5 Kasım 2013 Salı

Mongoliad - Kitap İnceleme


“Kaplan ceylana insaf edebilir, kurt kuzunun başında gözyaşı dökebilir; fakat bir Moğol asla bir çocuk cesedi karşısında irkilmez.”
– Cnán

Moğolların büyük hükümdarı Cengiz Han’ın yaptığı fetihler bugün bile pek çok alanda yankı bulur. Bildiğiniz üzere, gerek Cengiz’in gerekse ondan sonra yerine geçen oğlu Ögeday’ın başarılı hükümdarlığı sayesinde Moğollar doğu topraklarının büyük bir çoğunluğunu egemenliği altına almış ve sonunda da gözlerini kaçınılmaz olarak batıya dikmiştir. Bu durumsa başta Roma İmparatorluğu olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinin uykularını kaçırmaya yetmiştir de artmıştır bile. Mongoliad, tarih perdesinin tam bu dönemini, yani Ögeday’ın önderliğindeki Moğol güruhunun batıya yönelmeye başladığı zamanları konu alıyor. Ama birkaç başarılı ve ufak değişiklikle…

Neal Stephenson’ın önderlik ettiği altı kişilik bir yazar ekibi tarafından deneysel bir proje olarak başlatılan Mongoliad, Amerikan çizgi-romanlarında sıklıkla gördüğümüz “What if…?” tekniğiyle yazılmış bir roman. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, tarihi gerçekler çarpıtılarak “Ya şöyle olsaydı?” tarzı sorularla alternatif bir gerçeklik yaratılıyor kitapta. Bu amaçla aslında varolmayan, fakat pekâlâ da olabilecek bir şövalye tarikatı tasarlamış yazarlar: Kalkan-Biraderleri, ya da Latincedeki adıyla Ordo Militum Vindicis Intactae. Savaşlardaki başarıları kadar kılıçtaki hünerleriyle de tanınan bu kadim tarikatın kökenleri Hıristiyanlığın ilanından bile öncesine dayanmaktadır. Yine de, tüm bu hüner ve becerilerine rağmen tıpkı Hıristiyanlık Âlemi’nin geri kalan orduları gibi onlar da Moğol Güruhu’nun durdurulamaz ilerleyişine karşı koyamazlar. Tarikatın lideri olan Feronantus, içlerinde bulunduğu durumun ümitsizliğinin son derece farkındadır.

Derken, günün birinde yolları Cnán adlı siyahi bir kadınla kesişir. Cnán, ‘Bağcılar’ adlı gizemli bir kardeşliğin üyesidir ve iz sürme konusunda da üstüne yoktur. Ayrıca doğu topraklarında büyüdüğü için Moğollar hakkında engin bir bilgi birikimine sahiptir. Karşısına çıkan bu fırsatı iyi değerlendiren Feronantus, Moğolların âdetleri, alışkanlıkları ve yaşam biçimleri hakkında işine yarayabilecek her şeyi öğrenmeye başlar. Çok geçmeden de çılgınca bir planı hayata geçirir: küçük bir ekiple Moğol İmparatorluğu’nun içlerine gizlice sızmak ve Hanlar Hanı Ögeday’a suikast düzenlemek… Bu planın intihardan farkı yoktur elbette; fakat Moğolların kanlı akınlarını durdurmak için tek ve son umutları da budur.

Künye bilgisi için tıklayın.
Mongoliad özünde tarihi bir roman olsa da tıpkı fantastik bir roman kadar rahat ve akıcı bir biçimde okunuyor. Sayfalar boyunca kovalamacalara, entrikalara, kılıç dövüşlerine ve meydan muharebelerine tanık oluyoruz. Aslına bakarsanız fantastik romanlardan tek eksiği içinde büyü ya da olağanüstü yaratıkların bulunmaması. Ama bana sorarsanız bu onu çok daha ilginç ve etkileyici bir hâle getiriyor. Çünkü Yüzüklerin Efendisi’nde Sauron’un kötülüklerine ya da orkların insanlara yaptığı zulümlere tanık olurken aklınızın bir köşesinde tüm bunların birer kurmacadan ibaret olduğunu bilirsiniz. Fakat söz konusu Mongoliad olduğunda durum hiç de öyle değil. Moğolların savaş esirlerine yaptıkları işkencelere, öldürdükleri düşmanların sayısını belirlemek için cesetlerin kulaklarını kesmelerine, çaresiz kalan insanların çocuklarını kurtarmak için yaptıkları fedakarlıklara ve yerle bir edilen şehirlerin içler acısı durumlarına şahit oldukça tüm bunların bir zamanlar gerçekten de yaşandığını biliyor ve ürpermeden edemiyorsunuz. Zira Mongoliad gelmiş geçmiş en büyük canavarla yüzleştiriyor bizleri: insanoğluyla.

Yine de buraya kadar yazdıklarıma bakarak kitabı yanlış değerlendirmenizi istemem. Evet, Moğol istilaları ve gerçekleştirdikleri yıkımlar romanda önemli bir yer tutuyor. Bununla birlikte Mongoliad bir tür nefret söylemi, Moğolları birer canavar olarak gösteren ve onları aşağılayan bir eser değil kesinlikle. Aksine, onların hayatına ve yaşam tarzlarına da yakından bakma fırsatı sunuyor bizlere.

Dönemin Moğol İmparatoru Ögeday Kağan’ın çok büyük bir içki problemi olduğu tarihsel kayıtlarda yer alan bir gerçektir. Keza ağabeyinin sağlık durumundan endişe duyan Çağatay Han’ın Ögeday’a bir elçi göndermesi de öyle. Bu elçinin görevi Ögeday Han’ın günde bir kadehten fazla içki içmesine engel olmaktır. O elçinin kimliği ve akıbeti hakkında pek bir şey bilinmese de Neal Stephenson ve arkadaşları bu küçük bilgi kırıntısından yola çıkarak gözü pek şövalyelerimizin macerası kadar ilginç, hatta bazı yerlerde daha da sürükleyici bir yan senaryo daha katmışlar kitabın içine. Çağatay Han tarafından görevlendirilen Ganşuk adlı genç bozkır savaşçısının başından geçenleri konu alan bu bölümleri okurken hem Moğolların ünlü şehri Karakurum’a, hem Ögeday Kağan’ın kendisine, hem Kağan’ın meşhur danışmanı Efendi Cucay’a, hem de daha pek çok şeye yakından tanık olma fırsatı buluyoruz.

Olaylar genellikle Ganşuk ve Cnán’ın etrafında gelişse de Mongoliad pek çok renkli ve keyifli karaktere de ev sahipliği yapıyor. Romanın ilerleyen kısımlarında işin içine gözden düşmüş bir Samuray olan Zugaikotsu no Yama ile kadim dostu Kim, cesur şövalye Percival, Livonya Kılıç Biraderleri, Kalkan-Bakireleri gibi pek çok yeni karakter de ekleniyor ve okurken aldığınız keyif de bununla doğru orantılı olarak artıyor.

Uzun lafın kısası, son sayfayı okuyup da kitabın kapağını kapattığınızda serinin ikinci cildini sabırsızlıkla bekleyeceğiniz eserlerden biri Mongoliad. Şimdiden keyifli okumalar…

NOT: Bu yazı ilk olarak Star Gazetesi’nin Kitap ekinde yayınlanmıştır.