Gözlerini aniden açtı ve yatağında hızlıca doğrulup etrafına bakındı. Karanlık otel odası yatmadan önce nasıl bıraktıysa aynen öyleydi. Yani gayet sıradan ve küçük… Pencereden sızan dolunayın solgun ışığı odayı bir parça da olsa aydınlatıyor, içerideki eski mobilyaları yarım yamalak ortaya çıkarıyordu. Etraf oldukça sessizdi fakat adam az önce bir tıkırtı duyduğuna yemin edebilirdi. Eli gayri ihtiyari olarak boynunda asılı olan madalyona gitti. Zinciri çekip atletinin altında gizli olan madalyonu ortaya çıkardığında şüphelerinde haklı olduğunu gördü. Madalyonun yuvarlak kenarlarını süsleyen rünler soğuk ve mavi bir parıltı ile ışıldıyordu. Normalde boş ve pürüzsüz olan orta kısmında ise şimdi uluyan bir kurt başı görünüyordu.
Tam o esnada meşhum tıkırtıları bir kez daha duydu ve pencerenin önünden iri bir karartı geçiverdi. Adam hışımla yatağından fırlayıp yatmadan önce yastığının altına gizlediği tabancalarını eline aldı. Tabancalar gümüş renkli, Colt marka birer 45’likti. İkisinin de namlusuna dönerek ilerleyen birer ejder motifi işlenmişti ve ağızları namlunun ağzına denk gelecek şekilde açık duruyorlardı. Bu da sanki mermiler ejderlerin ağzından çıkıyormuş gibi bir izlenim veriyordu. Adam silahları başının hizasına kaldırdı ve “Lykánthroph…” diye fısıldadı. Ejder işlemeleri anında kızıl bir pırıltı ile parıldamaya başladı ve namluya sürülen mermi sesleri duyuldu. Bu, mermileri gümüş kurşunlara çevirmek için söylenen büyülü kelimeydi. Adam artık dövüşe hazırdı.
Aniden odanın camı patlarcasına kırıldı ve bir sürü küçük cam kırığı eşliğinde içeriye devasa bir kurt adam giriverdi. Boyu iki metreden fazlaydı ve iki adam genişliğindeydi. Vücudu kül rengi tüylerle kaplıydı, gözleri ise adeta birer kan çanağıydı. Kurt adam avına büyük bir iştahla baktı ve başını geriye atıp vahşice uludu. Adamın buna cevabı silahlarını kaldırıp hızla ateş etmek oldu. Fakat kurt adam çok hızlıydı, çabucak kenara sıçrayıp dört pençesiyle birlikte duvara tutundu. Adam silahlarını süratle o tarafa çevirip birkaç el daha ateş etti ama canavar bir kez daha sıçradı. Bu kez tavandaydı. Kurt adam vahşi bir hırıltı koyuverip hızla avına doğru dalışa geçti. Adamın bu kez ateş edecek kadar zamanı yoktu. Son anda kendini yere atıp ileriye doğru yuvarlandı. Kurt adamın duvara toslamasıyla çıkan tok sesi duyduğunda ise keyifle sırıtmadan edemedi. Olduğu yerde çabucak döndü ve ayağına batan cam kırıklarına aldırmadan doğrularak silahlarını bir kez daha ateşledi. Kurt adam yine yana doğru sıçramaya çalıştı fakat bu kez yeteri kadar hızlı değildi. Gümüş kurşunlardan biri bacağına, bir diğeri ise omzuna saplandı. Dengesini kaybeden koca canavar bir köpek yavrusu gibi inleyerek yatağın üzerine devrildi. Eski mobilya, üzerindeki sıra dışı ağırlığa itiraz ederek gıcırdadı ve kırılarak parçalarına ayrıldı.
Adam silahlarını yerde yatan yaralı yaratığa doğrultmuş bir vaziyette yatağa yaklaştı. Kurt adam kana susamış gözlerle kendisine yaklaşan düşmanını süzüyor ama hareket etmeye cesaret edemiyordu. “Seni kim gönderdi?” diye sordu adam, uzun siyah saçlarını başının sert bir hareketi ile yüzünden çekerek. Kurt adam bu soruya sadece pis pis gülmekle yetindi.
“Sana bir soru sordum!” dedi adam, kurt adamın ayaklarının dibine bir mermi göndererek.
Kurt adam vahşice hırladı ve sivri dişlerini göstererek hısımına baktı.
“Beni kimin gönderdiğini çok iyi biliyorsun Kenn Wulf.” diye cevapladı ardından, rakibinin ismini telaffuz ederek. “Ve neyin peşinde olduğumuzu da biliyorsun. Sonsuza kadar kaçamazsın, er ya da geç efendimiz Mephisto istediğini elde edecek. Her zaman eder.”
“Öyle mi?” dedi Kenn, yüzüne yerleşen sert bir ifade ile. “Bunu göremeyecek olman çok yazık. Çünkü yolun sonuna geldin kuçu kuçu!”
Tam o esnada otel odasının kapısı büyük bir gümbürtü eşliğinde açıldı ve içeriye elinde çifteli tüfeğiyle otel sahibi girdi. “Neler oluyor burada? Sana otelimde gürültü eden müşte…” diye bağırıyordu otelin kel kafalı sahibi. Fakat karşılaştığı bu beklenmedik manzara karşısında bir anda gözleri fal taşı gibi açılıverdi ve dili tutuldu. Sadece bir anlığına dağıldı Kenn’in dikkati, sadece bir saniyeliğine silahlarını hafifçe kapıya doğru yöneltti. Ama o bir saniye kurt adam için fazlasıyla yeterliydi. Korkunç bir hırlama ile olduğu yerde ileri, tam düşmanının üzerine doğru sıçradı. Kenn son anda kendisini yana atarak bu saldırıdan kıl payı kurtuldu. Neyse ki kurt adam kendisini değil de tam arkasındaki pencereyi hedef almıştı. Yaratık, pencere aralığından uçarcasına çıkarak odayı terk etti. Kenn yattığı yerden hızla doğrulup pencereye doğru koştu fakat artık çok geçti. Kurt adamın iri gölgesi binadan binaya atlayarak hızla uzaklaşmaya başlamıştı bile.
Kenn Wulf okkalı bir küfür savurarak yüzünü odaya döndü ve hâlâ kapının yanında duran otelci ile göz göze geldi. Adamın beti benzi atmıştı ve korkudan zangır zangır titriyordu.
“İyi misin?” diye sordu Kenn.
“O… o… o bir k-k-ku… O bir k-k-kur…” diye kekeledi titremekten konuşamayan adam.
“Evet, o bir kurt adamdı.” dedi Kenn, gayet sakince.
“H-ha-hayır.” dedi otel sahibi. Göz bebekleri iyice küçüldü ve boşluğa bakarak kendi kendine bir şeyler gevelemeye başladı. “Ku-kurt adam… Yoktur. Yalan! Kurt adam… Kurt adam… Yoktur!”
“Hey, sakin ol! Kendine gel.” dedi Kenn, adamı omuzlarından kavrayıp sarsarak. Fakat otel sahibi kendisinden beklenmeyecek bir güçle onu iterek kendinden uzaklaştırdı ve görmeyen gözlerle otel koridoruna çıkıp ellerini kollarını çılgınca sallayarak koşmaya başladı. Bir taraftan da “Kurt adam! Kurt adam!” diye bağırıyor ve kahkahalar atıyordu. Kenn Wulf yüzünde bir acıma ifadesi ile deliren adamın arkasından bakakaldı. Buna benzer olayları daha önce de görmüştü. İnsanoğlu varlığını reddettiği bu tarz şeylerle karşılaştığında etraflarına ördükleri sahte gerçekliğin duvarları yıkılıyor ve zihinleri bunun ağırlığını kaldıramıyordu. Kendisi ise bu korkunç gerçekle uzun yıllardır savaşıyordu.
Üzüntü ile başını iki yana salladı ve eşyalarına doğru yöneldi. Burada daha fazla kalamazdı, kurt adam her an hemcinsleri ile geri dönebilirdi. Ya da daha kötüleri ile… Siyah renkli tişört ve pantolonunu hızlıca giydi ve silah kemerini omzuna astı. Gümüş tabancalarını yerine yerleştirdikten sonra parmakları kesik deri eldivenlerini eline geçirdi. Yatak çarşafının bir kısmını yırtarak sıkıca ayaklarının etrafına sardı, bunun küçük cam kesiklerini bir nebze de olsa kapatmasını umuyordu. Deri çizmelerini ve siyah uzun pardösüsünü de üzerinde giydikten sonra uzun saçlarını arkadan topladı. Son olarak da küçük sırt çantasını gizlediği yerden çıkarıp içindekilere şöyle bir baktı. Mühürler hâlâ yerli yerindeydi. Kendinden emin bir şekilde gülümseyerek çantasını sırtına attı ve seri adımlarla küçük odadan ayrıldı. O koridorda ilerlerken odalarından çıkmış olan diğer müşteriler ona meraklı bakışlar atıyor, birileri ateş edildiğinden bahsedip polis çağrılması yönünde bağırıp çağırıyor, kadınlar ve çocuklar ağlayıp sızlıyorlardı. Üst koridorlardan bir yerden ise hâlâ otel sahibinin çığlıkları ve çılgın kahkahaları duyuluyordu. Çok geçmeden oteli terk edip Manhattan’ın karanlık sokaklarına karıştı.
( Devam edecek... )
4 comments:
Yanlış ellere giden, ama sonra direkten dönün güzide hikaye :). İyiki gönderdiğin yerde hebaa olmadı.
"Birtemis" sopa çekerdik o zaman onlara :)
yine çok heyecanlı,güzel bir hikaye ile bizi buluşturduğun için teşekkürler mitçim.okurken canlandırabiliyorum gözümde.sıra geldi ikinci ve üçüncü bölüme.)
Teşekkür ederim. Okurken keyif alıyorsan ne mutlu bana.
Yorum Gönder