25 Mayıs 2010 Salı

1. Çizgi Roman Ödülleri


Bilenler bilir. ÇROP ya da uzun ismi ile "Çizgi Roman Okurları Platformu" Türkiye'de çizgi-roman adına önemli işler yapan güzide bir blog ekibi. Bu ekipte kimler yok ki? Yazar-çizer Ümit Kireççi, yazar-editör Aşkın Güngör, editör Lami Tiryaki, çizer Rıdvan Şoray, ilüstratör-karikatürist Erkin Ergin ve çizer S. Ozan Sarı, blog yazarı Vildan Ceyhan ve daha nice gönüllü çizgi-roman okuru.

Ümit Kireççi'nin başını çektiği bu ekip ülkemizde uzun zamandan beri eksikliği hissedilen bir organizasyonu bu yıl hayata geçirdi; Çizgi-Roman Ödülleri. Çeşitli kategorilerde okuyucular tarafından belirlenmiş adaylar arasında seçim yapmak için bütün çizgi-roman severleri bu organizasyona bekliyoruz.

Çizgi Roman adına teşekkür ederiz:

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Görülmeye değerdi

Bir sabah işe doğru giderken yolumun üzerinde benimle aynı istikamete giden bir tanıdığıma rastladım. Çalıştığımız bankada gişe görevlisi olarak çalışıyor kendisi ve ne zaman para yatırma vb. bir işlemim olsa istisnasız olarak ona denk gelirim. Karşıdan karşıya geçebilmek için kaldırım kenarında durmuş bekliyordu. Hemen yanına yanaştım ve “Günaydın.” dedim neşeli bir sesle. O da beni görünce gülümsedi ve “Günaydın, ne haber?” dedi. “İyiyim, para yatıracaktım da...” dedim muzip bir şekilde. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi ve o bir anlık afallaması ardından gelen kahkaha görülmeye değerdi.

***

Seneler önce… Gazetelerin kupon çılgınlığının had safhada olduğu yıllar… Bir bayram namazı sonrası her zamanki gibi rahmetli dedemin evinde toplamıştık. Babaannemin elini öpmek için kuzenim Cihat’la birlikte hızla mutfağa daldık. Bir güzel bayramlaşıp, ikram edilen çikolataları mideye indirirken babaannem “Anlatın bakalııııım, hoca ne anlattıııı?” diye sordu. Huyu kurusun, son kelimeleri hep uzatarak konuşur tonton babaannem. Cihat “Kupon çılgınlığından falan bahsetti.” diye cevapladı. “Yaaa?” dedi babaannem oldukça meraklanmış bir şekilde. “Ne dedi pekiiii? Anlatın bakayım biraaaaz.” diye sordu ardından. Cihat ise hiç istifini bozmadan şöyle dedi; “Kaçıncı kuponda kaldığımızı sordu. O birkaç tanesini kaçırmış da…” Babaannemin yüzündeki şaşkın ifade ve sonrasında hep birlikte attığımız şen kahkahalar görülmeye değerdi.

***

Askerliğimi yazıcı olarak yaptığımdan daha önce bahsetmiştim. Bizim yazıhanede 3 asker ve bir sivil memur olmak üzere toplamda 4 kişi çalışırdık (ÖSS sorusu gibi bir cümle oldu bu da yahu!). Sivil memur abimizin ismi Yücel idi ve sizden iyi olmasın çok severdim kendisini. Askerliğimin ortalarına doğru Yücel abinin eşi doğum yaptı ve bir oğlu oldu. Sevinçten havalara uçuyordu. Doğum izni ile yıllık iznini birleştirip tatile gitti, kendi işlerini de benim üstüme yıktı sağ olsun. Geldiğinde yanında bir sürü fotoğraf da getirmişti. Bunlardan bir tanesini tarayıp onun bilgisayarına attık ve arka plan resmi olarak ayarladık. Fotoğrafta ufaklık bir elini ağzına götürmüş, yamuk bir ağızla kıkır kıkır gülüyordu. “Şuna bak! Sanki sarhoş olmuş kerata!” dedi Yücel abi gülerek. Aslında içki ile hiç alakası olmayan, böyle şeylerden hoşlanmayan biridir kendisi. Onun bu lafı söylemesi ile benim aklımda bir ampul parladı. Gece herkes gittikten sonra gizlice yazıhaneye gittim ve Photoshop ile ufaklığın eline bir şişe tutuşturuverdim. Sonra da bilgisayardaki resmi bununla değiştirdim. Yücel abi sabah gelip de o fotoğrafı orada görünce onu görmeliydiniz. “B-Bu- Bu ne?” diye kekelediğini ve gözlerini kırpıştırarak etrafına bakındığını hatırlıyorum. Kesinlikle görülmeye değer bir andı.

***

Yine bir işe gidiş macerası… Evden çıkmam gereken saatten 5 dakika geç çıkmış ve koştura koştura durağa gidiyordum. Otobüse ilk duraktan biniyordum ve büyük bir ihtimalle de 8:00 aracını kaçırmıştım. “Neyse… Kaçırdıysam sahilden binerim. Birkaç dakika daha gecikirim ama yapacak bir şey yok.” Dedim kendi kendime. Soluk soluğa köşeyi döndüm ve sevinçle otobüsün hâla durakta olduğunu gördüm. Son bir depara kalkarak koşmaya başladım ve kendimi alelacele otobüsün kapısından içeri attım. Paldır küldür otobüse binince şoför bana ters ters baktı ama aldırmadım. Kendi kendime “Oh be, yetiştim.” diyerek kartımı bastım ve… Ve o anda şoförün niye öyle baktığını anladım. Çünkü otobüs benim haricimde bomboştu. Bu 8:00 otobüsü değildi, 8:30 otobüsüydü. Ve ben 30 dakika bu otobüsün içinde beklemek zorundaydım. Eminim o anda yüzümde oluşan ifade de görülmeye değerdi.

***

Geçtiğimiz günlerde yolda ak sakallı, ihtiyar bir dede ile karşılaştım. Bir taraftan bastonunun da yardımıyla ağır ağır yürüyor bir taraftan da dalgın, belki de biraz mahzun bakışlarla etrafına bakınıyordu. Yüzünde sanki eskiye duyulan derin bir özlem ifadesi vardı. Kim bilir, belki de orada geçen gençlik yıllarını ve şu anda hayatta olmayan dostlarını anıyordu sessizce. Bir an için göz göze geldik. Nedendir bilinmez, adamın yalnızlığı içime dokundu ve başımı hafifçe eğerek bir gülümseme eşliğinde selam verdim kendisine. Adam bunu beklemiyor olacaktı ki ufak bir şaşkınlık geçirdi. Ardından kocaman bir gülümseme ile selamıma karşılık vererek “Sağol evladım.” dedi. Yüzündeki o tatlı gülümseme görülmeye değerdi.

Surprised girl by SamtriX

21 Mayıs 2010 Cuma

On yüz milyon bin baloncuk yuttum

Gelin bugün değişik bir şeyler yapalım. Şimdi size dün başımdan geçen bir olayı iki farklı şekilde anlatacağım. Bakalım nasıl bulacaksınız.

* Yorgun Savaşçı versiyonu:

Bu aralar bende bastırılamaz bir açlık hissi var. Sürekli karnım aç, devamlı canım bir şeyler istiyor. Sanki ofis arkadaşım değil de ben hamileyim! Sebebini anlayamadım gitti. Havalardan herhalde… Öğle yemeği saati geldiğinde siparişini ilk veren kişi bendim. Hâlbuki hep en son söylerim. Her neyse… Havalar da yavaş yavaş ısınmaya başladığından yemeğin yanında bir de 2 litrelik bir gazoz söyleyelim dedim. Siparişlerimi verdim ve başladım iştahla beklemeye… Ben ve iştah! Birbirlerine ne kadar da yabancı kelimeler… Neyse efendim, kısa bir bekleyişin ardından yemekler ve içecek geldi, paralar ödendi, garson gerisin geriye postaladı ve masaya oturuldu. Ben hemen gazoza saldırdım tabii. Baktım Fruko gelmiş. Maziye gönderilen küçük bir gülümseme ile kapağını çevirdim ve… Anında bir Pat! sesi eşliğinde gazoz köpürmez mi? Sadece köpürse iyi, üstüne üstlük pahalı bahçe fıskiyelerine taş çıkartırcasına püskürüyordu da… “On yüz milyon bin baloncuğun” saldırısına uğradım âdeta. Saniyeler içinde elim, yüzüm, üstüm, başım baştan aşağı gazozla kaplandı. Şöyle bir durdum, gözlüğümü çıkarıp gözlerimi kırpıştırdım. Ofisteki diğer arkadaşlar kahkahayı bastılar tabii… Yavaşça ayağa kalktım, üstüme başıma baktım ve “Böyle bir şey de gelse gelse benim başıma gelir zaten.” diyerek ben de güldüm halime. Bütün gün gazoz lekeli elbiselerimle çalışmak zorunda kaldım. Ofisteki karasinekler de sevgi dolu öpücükleri ve arsız tacizleri ile eşlik ettiler bana.




* Normal hayat versiyonu:

Bu aralar çok acıkıyorum. Sürekli karnım aç, sebebini anlayamadım gitti. Yoksa hastalanacak mıyım? İnşallah ciddi bir şeyim yoktur. Öğle yemeği için siparişimi verdim. Hep aynı şeyleri yemekten bıktım ama yapacak bir şey yok. İş ortamı işte… Havalar yavaş yavaş bunaltıcı bir hale gelmeye başladığından içecek bir şeyler de ısmarladım kendime. Sipariş de pek bir geç geldi, memlekette hiç kimse işini doğru yapmıyor ki birader! Neyse, biraz geç de olsa yemeğim geldi. Parasını ödeyip hemen yemeğe geçtim. Önce gazozu açayım dedim ama demez olaydım. Şişe öyle bir patladı ki üstüm başım olduğu gibi gazoz oldu! Ofistekilerin bana gülmesi ve onlara rezil olmam da yanıma kâr kaldı. Üstelik bütün gün o yapış yapış elbiselerle çalışmak zorunda kaldım, inanabiliyor musunuz? Allah’ım neden hep böyle şeyler benim başıma geliyor anlamıyorum ki?

***

Hangisini tercih edersiniz? Herkes üstteki diyecek, değil mi? Peki aynı olay sizin başınıza gelse nasıl davranırdınız? Bazen hayatın küçük şakalarına katlanabilmek, hayattan zevk almak gerekiyor. Yoksa bu hayat çekilmez olur, bize de yazık…

Ha, bu arada… Gün içinde gazozumdan içmek isteyen arkadaşlarla aramızda geçen diyalog ise aynen şöyleydi;
“Ooo, gazoz da varmış. İçebilir miyiz İhsan Bey?”
“Tabii ki… Yalnız dikkat edin saldırıyor.”

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Doğum günü sürprizi


19 Mayıs… Bu tarihin bizler için ne kadar önemli olduğunu vurgulamama bilmem gerek var mı? Fakat bugünün farklı bir anlamı daha var benim için. Çünkü bugün neredeyse 10 yılı aşkın bir zamandır tanıdığım ve çok değer verdiğim bir dostumun, Baki’nin doğum günü. Kendisi de Yitik Savaşçı adı altında yazılarını yayınlamaya niyetlendiyse de bunu devam ettiremedi maalesef. Her neyse… Hemen ertesi gün ise bir başka arkadaşımızın, Yeliz’in doğum günü… Ne zaman bu tarihe yaklaşsak aklıma onlara yaptığımız sürpriz doğum günü partisi gelir. 

Üniversite yıllarımızdı. Yani neşemizin cebimizdeki parayla ters orantılı olduğu yıllar… Bizim de neşemiz hiç eksik olmazdı maşallah. Baki, o zamanlar doğum günlerine özellikle de kendi doğum gününe aşırı bir önem gösterir, unutulduğunda ise çabucak kalbi kırılırdı. Kim hatırlanmak istemez ki? Biz de onun bu huyunu bildiğimizden sürpriz bir doğum günü partisi yapalım dedik. Hatta işi bir adım ileriye götürüp hem Baki’nin hem de Yeliz’in doğum gününü bir arada kutlamaya karar verdik. Hemen başladık sıra altlarından, defter aralarından gizlice aramızda para toplamaya. Ama dedim ya paramız neşemizle ters orantılı diye. Topladığımız para pastayı almaya yetmiyordu. En az iki kişiden daha para almamız gerekiyordu. Oturmuş kara kara düşünürken bir başka sınıf arkadaşımız olan Fatih “Bir keresinde yine böyle bir sürpriz hazırlarken paramız yetmemişti, ben de doğum günü olan arkadaştan borç para istermiş gibi para almıştım.” dedi. O anda beynimde bir şimşek çaktı. Önce Yeliz’in yanına koştum. 

“Baki’ye sürpriz bir doğum günü yapacağız, katılmak ister misin?” dedim. 
“Olur.” dedi hemencecik ve biraz para verdi. 
“Sağol arkadaşım. Aman Baki duymasın.” dedim ve soluğu Baki’nin yanında aldım. Başladım kös kös oturmaya, oflayıp puflamaya… 
“Ne oldu?” dedi benim bu halimi görünce Baki.
“Yok bir şey.” dedim somurtarak. En kızdığı şeydir.
“Ya ne oldu söylesene! Çıldırtma adamı!” dedi sinirle.
Önce biraz nazlandım sonra da “Param bitti, bizimkilerden de istemeye utanıyorum.” dedim ardından.
“Aman be, dert ettiğin şeye bak. Ben de bir şey oldu sandım.” diyerek hemen elini cebine attı. Pasta paramız tamamdı.

Birkaç arkadaşımız çabucak kampüsün yakınındaki Kipa’ya gönderdik. “Aman ha, sakın pastanın üzerine Yeliz’in ismini yazdırmayı unutmayın.” dedik onlar giderken. Kipa da o zamanlar şimdiki kadar meşhur bir yer değildi, sadece Bornova’da vardı (Hay Allah, yaşlılığım çıktı yine ortaya). Oradan küçük bir pasta almışlar. Hatta üstüne içecekler için para bile kalmış. Sonunda akşamüstü gibi pastayı ortaya çıkarttık ve “Sürpriiiiz!” sesleri eşliğinde kutlamaya başladık. İkisi de hem çok şaşkın hem de çok mutlu görünüyorlardı. Üstelik pasta parasının bir kısmını kendilerinin verdiğini fark ettiklerinde şaşkınlıkları bir kat daha artmıştı. Ama o gün yaşanacak en büyük şaşkınlık ve atılacak en büyük kahkaha bunların hiçbirine değildi. Pastayaydı. Çünkü üzerinde aynen şöyle yazıyordu;

“Yeliz ve Bakiye’ye mutluluklar…”

Doğum gününüz kutlu olsun arkadaşlar.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

İlk kitabım yayında...

İşte uzun zamandır çok meşgul olmamın sebebi bu... Uzun uğraşlar sonucu ilk bölümlerini bu sayfalarda okuduğunuz hikayeyi büyütüp geliştirerek bu hale getirmeye çalışıyordum. Ve nihayet bitti.



Nihayet oldu!

Kayıp Rıhtım sizlere ilk kitabını büyük bir mutlulukla sunar!

M. İhsan Tatari'nin kaleminden, ilk olarak sadece Aylık Öykü Seçkisi için yazılan ve daha sonra da gelen devam bölümleri ile kitaba dönüşen bu eseri sizlere gurula sunuyoruz…

Yemin ve Öç, sizleri Unutulmuş Diyarlar evrenin farklı bir dilimine götürecek ve bir barbar ile inatçı bir cücenin dostluklarını gözler önüne serecek.

Editörlüğünü Onur SELAMET'in, kapak resmini A. Gökhan GÜLTEKİN'in, iç sayfa çizimlerini Celalettin CEYLAN'ın ve sayfa düzenini Hakan TUNÇ'un üstlendiği bu eser ile olağanüstü bir maceraya sizler de dâhil olun!

Umuyoruz sizler de bu kitabı bizler kadar sevecek ve okurken büyük keyif alacaksınız.

Şimdi de sizleri, kitabın künye bilgilerinin yer aldığı ve indirebileceğiniz adresi veren sayfamıza buyur ediyoruz. Künye bilgileri için buraya, kitabı indirmek içinse buraya tıklamanız yeterli.

Şimdiden keyifli okumalar!

Mit der ki:

Sizin de anlayacağınız üzere kitap fantastik edebiyat türünde yazıldı. Türle alakanız yoksa ya da hoşlanmıyorsanız sırf ben yazdığım için okuyup da kendinize eziyet etmeyin lütfen. Kitabı ilgili linke tıklayarak ücretsiz olarak indirebilirsiniz. Desteğinizden dolayı hepinize çok çok teşekkürler.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Sweet Blog ödülü

Sevgili DBP, eksik olmasın bir ödüle layık görmüş beni ve blog sayfamı. Hayır, hayır... En ayı blogger ödülü değil bu, resme bakıp da yanlış anlamlar çıkarmayın lütfen. En sevimli blog ödülü...

"Bir yıldır yazılarını tebessümle takip ettiğim, yorumlarıyla kahkaha bile attığım dünyanın en korkak savaşçısına veriyorum..." demiş bir de utanmadan. Nereden çıkarmışsa benim korkak olduğumu? Ben sadece köpeklerden birazcık korkarım. Bir de karanlıktan... Bir de yılandan, örümcekten, köpek balıklarından, korku filmlerinden ve... Tamam tamam, kabul ediyorum. Hayır, ayı olduğumu değil! Korkak olduğumu...

Bu ödül için kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum ve o kahkahalarının, neşesinin bir ömür boyu yakasını bırakmamasını diliyorum. Efendim? Ne dediniz? Mim'i kimlere mi dağıtıyorum? Hmmm... 10 kişi bulmam gerekiyormuş, bir bakalım.

  • Neşeli ve içten yazılarıyla her daim yüzümü gülümseten candan insan Vildan Hanım'a gelsin ilk önce. Hayal Kahvem'e hepinizi kahve içmeye beklerim.

  • Mütevaziliği ve olağanüstü hayal gücü ile Aşkın Güngör'e gelsin. Kelimelere adeta dans ettiren, on parmağında on marifet bulunan bu yazar kişi ile kitapları hakkında laflamak isterseniz Estarabim'e davetlisiniz.

  • Bir başka sempatik ve içten insana, sevgili Hakan-can'a gelsin bir de. Kendisi ise hiç tanışmamış olsam da kırk yıllık dostummuş gibi severim kendisini. İçten tavırlarından olsa gerek. Bu aralar pek fazla yazmıyor maalesef.

  • En yardım sever blog ödülü olsaydı bunu vereceğim ilk kişi Kamikaze olurdu herhalde. Çok duyarlı, aynı zamanda çok içten bir blog yazarıdır kendisi. Hemşehrim diye demiyorum (keh-keh-keh)

  • Her gün hayatın içinden ilginç anekdotlar, enteresan bilgiler, güzel fotoğraflar görmek isterseniz "İçimden Geldiği Gibi" uğramanız gereken adrestir derim.

  • Unutkanlık ve dalgınlıkta benden aşağı kalmayan, soğuk Ankara'nın sıcak insanı Teecetveli'ne gelsin. Gelsin ki blog sayfasını güncellemeye devam etsin. Özledik kendisini.

  • Kapı altlarından atılan zarfların, sessiz telefonların, denizlerden şişe ile gelen haberlerin imza sahibi bi dost'a gelsin bir de. Bir haftadır kayıp kendisi...
Ayrıca bu ödülü sevgili çok samimi bulduğum Sihirli Sepet'e, roman gibi hayatını sayfalarında bizlerle paylaşan Ramazan Bey'e, her biri bir ferman uzunluğunda yazıları ile beni hep şaşırtan Handan'a, beyaz kedimiz sevgili Öykü'ye ve tabii ki beni hep gülümseten insan DBP'ye de göndermek isterdim. Fakat onlar bu ödülü zaten almışlar. Eğer kabul ederlerse ikinci kez de ben takdim ediyorum bu ödülü kendilerine.

Yazılarımı okunmaya değer bulup beni takip eden herkese çok ama çok teşekkürler.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

A Giggle to Google

Blog sahibi iseniz ve gülmeye ihtiyacınız varsa fazla uzaklara bakmanıza gerek yok. Açın Google Analytics'i, geçin arama sonuçlarından size ulaşılan kelimelere ve başlayın okumaya...

  • 1 nisan şakasında ölen adama dua
  • Altınlarım kayıp onun için dua
  • Baykuş saklamanın faydaları
  • Rüyada omzuna baykuş konduğunu görmek
  • Şeytan kadın 40 gecedir uyutmadı adamı karşı dua
  • Yorgunluğa iyi gelen dua
Bundan sonra sayfamın adını Hacı Yorgun Savaşçı'nın hayır tekkesi olarak değiştiriyorum arkadaşlar :)

2 Mayıs 2010 Pazar

Tolkien'in yayınlanmamış önsözü

J.R.R. Tolkien'i ve onun en büyük eseri olan Yüzüklerin Efendisi'ni duymayanınız kalmamıştır herhalde. Özellikle filminin çevrilmesinden sonra ülkemizde daha da bilinir olan, dünyanın önde gelen kuruluşları tarafından "Yüzyılın Kitabı" ödülünü kazanan bu eser geç de olsa 90'lı yılların sonunda Metis Edebiyat'ın katkıları ile dilimize de çevrilmişti. Çevrilmeyen bir kısmı olduğundan ise bugüne kadar çoğumuzun haberi yoktu. Bugüne kadar... 1966 yılında kitabın yeniden basımı için kaleme aldığı önsöz... İşte o önsözü bulmak ve tercümesini yaparak dilimize kazandırmak bana nasipmiş.

Bir rastlantı sonucu rastladığım önsözü heyecanla okudum ve bizim dilimize neden çevrilmediğine hayret ettim. Benim gibi fantastik edebiyata gönül vermiş kişilerin de bunu okuması gerektiğine karar verdim ve konuyu Kayıp Rıhtım’a açtım. Onlar da bu fikrime destek çıktılar sağ olsunlar ve işte çalışmamızın ürünü karşınızda. Önsözün çevirisi...

Ülkemizde basılan kitaplarda mevcut olmayan ve bizzat J.R.R. Tolkien tarafından yazılan bu önsözde; yazarın kitaba nasıl başladığını, hangi yazım aşamalarından geçtiğini ve bazı eleştirilere verdiği cevaplar bulunuyor. Özellikle de alegori tartışmalarına verdiği cevap bu önsözün değerini oldukça arttırıyor.

Elimden geldiğince düzgün bir çeviri yapmaya çalıştım. Fakat gerçek bir üstadın kelimelerini çevirirken oldukça zorlandığımı da itiraf etmem gerek. Yanlış ve hatalarım varsa affola...

Kayıp Rıhtım'daki dostlarıma ilgi ve desteklerinden dolayı teşekkürler. Ve fantastik severler, size de iyi okumalar.

(Okumak için tıklayın)