Bir romanın çevirisi sekiz ay sürer mi? Eğer söz konusu kitap son yılların en önemli bilimkurgu ustalarından biri olarak addedilen Kim Stanley Robinson’a aitse sürer… miş. Benim de 2312’yi çevirirken acı yoldan öğrendiğim gibi.
2312, Robinson’ın Mars Üçlemesi’yle aynı evrende geçen ama onlardan bağımsız bir şekilde okunabilen bir “gelecek öngörüsü.” Öngörü kelimesine özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum, zira kitabın çevirisini normalden daha zor kılan şey tam olarak bu. Yazarın 2012 yılında kaleme aldığı eser, o günün bilimsel verilerine dayanarak, yazıldığı tarihten 300 yıl sonra yaşanabilecek olayları öngörüyor. Ve bunu yaparken sadece uzaydan, gezegenlerden ve astrolojiden söz etmiyor. Ekonomi, sanat, matematik, biyoloji, klasik müzik, uzay mühendisliği, kuantum bilgisayarlar, felsefe, retorik… Saymakla bitmez.
KSR kendisine uygun görülen sıfatları sonuna kadar hak eden, inanılmaz bilgili biri. Aklınıza gelebilecek her alanda müthiş bir bilgi birikimine sahip ve romanında hepsini kullanmaktan, bir güzel harmanlamaktan, hatta 300 yıl içerisinde geçirebilecekleri evrimleri inandırıcı bir şekilde kaleme almaktan hiç çekinmiyor. Sorun şu ki okurlarının da kendisiyle aynı seviyede olmasını bekliyor. Bahsettiği şeyleri neredeyse hiçbir zaman açıklamıyor, akademik terim kullanmaktan hiç kaçınmıyor ve bunları herkesin bilmesini bekliyor. Bilim tutkunları için bir bilim tutkunu tarafından yazılmış bir kitap bu.
Hâl böyle olunca ben de çeviri boyunca konuları elimden geldiğince daha anlaşılır kılmaya çalıştım. Bunun için en basit yol dipnotlar elbette. Gelin görün ki kitabın ortalarına geldiğimde neredeyse her sayfada 3-4 dipnot atmaya başladığımı, dolayısıyla da sayfaların yarısının ekstra bilgilerle dolup taştığını gördüm. Çok çirkin bir görüntüydü, ayrıca okuma hızını da inanılmaz ölçüde baltalıyordu. Kim her satırda sayfanın sonuna bakıp sonra nerede kaldığını aramak ister ki?
O nedenle ben de farklı bir yol izledim. Örneğin, İapetus’tan bahsedilen bir kısımda— İapetus ne biliyor musunuz? Google’da aramadan cevap verebilir misiniz bu soruma? Ben bilmiyordum mesela. Kendisi Satürn’ün en büyük üçüncü uydusuymuş. Her neyse, ne diyorduk? İapetus’tan bahsedilen bir kısımda, “İapetus bir ceviz gibi görünür,” ile başlayan bir cümleyle karşılaştığımda o noktaya dipnot koymaktansa vermek istediğim ekstra bilgiyi direkt olarak cümlenin içine kattım. Yani “İapetus bir ceviz gibi görünür,” cümlesi “Satürn gezegeninin en büyük üçüncü uydusu olan İapetus bir ceviz gibi görünür,” şeklinde yer aldı çeviride. Tabii bunu işin suyunu çıkarmadan, sadece gerekli yerlerde yapmaya ve metnin aslını çok fazla değiştirmemeye de azami derecede önem gösterdim.
Ek olarak, yazarın kitabın ilerleyen bölümlerinde açıklık getirdiği bazı kavramları da bilerek dipnotsuz geçtim. Böylece hem yazarın vermek istediği etkiyi bozmamış oldum hem de okura aynı şeyi iki kere okutmaktan kaçınmaya çalıştım. Yine de tüm bu çabalarıma rağmen kitapta tam 118 tane dipnot bulunuyor. Gerçi kitapla okuduğum bazı incelemelerde bu sayıyı yetersiz bulduğunu söyleyenler de olmuş. Ne diyeyim, canları sağ olsun!
2312’yi çevirirken en eğlendiğim kısımlar bir asteroitin ya da gezegenin dünyalaştırılma sürecini anlatırken yazarın bunu bir “yemek tarifi” verirmiş gibi yapması oldu hiç şüphesiz. Düşünsenize, okuduğunuz yemek kitabı size dolgunca bir göktaşı alıp içini oymanızı, bakterilerinizi baharat niyetine üzerine serpmenizi ve gökcisminizi kıvama gelinceye kadar pişirmenizi söylüyor. İnsan bu kısımları okurken gülümsemeden edemiyor. Çevirirken biraz sövse de…
En az bunun kadar keyif aldığım bir diğer şeyse Merkür’ün yüzeyinde hareket eden Tanyeri şehrinden bahsedilen kısımlardı. Bildiğiniz gibi Merkür Güneş’e en yakın gezegen ve bu da onu gündüzleri üzerinde yaşanmayacak kadar sıcak bir yer hâline getiriyor. Merkürlüler de çareyi güneşin ısısıyla genleşen rayların üzerinde hareket eden, daima gezegenin gece tarafında kalan bir şehir inşa etmekte bulmuşlar.
Tanyeri’nin gerçek adı aslında “Terminator.” Ama gözünüzün önüne Arnold Schwarzenegger’in (Google’a bakmadan doğru yazabilmenin dayanılmaz keyfi) meşhur Yokedici’si gelmesin hemen. Buradaki terminator İngilizcede “gündoğumu çizgisi” ya da daha doğru anlamıyla güneşin doğmasıyla birlikte gezegenin yüzeyinde aydınlanmaya başlayan bölge anlamına gelen bir terim. “Tanyeri” adını biraz T harfiyle başladığı biraz da şehrin asıl isminin anlamını kısmen karşıladığı için seçtim. Terminator olarak bırakmamanın sebebiyse akıllarda otomatikman “I’ll be back,” repliğini uyandırması tabii ki.
En çok keyif aldığım şeyse kitapta geçen iki Ursula Le Guin göndermesiydi. Keyfinizi kaçırmamak için bunların ne olduğunu söylemeyeceğim ama bilimkurgunun kraliçesinin böylesine onurlandırılması ve gelecekte öyle ya da böyle bir iz bırakacağının ima edilmesi çok hoşuma gitti cidden.
Alıntılar, Listeler ve Kuantum Yürüyüşü… Kitabı okuyanların tahmin edebileceği üzere canıma en çok okuyan kısımlar kesinlikle bu ara bölümlerdi. 2312’de asıl kurguyu ilerleten hemen hemen her ana bölümün sonunda bu ara kısımlara rastlıyoruz.
Alıntılar, Listeler ve Kuantum Yürüyüşü… Kitabı okuyanların tahmin edebileceği üzere canıma en çok okuyan kısımlar kesinlikle bu ara bölümlerdi. 2312’de asıl kurguyu ilerleten hemen hemen her ana bölümün sonunda bu ara kısımlara rastlıyoruz.
“Alıntılar” o yıllarda yazılmış hayali akademik kitaplardan alınmış kısa bölümleri andıracak şekilde kaleme alınmış. Size son 300 yıl içerisinde yaşanmış bilimsel, ekonomik, biyolojik, cinsel, sanatsal, tarihsel vb. olaylardan kısa kısa bahsederek oluşturulan evrene dair ekstra bilgiler sunuyorlar. Kimileri başı ve sonu olmayan uzun paragraflardan oluşuyor, kimi koskocaman bölümlerden, kimileriyse tek bir satırdan. KSR, “Alıntılar”da aklınıza gelebilecek her şeye değiniyor. Güneş sistemine nasıl açıldığımızdan, gezegenlerin oluşum şekillerinden ve özelliklerinden, kuantum bilgisayar prensiplerinden…
Hatta aralarında üreme, genler ve XX/XY hormonlarıyla ilgili aşırı detaylı bir bölüm bile var. Bu bölümü çevirirken gerçek bir tıp mezununa danışmak ve tıbbi terim çevirilerimin doğruluğunu onaylatmak zorunda kaldım. Çünkü neden bahsedildiği hakkında kesinlikle hiçbir fikrim yoktu. Gülmeyin! “Gebelik döneminin ilk sekiz haftasında hem Müller hem de Wolf kanalı aktiftir ve bipotansiyel gonad durumu hâlâ devam etmektedir,” diye örnek cümle veririm bakın size sonra! Evet, gördüğümü dümdüz çevirip geçip gidebilirdim de ama ne dedik başta? Bilim tutkunları için bir bilim tutkunu tarafından yazılmış bir kitap bu. Böyle konularda bilgili ve ilgili olan birinin bu satırları okurken hatasız bir anlatımla karşılaşması benim için önemliydi. Hâlâ bir yanlışım varsa da en azından elimden gelenin en iyisini yaptığımı bilmenin huzurunu yaşıyorum.
“Listeler” ilk bakışta bir anlam ifade etmiyormuş gibi görünen, ancak kitabın sonlarına doğru ya da son sayfayı çevirdikten sonra tekrar okunduğunda anlaşılabilecek bir sürü tek satırlık, tek cümlelik, tek paragraflık bilgiyle dolu. Bu kısımların diğer ara bölümlere oranla daha basit kaldığını söylemek isterdim ama uzay mühendisliği ve roket teknolojileriyle ilgili kısım bildiğiniz ağzımı burnumu dağıttı.
Ve “Kuantum Yürüyüşü.” Beterin beteri vardır sözünün hayat bulmuş hâli. Ayaklı bir kuantum bilgisayarının düşünce zincirini temsil eden bu kısımlar hiçbir noktalama işareti içermeyen, upuzun ve anlaşılması zor bölümlerden oluşuyor. Nokta yok virgül yok hiçbir şey yok sadece birbiri ardına sıralanan kelimeler ve sürekli değişen düşünce dizilerinden ibaret aynen böyle tabii bu şekilde okunduğunda sizin için nispeten daha kolay çünkü türkçe olarak yazıyorum. (Yeter mi?) Bir de bunu İngilizce olarak düşünün. Basit ve anlaşılır bir İngilizceyle değil ama. İçine bol miktarda bilimsel terim katın, bir de sürekli “that” ve “it” kullanan bir bilim adamı üslubu kullanın. Bitti mi? Tabii ki hayır! Araya durduk yere söylenen Emily Dickinson’ın şiirlerinden ya da Shakespeare’in oyunlarından alıntılar da katın! KSR bu yolla, yani noktasız virgülsüz anlatımla bir kuantum bilgisayarının bir insana nazaran çok hızlı düşünebildiğini vurgulamaya çalışmış. Buralarda ne kadar başarılı olabildiğimi/olunabileceğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
Bu üç bölümün haricinde kitabın doğasından kaynaklanan genel zorluğu da vardı. Kültürsüz biri değilimdir. Öğrenmeye değer bulduğum her konu hakkında genel bir bilgi sahibi olmaya gayret eder, kendimi geliştirmeye çalışırım. Gel gelelim güneş sistemi hakkındaki bilgilerim gezegenlerin ve bazı uydularının isimlerinden ibarettir. Güneş’in kısımlarını az çok bilirim fakat yüzeyindeki şeylere spikül ve granül dendiğini bilmezdim. Lagrange Noktaları nedir bilmezdim. Gini katsayısı, mesajcı RNA, göreli devinim, kâhin Turing makinesi ve kuantum dolanıklık nedir hiç duymamıştım. Subgenual anterior singulat korteks nedir bilmezdim. (Fatality!) Demek istediğimi son örnekle gayet iyi anlatabildim sanırım… Sırf bu nedenlerden ötürü kitap boyunca sürekli araştırma yapmak ve yazarın tam olarak neden bahsettiğini anlamaya çalışmak zorunda kaldım. Cidden yorucu bir süreçti benim için…
Tanyeri ismi dışında kitapta çok fazla kelime ve çeviri oyunu yapmama gerek kalmadı. Kitapta geçen “wristpad” adlı bilek bilgisayarını Kızıl Mars (Sabri Gürses) çevirisiyle uyumlu olması açısından bilekpaneli olarak çevirdim ve böylece o kitabı okumuş olanların aradaki bağlantıyı kurabilmelerini hedefledim.
Waldo terimini olduğu gibi bırakmayı uygun gördüm; bilgisayar mühendisi bir arkadaşıma danıştığımda bu tür cihazlara Türkiye’de de aynı isimle hitap edildiğini ve yerel bir karşılığı olmadığını söyledi.
Kitapta yer alan polis teşkilatı Galakpol’un gerçek adı aslında “Interplan.” “Gezegenlerarası” anlamına gelen Interplanetary kelimesinden türetilmiş. Gezegenpol ya da Gezpol gibi bir kısaltmayı uygun bulmadığımdan (anlamını tam karşılamıyor) Galakpol (Galaksi Polisi) olarak yerelleştirmeyi uygun gördüm.
Kurbağaların, “Arak, arak, arak!” diye vırakladığı kısımların orijinali, “Robber robber robber!” Yani ne mutlu ki orada hiçbir anlam kayması olmadı. Gel gelelim kargaların “Kartal!” diye bağırdığı kısım aslında “Hawk!” diye geçiyor. Kartal ile “gak” sesi arasında neredeyse hiçbir uyum yok maalesef. Bununla birlikte “kartal/şahin” kelimesi kurgunun ilerleyen noktalarında “yırtıcı kuş” manasında kullanılmak zorunda olduğundan içinde K harfi olan ve gaklamayı andıran en uygun isim seçildi. Bu çeviriden memnun değilim…
Son olarak kitabın en sonlarına doğru karşımıza çıkan Yiten/Kalan kelime oyunu var. Bunun aslı da Live/Die. Baş karakterimiz Swan öyle bir sanatsal düzenek kuruyor ki Merkür’ün yüzeyindeki kayalara oyduğu bu kelimelerden biri, güneşin ısısı karşısında eriyen metaller tarafında dolduruluyor. Ya Live (Yaşa) kelimesi çıkıyor ortaya, ya da Die (Öl). Ama ufak bir aksilik gerçekleşiyor ve son raddede iki kelimenin karşımı, Lie (Yalan) elde ediliyor. Buradaki zorluk hem “yalan” kelimesinin tüm harflerini içinde barındıran hem de yaşam/ölüm manalarına gelen iki kelime bulmakta. Bu kısımda da Yiten/Kalan sözcüklerini kullanmayı tercih ettim.
İşte bir kitabın çeviri macerası da böyle geçti… Biraz uzun bir yazı oldu ama kusura bakmayın. Dediğim gibi, çok ince işçilik isteyen ve bolca araştırma gerektiren bir kitaptı. İşin doğrusu şimdiye dek yaptığım en zor çeviriydi 2312. Hiçbir çevirimin son noktasını koyarken böylesine büyük bir heyecan ve mutluluk duyduğumu hatırlamıyorum doğrusu. Askerden ikinci kez terhis olmuş gibiydim. 8 ay sürünce… Umarım sizler için de keyifli ve bilgilendirici bir yazı olmuştur. Bir sonraki Çevirmenin Çemberi’nde görüşmek üzere…
Not: İlk olarak Kayıp Rıhtım'da yayınlanmıştır.
Not: İlk olarak Kayıp Rıhtım'da yayınlanmıştır.
0 comments:
Yorum Gönder