Daha önce 42 dendi mi aklıma Douglas Adams’ın ünlü eseri Otostopçunun Galaksi Rehberi gelir, gülümserdim. Şimdiyse bambaşka bir şey, bir kâbus geliyor aklıma bu iki rakamı yan yana görünce. Artık seni hiç sevemeyeceğim 42…
Geçen gün 30 yaşındaki bir minik yavru olan erkek kardeşim Metin’in askerlik kâğıdı geldi. İlk yoklaması için askerlik şubesine çağrılıyordu. Ama bizim Metin yer bilmez yön bilmez; şubenin yerini ona tarif ederken gözlerindeki bakış son vedasını eden birini andırıyordu. Kaybolacaktı yani çocuk, dönemeyecekti bir daha geri… İşin aksi gibi işlemleri bu hafta bitirmesi gerekiyor, yoksa asker kaçağı durumuna düşecek. Böylece ertesi gün ben de çıktım onunla birlikte sabahın 8:30’unda yollara. İşin kötüsü bir hastayım bir hastayım ki sormayın gitsin. Ben diyeyim soğuk algınlığı kılığına girmiş veba, siz deyin öküz gribi… öyle bir şey.
Neyse efendim, askerlik şubesine zorlu şartlar altında giriş yaptıktan sonra Metin’i muayene için İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk ettiler. Birkaç sene evvel bel fıtığı ameliyatı geçirmişti, o yüzden Beyin Cerrahi’ne görünmesi gerekiyormuş. Adam eline bir zarf tutuşturmuş, sonra da onu yollarken demiş ki, “Git orada muayeneni ol, sonra hemen yanıma gel. 1 saatlik iş zaten.” Böylece tuttuk hastanenin yolunu.
İçeri girince karşımıza çıkan ilk danışma masasına kapağı atıp Beyin Cerrahi’ne görünmek istediğimizi söyledik. Masadaki görevli elimizdeki zarfa bakıp, “42 numaralı odaya gidin,” dedi. O neredeydi peki? En üst katta. Peki dedik, koştuk merdivenlere… Sedyelerden falan asansörle çıkmaya imkân yok zaten. Çıktık iki kat yukarı, vardık 42 numaralı odaya. Orada bizi ne bekliyordu dersiniz? Tabii ki upuzun bir sıra! Bayağı bir bekledikten sonra masadaki görevli elimizdeki zarfa bakıp, “46 numaralı odaya gidin,” dedi. Şaşırdık. “E ama bizi buraya yolladılar,” desek de adam “Sıradaki!” diye bağırarak bizi başından savuşturmuştu bile.
46 numaralı odaya vardığımızda adam zarfı aldı, açtı, içindeki kâğıdı bize geri verdi ve “42 numaralı odaya gidin,” dedi. Bu kadar… Hepsi bu. Sadece zarfı açmak için kuyruktan çıkıp başka bir yere gitmiştik.
42 numaralı odaya geri döndüğümüzde yeniden sıraya girmemiz söylendi. Gene bekledik… Sıra bize gelince görevli memur kâğıdı bizden aldı, şöyle bir baktı, sonra da “Şimdi bunu alın, hastanenin girişinde kayıt bölümü var. Oraya kaydettirin,” dedi… Böylece indik iki kat aşağı, geldiğimiz yolu baştan tepip girişe gittik ve kaydımızı yaptırdık. Kayıt memuru bize dönüp, “42 numaralı odaya gidin,” dedi.
Aynı yolu bir daha tepip, iki kat merdiveni tekrar çıkıp, uzunca bir sırada yine bekledikten sonra 42 numaralı odadaki memurlardan biri kâğıdı alıp, “Şimdi bunu alın, hastanenin girişinde, kayıt bölümünün yanında bir market var, oradan iki nüsha fotokopi çektirin,” dedi. Biz şok! “Yahu oradan geldik zaten! Niye baştan söylemedin?!” demeye kalmadan o hazin ses duyuldu: “Sıradaki!”
İki kat aşağı inip tekrar hastanenin girişine giderken ikimiz de burnumuzdan soluyorduk doğal olarak. Fotokopici belgelerin kopyasını çıkardı, parasını aldı, sonra da “42 numaralı odaya gidin,” dedi.
Yine çıktık iki kat merdiveni, yine girdik sıraya… 42 numaralı odadaki adamlardan biri evrakları aldı, şöyle bir baktı ve bize dönüp, “Siz yarın gelin, doktorlar şimdi ameliyata girdi, işiniz yarım kalır,” demesin mi? Dedi vallahi… Biz tabii tutuştuk; muayeneyi zamanında olamazsak işin ucunda asker kaçağı olmak var. Ama elden ne gelir? Boynumuz bükük, bacaklar kopuk döndük eve.
Ertesi gün 8:30’ta yine 42 numaralı odanın önündeydik. Sıra biz görmeyeli epey büyümüş, palazlanmıştı maşallah. Epey bir bekledikten sonra elimize 600’le başlayan bir sıra numarası tutuşturup beyin cerrahine yolladılar. Nerede orası? En alt katta… Gene indik iki kat merdiveni. Buradaki sıra üsttekinin ağabeyi; pek bir uzun boylu maşallah. Üstelik tüm sıra numaraları da 900’le başlıyor ne hikmetse. Kapıdaki güvenlik görevlisine, “Abi biz askeriz, biz de mi bekleyeceğiz?” diye sorduk ve o beklenen ama hiç özlenmeyen “Behle hemşerim!” cevabını aldık. Bekledik, bekledik, bekledik… Sıra numaraları 900’den devam ediyor; 600 hiç yok. Bekledik… Saat oldu 12:00; sırada bizden başka kimse kalmadı. Derken ekranda “Metin Tatari” adı göründü, altında da dalga geçermişçesine “Öncelikli Numara” yazıyordu. Neyse efenim… kardeşim girdi içeri, oldu muayenesini, sonra elinde yeni evraklarla tekrar yanıma geldi ve dedi ki, “42 numaralı odaya gidecekmişiz.”
Gene çıktık o merdivenleri, gene girdik sıraya. Adam kâğıtları aldı, ardından yeni bir belge verdi ve dedi ki, “Bunu az önce muayene olduğunuz doktor da dâhil olmak üzere üç beyin cerrahine imzalatın, gelin.” Yahu biz nereden bulacağız koskoca hastanede 3 beyin cerrahı? “Karşı binada, üçüncü katta…”
Aldık evrakları, indik yine iki kat aşağı. Az önceki doktorun yanına kapıyı çalıp daldık, imzalattık kâğıtları. Şansa bir tane daha yakaladık orada. Sonra geçtik karşı binaya. Allah’ım, o nasıl merdiven? Ayrıca “üçüncü katta” tam bir yalan! Zemin katta ekstra bir merdiven daha var, resmen dördüncü kata çıktık. Girdik beyin cerrahi bölümüne, içerisi ameliyatlı hasta dolu. “Doktorlar nerede?” diye sorduk bir hemşireye. “Odalarına bakın,” dedi. “Koridorun solundaki üç kapı.”
Gittik kapılara, çaldık tek tek. Biri boş, biri kilitli… “Eyvah!” derken sonuncuda bir doktor bulduk! Ama o da “Ben imzalayamam, diğer doktorları bekleyin,” dedi ve bizi başından savdı. Tabelasına baktım, doçent doktor. Öbürlerine baktım, onlar da doçent doktor… Eee, ne farkı vardı ki bunların? Yoktu tabii…
Derken öğle yemeği saati geldi ve hemşireler, doktor falan hepsi tüydü. Kaldık öyle ortada… Doktoru kaçırırız diye gidip yemek yemeye de cesaret edemedik. Bekle, bekle, bekle… Yarım saat sonra bir doktor çıkageldi hakikaten. “Niye bekliyorsunuz?” diye sordu. “İmza için,” dedik, sempatik olduğunu umduğumuz melül tebessümlerle. “Ee doktor falanca buradaydı, ona imzalatsaydınız ya,” dedi, az önce bizi başından savan adamı kastederek. “İmzalamadı ehe-mehe!” yaptık. Güldü, başını iki yana salladı, sonra da “Ben ameliyata gireceğim. Bana imzalatırsanız dönüşte bulamazsınız, işiniz yarım kalır,” deyip gitti. Gene bekledik… Sonra bir doktor daha geldi. Ve bu seferki imzaladı! Sevinçten havalara uçtuk. Ama sonra “42 numaralı odaya gidin,” dedi ve o anda geri planda “Atın beni denizlere” şarkısı çalmaya başladı kafamda…
İndik dört katı, çıktık ikinci kata… hâlâ öğle yemeği vakti, ama insan sırası her zamanki yerinde duruyor. Geçtik en sona, bekledik bir kez daha. Ben diyeyim cinnetlik, siz deyin cinayetlik bir sürenin ardından sıra yine bizdeydi. 42 numaranın görevlilerinden biri kâğıdı aldı, sonra da elimize koca bir dosya tutuşturup, “Şimdi bunu ilk muayene olduğun doktora imzalat, üzerine de not düşsün,” dedi.
İndik yine iki kat aşağı… Biz artık sinirden gülmeye başladık tabii. Millet bize tuhaf tuhaf bakıyor; herkes hasta. Dayak yeme riski büyük. Girdi Metin doktorun yanına, dedi böyle böyle. Ama adam ne yazacağını bilmiyor! “Ben ne anlarım askerlikten? Bilmiyorum ne yazılacağını. Al bu dosyayı, 42 numaralı odaya git. Söyle beni arasınlar,” dedi.
Çıktık iki kat yukarı. 42’den yine 46’ya yönlendirdiler. Dedik doktoru arayacakmışsınız. “Yok öyle bir şey kardeşim!” diye patladı kadın başhekim. Sonra da “Bir boku beceremiyorlar!” diye ekleyip duygularımıza tercüman olarak gözümüzden bir damla yaş süzülmesine sebep oldu. Arkasından bir kâğıda bir şeyler yazıp bizi yine aşağıdaki doktora yolladı. Doktor bu sefer yazabildi istenileni. “42 numaralı odaya gidin,” dedi. Başka ne diyebilir ki?
42 numaranın önünde sıra bekledikten sonra görevli memur dosyayı aldı, bekleyin dedi. Bekledik umutla. Bitmiştir belki dedik, ama nerdeeee… “Doktor bunu yanlış yazmış, git düzelttir,” dedi memur. Metin indi aşağı, ben yukarıda kaldım. Ölüyorum hastalıktan! Bacaklar gitmiş, davul gibi öksürüyorum. Burun desen, çok affedersiniz, Niagara Şelalesi. Neyse, doktor bakmış dosyaya, taksim yerine tire atmış meğer… Bu! Düzeltilmesi gereken hata bu! Tire yerine taksim… “42 numaralı odaya gidin,” demiş doktor tabii.
Dosyayı tekrar teslim ettik, yine bekledik. Bu sefer bayağı uzun sürdü. Beklerken şans eseri oradaki birkaç kişiyle tanıştık, onlar da askerlik muayenesi için oradaymış meğer. Biri korku filmlerindeki figüran misali, “Abi ben dört gündür buradayım!” dedi, küçülmüş gözbebekleriyle. Hepsi de aynı şeyleri yapmış, aynı yollardan geçmiş…
Derken Metin’in adı okundu, yine elimize bir kâğıt tutuşturdular. Dediler ki, “Şimdi bunu daha önce imza aldığınız üç beyin cerrahına tekrar imzalatın.” O anda aklıma çok parlak cinayet romanı fikirleri gelmeye başladı… Cinnet geçiren bir hasta, üç imzayla katledilen doktorlar falan. Nereden esti bilmiyorum!
İndik iki kat aşağı, muayene olduğumuz doktora imzayı attırdık. Sonra geçtik karşı binaya, çıktık aslında dördüncü kat olan yalancı üçüncü kata. Birine imzalattık ama o son doktor ortada yok! Sadece “Ben imzalayamam,” diyen herif var; hiç çıkmamış odasından, canım benim… Biz beklerken iki kadın geldi, Doktor Ben-İmzalayamam onları odasına aldı ve bol kahkahalı, akademik bir “kavurma-turşu” muhabbeti eşliğinde evraklarını imzaladı. Canım benim… Kızdım tabii sonunda! “Gir içeri,” dedim Metin’e, “sor bakalım diğer doktor neredeymiş.” Girdi bizimki, kahkahalar dinip yerini akademik bir baştan-savmacılık aldı ve “Ameliyata girdi. Gelir birazdan, bekleyin,” dedi. Canım benim…
Sonra saat 16:00 oldu ve mesai saati bitti. Hemşireler gitti, canım-benim gitti, bir biz kaldık hastalarla. Sonra hasta bakıcılar geldi, onlara sorduk nerede bu doktor diye. “Doktor bey saat 15:00’te eşiyle birlikte çıkış yaptı,” demesin mi? Dedi vallahi… “42 numaralı odaya gidin,” demiş kadar oldu.
Yarın yine gideceğiz…
Bitip biteceğini bilmiyoruz…
Korkuyoruz.
İmdat!
2 comments:
Aynisini biz yasadik ,yegenimin diplomasini almak icin gittigimiz, Muhendislik fakultesinde. Bizim ki 18. oda, 20. oda, ATM makinasi, kopyeleme dukkani ve yine 18. oda ve sonunda 20 oda...
bir gunde bitirdik... Siz de insallah bitirirsiniz..Canim o kadar memurlar ne yapacaklar...
Di mi ama? O kadar memura iş bulmak şart :) Bitirmeye biz de bitirdik ama 3 günde. Bu arada biz de bittik tabii. Teşekkürler yorumunuz için. Ve size de geçmiş olsun :)
Yorum Gönder