24 Şubat 2010 Çarşamba

Hayat


Hayat bir madalyon gibidir. Ya da bozuk bir para...

Bir tarafı bakmaya doyamayacak kadar güzel,
diğer tarafı ise dayanılmayacak kadar çirkin.

Önemli olan madalyonun hangi yüzüne baktığımızdır. Tıpkı hayata hangi açıdan baktığımız gibi...

Siz hangi açıdan bakıyorsunuz?


Resim / Picture from DC Comics, Two Face

12 Şubat 2010 Cuma

Blog tanıtımı: Yörünge

Bugün bir değişiklik yapıp sizlere çok sevdiğim bir arkadaşımın blog sayfasını tanıtacağım. Blog sayfamızın ismi Yörünge.

Yörünge müzik üzerine kurulmuş bir sayfa. Yeni çıkan yerli ve yabancı parçalardan tutunda bir zamanların unutulmaz şarkılarına ve sanatçılarına kadar pek çok bilgiye ulaşabiliyorsunuz. Ve arkadaşım diye söylemiyorum, blog sahibi de müzik konusunda çok derin bir bilgiye ve birikime sahip biri. Zaten birkaç yıl kadar ulusal radyolarımızdan birinde de müzik programları hazırlamış kendisi. Siteye giriş yaptığınızda üslubundan ve yazım tarzından bunu sizde hemen fark edeceksiniz.

Buna rağmen bu blogun izleyici sayısı sadece 1. Evet, maalesef öyle. O bir kişi de ben oluyorum zaten. Sizden ricam sayfaya bir göz atmanız. Müzik bloglarından hoşlanan biriyseniz muhtemelen takibe alırsınız zaten. Yok eğer değilseniz ve izlemek istemezseniz problem yok elbette. Bakmış olmanız bile yeterli... İlgi ve desteğiniz için teşekkürler.

Başarılar Yörünge...

yorunge-tr.blogspot.com/

6 Şubat 2010 Cumartesi

Sütlaç vakası

Geçen akşam Gülsüm, Bitirim ve Ceycey ile ofiste oturmuş laflarken müdürümüz elinde bazı paketlerle ve yüzünde hevesli bir gülümseme ile içeri giriverdi. “Arkadaşlar eşim tatlı yapmış, sizlere de yolladı. Buyurun yiyelim.” dedi sırıtarak. Ofiste hemen bir bayram havası esti, tabaklar getirildi, kaşıklar dağıtıldı ve tatlı aramızda pay edildi. Bir tabak da benim önüme koyuverdiler Pat! diye… Ben tatlıya şöyle bir bakakaldım. “Ne bu?” diye sordum, alacağım cevabı bile bile.
“Sütlaç!” dedi müdürüm, “Ayıptır söylemesi eşim çok güzel yapar.” diye devam etti yine sırıtarak.
“Sütlaç mı?” dedim yutkunarak. Evet, bildiğimiz sütlaçtı bu.
“Yesene abicim, çekinme. Hadi ye.” dedi müdürüm bana. Ama ben artık orada değildim.

Aklım bir gün öncesinde yaşanan bir olaya kaymıştı. Hani filmlerde olur ya… Kamera esas oğlanın yüzüne zoom yapar, duvarlar falan uzar ve oğlan şimdi bambaşka bir mekanda, muhtemelen daha önce yaşadığı bir olayın hatırasında etrafına şaşkın şaşkın bakmaktadır. Flashback dedikleri olay… İşte ben de o anda zihinsel olarak ofisi terk etmiş ve evimizin mutfak masasında oturuyor bulmuştum kendimi. Şaşkın şaşkın etrafıma bakındım âdet yerini bulsun diye… Vakit akşam yemeği vakitleri, üzerimde dün giydiğim kıyafetler, karşımda ise annem…
“Of, canım nasılda tatlı çekti.” dedi annem, tıpkı o akşam dediği gibi.
“Hmmm… Benim de. Keşke olsa da yesek.” diye cevapladım ben de.
“Şimdi şöyle bir sütlaç olacaktı!” dedi annem, gözlerini yumarak.
“Sütlaç mı? Öğk, hiç sevmem.” dedim yüzümü ekşiterek.
“Niye be?” dedi annem. “Bir de fırında olacaktı, üstü şöyle kızarmış. Oh, nefis…”
“Nesi nefis yahu? Pirinçli tatlı mı olurmuş?” dedim.
“Neden olmasın? Çok da güzel olur.” dedi annem.
“Beni biliyorsun, takıntılıyımdır böyle konularda. Nasıl aşurede nohut, fasulye falan sevmiyorsam tatlıda da pirinci sevmiyorum. Pirinç dediğin yemekte olur, tatlı da olmaz.” dedim elimi kolumu sallayarak.
“Ama bak, ben bir yapayım. Nasıl beğeneceksin, parmaklarını yersin.” dedi annem.
“Sakın ha! Asla yemem!”dedim kesin bir tavırla.
“İyi, iyi tamam. Vazgeçtim, yapmıyorum.” dedi annem bozularak.
“İstiyorsan yap ama şunu bil ki kimse bana sütlaç falan yediremez. Hayatta ağzıma sürmem!” dedim yeniden.
“Yesene abicim, ne bekliyorsun?” diyen bir erkek sesi duyuldu mutfakta. Annem ve ben gözlerimizi kırpıştırarak yukarıya baktık, bu ses de nereden geliyor diye. O anda mutfak hafifçe puslanmaya başladı ve kendimi tekrar ofisteki masamda, müdürüme gözlerimi kırpıştırarak bakarken buldum.

“Yesene abicim, ne bekliyorsun?” dedi müdürüm beklenti ile bana bakarak.
“Yiyeyim di mi?” dedim rahmetli Kemal Sunal misali.
“Ye tabi abicim.” dedi müdürüm bir kez daha.
“Eh, yiyeyim bari...” dedim, başımı mahzunca yana eğerek. Ve o sütlacı yedim… Çok da zorlandım yerken. Ama sütlacı sevmediğim için zorlanmadım, Allah var kadın gerçekten de güzel yapmıştı tatlıyı. Bana zor gelen o tatlıyı yemek değil, tükürdüğüm lafı yalamaktı aslında.

Herkes tatlısını bitirdiğinde müdürümüz ellerini çırparak oturduğu yerden kalktı ve “Eee? Nasıl buldunuz arkadaşlar?” diye sordu hevesle. Hepimiz tatlıya ve eşine methiyeler düzmeye başladık tabii ki. Sanki başka bir şansımız varmış gibi… Tek şansımız tatlının gerçekten de güzel olmasıydı. Müdür memnuniyetle gülümseyerek “Eh, afiyet olsun arkadaşlar. Haydi işlerinizi toparlayın da çıkalım.” dedi ve ofisi terk etti. Ofiste kalan kısmımız şöyle bir birbirimize baktık. “Vallahi de çok güzel olmuş.” dedi kolay kolay başkalarının yaptığı yemekleri beğenmeyen Gülsüm. “Bence de.” diyerek ona katıldı Bitirim. “Ben de çok beğendim birader.” dedi Ceycey. “Aslında ben sütlacı hiç sevmem.” diye ekledi bir anlık duraksamadan sonra. Ben hemen güldüm tabi. “Sorma abi, ben de hiç yemem. Eşim beni görse kesin öldürür.” dedi Bitirim gülerek. “Valla ben de daha geçen akşam annemle sütlaç için tartışmıştım. Bir de hayatta ağzıma sürmem dedim, iyi mi? Yerken aklıma hep o geldi” dedim ben de. Hep beraber gülüştük.  “Hadi” dedim kendi kendime “Yine iyisin mit. Bu sefer ucuz kurtuldun. Ya sütlaç yerine başka bir şey deseydin? Allah’ın sopası yok…”