5 Haziran 2011 Pazar

Hizaya geeeel!


Kitap satan bir mağazada çalışmak kesinlikle keyifli bir iştir. Hele ki kitap okumayı seviyorsanız. Yeni çıkanlar daha ilk günden elinizin altındadır, yeni yazarlarla tanışma fırsatınız vardır, şüphe duyduğunuz bir kitabı satın almadan okuyabilirsiniz vs. Fakat bunların dışında bir alışkanlık daha kazandırır kitap dükkânlarında çalışmak; aşırı ötesi düzenlilik.

Aşırı ötesi derken abartmıyorum, inanın bana. Ben normalde de düzenli biriyimdir zaten ama kitapçılıkta bu düzen olayı cidden abartılmış durumda. Bir kere tüm kitapların türlerine göre ayrılması gerektiği ortada. Bunun yanı sıra alt türlerine göre de ayırmalı, yazar soyadlarına göre de sıraya sokmanız gerekir. Yoksa onca kitabın arasında aradığınızı bulmanız imkânsız. Buraya kadar anlattıklarımın yorucu olmak dışında bir kusurları yok. Asıl mesele çalışmaya başlamanızın üzerinden birkaç ay geçince başlıyor. Eliniz sürekli raflarda, masalarda, vitrinlerde… Devamlı olarak istemsiz bir biçimde kitapları alfabetik sıraya sokmaya, üst üste istiflenmiş olanları düz bir hizada duracak şekilde düzeltmeye başlıyorsunuz. 

Bir keresinde Aziz’le birlikte kitap fuarına gitmiştik. Daha önceki yazılarımdan hatırlarsınız belki, Aziz de benimle birlikte kitapçıda çalışan arkadaşlardan biri. Hatta bize çok gülmüşlerdi, “Olm zaten bütün gün kitapların içindesiniz. Ne işiniz var kitap fuarında?” diye… Biz yine de gitmiştik tabi. Fuarda gezerken bayağı dağınık bir standa denk gelmiştik ve kendimize hâkim olamayarak kitapları düzeltmeye başlamıştık.

“İhsan, ne yapıyorsun?” diye sormuştu Aziz bana, kitapları sıraya sokarken.
“Kitapları düzeltiyorum.” demiştim ben de, önümdeki yığını düzenlerken.
“Görüyorum da neden düzeltiyorsun?”
“Bilmem, sen niye düzeltiyorsun?”
“Ben de bilmiyorum.” demişti Aziz. Sonra halimize kahkahalarla gülerek oradan uzaklaşmıştık.

Bir seferinde de kardeşlerimle birlikte Konak Pier’deki kitapevine girmiştik. Yanlış hatırlamıyorsam kitap işinden ayrılmamın üzerinden yaklaşık iki yıl kadar bir süre geçmişti. Acaba ne alsak, yeni neler var diye dolanırken gözüm birden raflardaki kitaplara takıldı. Harf sıraları karışmıştı. L dizisinde K ile başlayan bir kitap vardı. Önlenemez bir şekilde kitabı aldım ve olması gereken yere yerleştirdim. Sonra bir tane daha çarptı gözüme, onu da yerleştirdim. Derken bir de baktım ki bütün rafı düzeltiyorum. Hem de raf görevlisinin şaşkın bakışları arasında. Kardeşlerim ise “Ne yapıyorsun ya?” diyerek kaçıştılar etrafımdan, utanmışlardı anlaşılan. Ama durduramıyordum işte kendimi.

Şimdi bunları neden mi yazdım? Çünkü kitapçıdan ayrılalı neredeyse dört yıl geçti ama ben geçen kitap fuarında yine tezgâh düzelttim de ondan…

9 comments:

zeynep dedi ki...

:))Güzel bir alışkanlık:)Simetri hastalığına dönüşmediği sürece fazla zararı olmaz:))Hım etrafındakilere sormalı asıl onlar rahatsızlar mı durumdan:))

Düzen takıntılı olduğumu anlamışsındır sanırım hemfikir oluşumdan:))

Sevgiler.

MaFiAMaX dedi ki...

Alışkanlıkları bırakmak zor. Anlattıklarınıza güldüm, ben de mesleğimden olsa gerek gördüğüm binalardaki kusurları arıyordum sürekli. Şimdi ilgi alanımdan çıkmış gibi :D

mit dedi ki...

@ Zeynep: Yok, aman... Allahtan daha o seviyeye ulaşmadı. Bir o eksikti zaten :) Takıntılıdan takıntılaya gocaman selamlar ;)

@ MaFiAMax: Kurtulabildiyseniz ne mutlu size :) Neyse, daha kötüsü de olabilirdi. Bir terzide çalıştığınızı ve sürekli insanların belini falan ölçmeye kalktığınızı düşünsenize :) Yorumunuz için teşekkürler.

sihirlitorba dedi ki...

hımmmm tipik bir obsesyon vakası :)))tedavisi:çorba gibi olmuş bir sahafta bir yıllık çalışma :)))

mit dedi ki...

Ahahaha! Tam kafayı yerim artık orada :) Dost musun düşman mı, açık konuş :)

Berre dedi ki...

Doğrusu ben zerre kadar düzenli değilimdir tabii sahne hariç. Tiyatro için sahneye çıktığım zaman sürekli dekoru toparlama ihtiyacı hissediyorum. Artık bende sizin takıntınız gibi kendi takıntımı günlük hayata geçirirsem ne olur acaba?

"-Bayan, rica etsek sahneden iner misiniz?
-Bir saniye efendim, görmüyor musunuz; sağ perdenin üçüncü kıvrımı ikinci kıvrımı ile denk değil?!
-?!"

Her zamanki gibi son derce yararlı bir yazıydı, neleri yapmamamız gerektiği hakkında ^^

mit dedi ki...

Hmmm... Tiyatro sahnesi ve temizlik hastalığı. Bence sen Sindirella rolü için biçilmiş kaftansın :)

Yorumunu okurken bayağı bir güldüm, sağ olasın. Şimdi sen söyleyince fark ettim de hakikaten de yazdıklarımı toplayıp "neleri yapmamalısınız" diye bir çalışma çıkartabiliriz ortaya :)

Sevgiler...

Hazal dedi ki...

Peki neden ben kitapçılarda, türe bakarak aradığımı bulamıyorum? Aradıklarım alakasız yerlerden çıkıyor. Dahası, bulamadığım için illaki bir görevliye sormam gerekiyor ki bundan da hoşnut değilim. (onlar da bulamıyor bazen. Kitap bitmediği halde)

Müşterileri falan mı karıştırıyor bu rafları? Bence kitapevleri görevlileri ellerinde sopa ile gezmeli, rafların yerini değiştiren bir müşteri gördükler mi şap! diye eline bir tane yapıştırmalı u_u. Hayır efendim, acımasızlık değil bu. Hayır yahu, obsesfi ya da simetri hastası değilim ben. O sizin iddialarınız :P.

Kitap fuarında olan olaya çok güldüm :). Ama fuardakilere de hayret ettim. ben fuarda görevli olsam hemen tutardım kolundan "gel arkadaşım, sen bugün bizle çalış madem "derdim :D.

mit dedi ki...

Bu durum genellikle alıp almamakta kararsız bir müşterinin mağazadan çıkıncaya kadar kitabı elinde dolaştırmasından ve çıkışta alelade bir rafa bırakmasından kaynaklanıyor. Düzen diye bir şeyden habersiz olan bazı kitlelerin sebep olduğu dağınıklık da var tabi.

Sopa ilginç bir fikirmiş yalnız :) Ama o kitabevine bir daha giren olur mu bilmem :) Sopa da sinek avlama dışında bir atraksiyona yaramaz bir ekipman olur böylece. Ya da çelik zırhlarını giyip öyle girerler.

Fuardaki adamlar henüz şaşkınlıklarını üzerlerinden atamadıklarından olsa gerek, öyle bir teklifte bulunmadılar. Hani "gel bizde çalış, istediğin kitap senin" deselerdi ben de çok düşünmezdim herhalde :) Hmmm... Seneye İthaki standını bir düzenleyeyim ben :P