Yeni yazarların çevirilerini yapmayı sevmiyorum. Yazım stilleri, üslupları o kadar farklı ki yazdıklarını Türkçeye çevirmek cidden zor oluyor.
Mesela Asimov, Kim Stanley Robinson ya da GRR Martin gibi ustaların ya da China Mieville, Ted Chiang ve Brandon Sanderson gibi görece yeni yazarların eserlerini çevirdim. Onların süslü, edebi dilleri ya da teknik terimleri de insanı zaman zaman zorluyor ama en azından cümle yapıları düzgün oluyor. Cümlenin başı şarkta, sonu garpta olmuyor. A'dan bahsederken birdenbire B'ye geçmiyorlar. "Ve" ile bağladıkları cümlelerin anlam bakımından bir bütünlüğü oluyor.
Yeni yazarlar da... nasıl desem... bir zorlama var. Yazdıkları güzel görünsün, havalı görünsün diye o kadar kasıyorlar ki that'lar which'ler havada uçuşuyor. Basit bir dille anlatılabilecek bir şeyi mümkün olan en devrik ve ters şekilde yazıyorlar. Kulaklarını tersten tutuyorlar diyeyim hadi. Alakasız yerlerde satır başı yapıyorlar; cümlenin başı ayrı, sonu ayrı paragrafta oluyor.
Okurken ne demek istediğini gayet iyi anlıyorsun. Ama iş Türkçeye "güzel ve akıcı" bir şekilde çevirmeye gelince resmen tıkanıp kalıyorum. Öyle yazıyorum olmuyor, böyle yazıyorum olmuyor. Sadık kalayım diyorum, "çokomel" gibi oluyor. Güzel yazayım diyorum, yazarın hiç kullanmadığı kelimeler katmak zorunda kalıyorum bu sefer de işin içine.
Kısacası... yeni yazarların dilini sevmiyorum 🙄
0 comments:
Yorum Gönder