Sevgili Pabuç ve Hypatia, geçen (öhöm!) ay beni mimlemiş ve blog sayfamı "Çok Yönlü Blogger" ödülüne layık görmüşlerdi sağ olsunlar. Ben de ne yapıp edip mimi cevapsız bırakmayacağıma dair kendilerine söz vermiştim ve şimdi bunu tutmanın tam zamanı (Aksi takdirde bana üç vakte kadar dayak görüyorum).
Her mimde olduğu gibi bunda da bazı kurallar var elbette. Öyle ödülü alıp kaçmak yok anlayacağınız. Bakalım ne eziyetl... öhöm... şartları varmış bu ödülün.
Her mimde olduğu gibi bunda da bazı kurallar var elbette. Öyle ödülü alıp kaçmak yok anlayacağınız. Bakalım ne eziyetl... öhöm... şartları varmış bu ödülün.
Elbette, büyük zevkle...
Neredeyse ilk günlerimden beri beni takip eden, yorumunu, desteğini ve de ene önemlisi arkadaşlığını benden esirgemeyen sevgili Pabuç, yazılarını "Bu da geçer" isimli sayfasında bıkmadan usanmadan yayınlamaya devam etmekte. Arada bir bıktım dese de biz içten içe içindeki yazı canavarının yeniden ortaya çıkacağını biliriz.
Gerek kaliteli yazıları gerekse değerli kişiliğiyle kısa sürede bütün ödül, takdir ve alkışları toplayan sevgili Hypatia ise birbirinden güzel paylaşımlarıyla "Hypatia'nın araştırmacı ruhu" isimli sayfasında arz-ı endam etmekte. Blog dünyasına yeni giriş yapmasına rağmen kırk yıllık blog yazarlarına taş çıkarttıracak kadar da güzel şeyler yazmakta kendisi.
Her ikisine de bu ödül için çok teşekkür ederim. Eksik olmayın arkadaşlar.
2. Kendiniz hakkınızda 7 gerçeği paylaşın.
Hah! Şimdi geldik işin alengirli kısmına. Kendi kendini rezil etmek! İşte bu konuda üstüme yoktur. Üstelik genellikle ekstradan bir çaba sarf etmeme bile gerek kalmıyor. Sokağa çıkmam, ağzımı açmam ya da sadece kendim olmam yetiyor da artıyor bile. Beni uzun zamandır takip edenler şuradaki yazımda kendimle alakalı 7 acayip huyumu anlattığımı hatırlayacaktır. Orada yazdıklarımı tekrar etmemek adına 7 garip huyumu daha ifşa ediyorum efendim, kemerlerinizi bağlayın!
( Önemli not: Bu yazıyı okuduktan sonra akıl ve ruh sağlığınızda oluşacak bozukluklardan müessesemiz sorumlu olmamakla birlikte blog sayfamı takip listenizden, beni de hayatınızdan çıkartmak kesinlikle yasaktır. )
( Önemli not: Bu yazıyı okuduktan sonra akıl ve ruh sağlığınızda oluşacak bozukluklardan müessesemiz sorumlu olmamakla birlikte blog sayfamı takip listenizden, beni de hayatınızdan çıkartmak kesinlikle yasaktır. )
- Ben kolay kolay gıdıklanan biri değilimdir. Bunu başarabilenlerin sayısıysa bir elin parmaklarını geçmez. Hatta şöyle diyeyim; birincisi annem, ikincisiyse rahmetli teyzemdir. Amma ve lakin geçen gün keşfetme bahtsızlığını yakaladığım üzere şirket müdürüm de beni gayet başarılı bir şekilde gıdıklayabiliyor! Müdürün neden beni gıdıklama ihtiyacı duyduğunu kesinlikle konuşmak istemediğim gibi bu keşfimin bana iş yerimdeki başarı basamaklarını hızla tırmandırmayacağını da can-ı yürekten umuyorum!
- Beni yakından tanıyanlar genellikle ne kadar mütevazi bir kişiliğe sahip olduğumu söylerler (Böyle yazınca pek de öyle olmadı sanki ama haydi hayırlısı). İşte ben bu huyumu bir çamur birikintisine borçluyum sayın okuyucular. Evet, doğru okudunuz. Çamur birikintisi... Neden mi? Anlatayım efendim. İlkokul günlerim... İkinci ya da üçüncü sınıftayım. Bir akşam, yağmurlu bir okul çıkışında amcamın oğlu Cihat, şimdi sebebini bile hatırlamadığım bir olay yüzünden sınıf arkadaşlarımızdan biriyle ağız dalaşına girmişti. Ben de neyin ne olduğunu bilmeyen saf çocuk rolünde onları izliyordum. Ama şunu iyi hatırlıyorum; Cihat benim en iyi dostumdu ve her ne olursa olsun onun tarafını tutmaya hazırdım. Son lafı söyleyen ve kavganın galibi Cihat olmuştu. Zafer sevinciyle "Hıh!" deyip burnunu havaya kaldırmış ve azametle yürüyerek uzaklaşmaya başlamıştı. Tartışmayı kaybeden arkadaşımız ise oldukça üzgün ve şaşkın bir halde bir ona bir de bana bakakalmıştı. Bir an için ne yapacağımı bilemez bir vaziyette orada durdum. Sonra Cihat'ı taklit ederek bir "Hıh!" da ben çektim, arkadaşımıza küçümser bir bakış attım ve gayet havalı, kendini görmüş bir edayla kuzenimi takip etmeye başladım. Ya da takip etmeye çalıştım diyelim. Çünkü henüz ikinci adımımı atmamla kaygan bir çamur birikintisine basmam ve yere yapışmam bir oldu. Bir anda baştan aşağı vıcık vıcık çamura bulanmıştım. Ama öyle böyle değil. Saçım, suratım, pantolonum, önlüğüm... Eve kadar hüngür hüngür ağlayarak gitmiştim. "Sen misin insanları küçük gören?" demişti biri bana sanki. İşte o gün çok önemli bir ders çıkardım bu olaydan kendime: insanlara sataşırken etrafta çamur birikintisi olmamasına dikkat etmek. :)
- Ben daha henüz çok küçükken bizimkiler bana bir oyuncak almaya karar vermişler. Yanılmıyorsam ilk oyuncağım olacakmış bu. Aile dostumuz olan bir eczaneye girmişler (o zaman nerdeee şimdiki oyuncakçılar?) ve minik bir Hacıyatmaz almaya karar vermişler. Henüz bir yaşında bile değilmişim, o yüzden oyuncağın işlevini anlayıp anlayamayacağımdan tam olarak emin olamamışlar. Bu yüzden "Deneyelim bakalım." diyerek Hacıyatmazla beni karşı karşıya oturtmuşlar. Hacıyatmaz başlamış ileri-geri, sağa-sola sallanmaya... O durana kadar dikkatle izlemişim, hareketi bittikten sonra kısa bir süre beklemişim, ardından da başlamışım kendim sallanmaya. İleri-geri, sağa-sola... Çok gülmüşler bu halime elbette. En çok da eczacı amca. Ama bilmiyorlarmış ki psikolojimle oynadıklarını... Bugün üzerinize afiyet 32 yaşındayım ve ne zaman canım sıkılsa Hacıyatmaz misali sallanmaya başlarım. Öne arkaya... Sağa sola... Evde, işte, durakta... "Hah! Başladı bizim Hacıyatmaz!" der annem bu halimi görünce. Çok iyi tanımayanlarsa "Oğlum gitsene tuvalete! Buraya mı yapacaksın!"
- Bankalara gittiğiniz zaman elimize tutuşturulan numara kağıtlarını bilirsiniz. Hani üzerinde sıra numaramız yazan minik kağıtlar. İşte ben o kağıtlara bin bir eziyet çektirir, soytarı ederim elimde. Dans ettiririm, takla attırırım, durmadan evirip çeviririm, arada katlar sonra tekrar açarım. Bu esnada da nedenini tam olarak anlamadığım bir sebepten dolayı sağımdaki ve solumdaki koltuklar boşalır, çevremdekiler bana deli gibi bakar falan... Acayip huyları var şu insanların.
Eee... Şey... Beş mi oldu? Evet, öyle olmuş. Ama siz hatırım için yedi tane yazmışım gibi davranabilirsiniz. Yaparsınız değil mi? Yaparsınız yaparsınız.
- Şemsiyeler ve yağmurla aramda garip bir husumet vardır. Her ne kadar benim ikisiyle de bir alıp veremediğim olmasa da onlar bana düşmandır. Ne zaman yanıma şemsiye alsam güneş açar, ne zaman evde bıraksam sırılsıklam olurum. Böyle garip bir ilişkimiz var. Ama en garip olan yanı elime her şemsiye alışımda istisnasız olarak kulaklarımda Star Wars müzikleri yankılanmaya başlaması şüphesiz. Şemsiyemi her açtığımda o meşhur "ışın kılıcı" efekti çınlar beynimin karanlık koridorlarında. Neyse ki henüz kılıç gibi sallayıp etrafta deli gibi koşturmaya başlamadım. (Bunu daha önce yazmıştın diyenlerin yüzünün önünde elimi hafifçe sallıyor ve "Böyle bir şeyi daha önce hiç okumadın!" diyorum.)
3. Sevdiğiniz ve takdir ettiğiniz 10 başka blog yazarına aynı ödülü verdiğinizi bildirin.
Bu ödül tüm blog dostlarıma gelsin. "Hepiniz yazacaksınız! Mecbursunuz! Muhaha!" demiyorum elbette. İsteyen yanıtlamakta, istemeyenler ise görmemiş numarası yapıp arkasına bakmadan kaçmakta serbest.
Desteğiniz ve eksik etmediğiniz değerli yorumlarınız için hepinize teşekkürler.
7 comments:
süper ya...
Sen var ya sen yaz yaz yaz lütfen daha sık yaz :)
Tabi kitap da yaz ama lütfen blogunda da yaz :)
Yaz yaz bir şarkı mıydı yaa:)
Eğlenerek(tabi çok da gülerek )okudum var olasın...
iyi ki varsın..
Rica:
Lütfen paylaşım butonu ekler misin bloguna
Teşekkürler :) Mimi biraz geç cevapladım ama kusura bakma. Ancak vakit bulabildim. Paylaş butonu eklemeyi de çok denedim ama bu temada olmuyor maalesef. Sen de iyi ki varsın arkadaşım :)
Semsiye olayinin bas oyuncusu izmir'in mukemmel havasi degil mi :D Ben cogunlukla guneste semsiyeyle gezen (ki semsiyem boyumun yarisi kadar)sokaktaki tek kisi oluyorum ayni sebepten heheh
Kesinlikle öyle sevgili Arlinon. Eğer bir gün, güneşli bir havada karşıdan senin gibi elinde şemsiyeyle gelen biri olursa bil ki o benim :) Sevgiler...
Özellikle şu eşyalarla kavga etme ve bilgisayara canlı muamelesi yapma kısımlarında kendimi buldum desem yeridir herhalde. Çoğunlukla sınav kağıtlarıyla konuşuyorum ben de, hatta kavga ediyorum. Bunun engellenemez bir şey olması da işin tuzu biberi. ^^
Çok Yönlü Blogger Ödülü? Hak ettiğiniz bir ödül olduğuna şüphe yok. ^^
Teşekkürler sevgili Berre. Sınav kağıtlarıyla kavga etmek de gayet ilginç bir huymuş doğrusu :) Tepende bir hoca dikilirken hiç de faydalı olmadığına eminim :P
Çok yönlü ödülünü hakkettim mi bilmem ama en tembel blogger diye bir ödül çıkarsa bunu ilk verecekleri kişilerden biri benim, ona eminim.
Sevgiler...
Yorum Gönder