincisiyse yalnız olmadıkları ve onlar gibi pek çok minik bedenin kızın içinden çıkmaya çalıştığı. Kızın bedeni ıssız bir ormanın ortasında, yağmurun altında cansız uzanıyor. Oraya nasıl gelmiş, canına kim kıymış bilmiyoruz. Tıpkı Aurora ve diğer minik bedenlerin onun içinde ne aradığını da bilmediğimiz gibi…
Doğal yaşam ortamlarından bir anda ayrı kalan, kendilerini vahşi doğanın ortasında bulan karakterler ilk şoku atlattıktan sonra hayatta kalabilmenin yollarını arar oluyorlar. Ama işleri hiç kolay değil, çünkü minicik olmaları yetmiyormuş gibi her biri âdeta bir çocuk. Bir yandan her şeye oyunla masal karışımı bir bakış açısıyla bakarken diğer yandan da bu yeni ortama ayak uydurmaya çalışıyorlar. Hepsi görünüşte gayet sevimli, ama biraz da tuhaflar. Çocukça bir saflıkla hem çevrelerine hem de arkadaşlarına zarar veriyorlar. Bir karede oldukça sevimli bir harekette bulunurken, bir sonrakinde bu düşüncesiz hareketin neden olduğu korkunç sonuçlara şahit oluyoruz.
Cevapsız sorular
Aurora tüm bu keşmekeşin ortasında öne çıkıp diğerlerine yiyecek bulmak, onları organize etmek ve sorunlarına yardımcı olmak için kolları sıvıyor. İyimserliğini ve azmini hiç kaybetmiyor küçük kızımız, durmadan diğerlerine moral veriyor, her şeyin ve herkesin iyi yanını görmeye çalışıyor. Ama Aurora, tıpkı bizim de gerçek hayatta sık sık yaptığımız gibi, herkesin kendisi gibi olmadığını unutma hatasına düşüyor. O ne kadar çabalasa da diğer karakterler bencilleşmeye, kıskançlaşmaya, açgözlülük etmeye, kendi çıkarlarını daha fazla gözetmeye ve zalimleşmeye başlıyor yavaş yavaş.
Arkabahçe, 2016, 96 Sf. Çeviri: Merve Tırmık Editör: Kayra Küpçü |
Bu esnada biz de hem onların gösterdiği gelişmelere hem de ölü kızın bedeninin yavaşça çürümesine şahit oluyoruz. Tüm evreleriyle… O kadar tatlı ve şirin karelerin yanında böylesine rahatsız edici çizimlerin bulunması insanın üzerinde tuhaf bir etki bırakıyor doğrusu. Hele ki bundan daha kötüsünü göremem herhâlde deyip durmanıza rağmen…
Bir taraftan da sorulara boğuluyoruz her sayfada. Kim bu minik insanlar? Küçük kızın içinde ne arıyorlar? Kişiliğinin farklı birer yanını mı temsil ediyorlar, yoksa sevdiği masalları mı? Peki ya ölü kızın defterinin üstüne ismi yazılı olan Auora? O da mı hayali bir karakter, yoksa ölü kızın gerçek kişiliğinin bir tür tezahürü mü?
Ve bir de kitabın sayfalarında nadiren ortaya çıkan ve avlanmak için bölgede dolaşan Ormancı meselesi var tabii. Kulübesi, kızın cesedinin bulunduğu yere oldukça yakın bir noktada. Peki neden avlanırken ona denk gelmiyor? Yoksa kızın katili o mu? Ya da cesedi buluyor da suç üstüne kalır diye korktuğundan mı sesini çıkarmıyor.
Ya kulübesindeki başı ezilmiş oyuncak bebeğe ne demeli? Kızımıza ait olabilir mi dersiniz? Bence gayet mümkün.
Bilmiyoruz. Karanlık Güzel bu soruların hiçbirine cevap vermiyor çünkü. Ne de sonunda yapıyor bu açıklamayı. Sadece olayları ve yaşananları anlatıyor, sebeplerini düşünüp bulmayı ise bizlere bırakıyor.
Hikâyenin yazar Fabien Vehlmann’ın bu konuyla ilgili oldukça ilginç bir tespiti var:
İlginç olan şey, hikâyede küçük kızın niçin öldüğünü hiçbir zaman açıklamadık ama okurların çoğunun bunu bir cinayet olarak göreceğinden emin olabilirsiniz. Ama biz hiçbir zaman böyle bir şey demedik. Asla. Ve hiçbir zaman da bir cinayet olduğunu söylemeyeceğiz. Tek söyleyeceğimiz ormanda bir ceset olduğu. Kız gerçek mi, değil mi? O kızla ve ormandaki adam arasında bir bağlantı var mı? Bu iyi bir soru, fakat bir cevabı yok.
Vehlmann ne derse desin ben de okurların çoğuyla aynı fikirdeyim diyerek tamamlayayım o hâlde sözümü. Tabii sizlerin de fikirlerini ve teorilerini merak etmiyor değilim. Kesin olan bir şey varsa o da Karanlık Güzel’in son yıllarda okuduğum en ürkütücü ama güzel şeylerden biri olduğu. Her güzel şeyin bir de karanlık tarafı olduğunun, işin içine menfaat girdiğinde en naif kişinin bile değişebileceğinin güzel bir örneği Kitabın ilk sayfasının pespembe, son sayfasınınsa kapkara oluşuysa her şeyin özeti âdeta…
Arkabahçe Yayıncılık’a bu eseri bizlerle buluşturduğu ve kaliteli baskısı için ne kadar teşekkür etsek azdır. Eseri Fransızca aslından çeviren Merve Tırmık ile editörü Kayra Küpçü’ye de öyle elbette… Okuyun, okutun; fakat kapağında da özenle belirtildiği gibi, çocuklardan uzak tutun.
Not: Bu yazı ilk olarak Kayıp Rıhtım'da yayımlanmıştır.
2 comments:
Benim de yakın zamanda okuduğum, bir saatte okuyup günlerce etkisinde kaldığım harika bir hikayeydi, çizimler de bir o kadar etkileyiciydi, belki filmi bile yapılır..:)
Doğru söylüyorsunuz, ben de 2-3 gün etkisinden çıkamadım. Hatta kâbuslarıma bile girdi, hiç hoş bir an değildi :) Bir filmi ya da animasyonu hak ediyor cidden. Yorumunuz için teşekkür ederim.
Yorum Gönder