28 Aralık 2015 Pazartesi

Vardiya | Kitap İnceleme


Not: Serinin ilk kitabı olan Silo’yu okumayanlar için spoiler içermektedir.

Issız topraklar, cansız tepeler, kapkara bulutlar, ufukta çürüyen gökdelenler ve gri bir gökyüzü… Hugh Howey’nin çizdiği gelecek portresinde 2345 yılının karamsar ve klostrofobik dünyası bunlardan ibaretti işte. Ve bir de etrafları yüzlerce kat derinliğinde beton duvarlarla örülmüş, tuhaf âdetlerle ve kurallarla yaşamaya mahkûm edilmiş, hayatlarını yeraltında idame ettirmeye çalışan silo insanlarından…

İlk kitap bir puzzle gibi, yavaş yavaş açılan bir macera eşliğinde bu dünyayla tanıştırmıştı bizleri. Holston ile başlayan maceramızda önce “dışarı” ve “temizlik” kavramlarını öğrenmiş, ardından Başkan Jahns ve Şerif Yardımcısı Marnes’la beraber silonun katlarında bir gezintiye çıkarak bu insanların hayatına yakından göz atmış, son olarak da Juliette ve Lukas’la birlikte silonun, daha doğrusu siloların gizem perdesini aralamıştık bir parça.

Yine de son sayfayı çevirip de kitabın kapağını kapadığımızda yanıtsız kalan onlarca soru vardı kafamızda cirit atan. Dünya nasıl bu hâle gelmişti? İnsanlar silolarda yaşamaya nasıl ikna edilmişti? Birbirlerinden neden haberleri yoktu? Düzen, Miras ve Antlaşma kimler tarafından yazılmıştı? Ve en önemlisi… Silo 1 kimdi ve neyin peşindeydi? İşte serisinin ikinci kitabı olan Vardiya tüm bunlara ve daha fazlasına cevap vermek için bizleri geçmişe, her şeyin başlangıcına götürüyor.

Gerçekler er ya da geç ortaya çıkar

MonoKL Yayınları, 2015, 506 Sf.
Çevirmen: M. İhsan Tatari, 
M. Rasim Emirosmanoğlu
Editör: Setenay Karaçay
Ayşegül Ergül Aslan
Her şeyden önce, Vardiya bizleri ilk kitapta yaşanan olayların 296 yıl öncesine götürdüğünden bu sayfaların arasında Juliette ile Lukas’ın başlarından geçenleri okuyamıyoruz. Onların yerine iki farklı karakter karşılıyor bizleri: Birincisi 2049 yılında Washington D.C.’de görev yapan, çiçeği burnunda meclis üyesi Donald Keene. İkincisiyse 2210 yılında gözlerini Silo 1’deki ilk vardiyasına açan Troy.

Donald hummalı bir seçim kampanyasının ve çok güçlü bir devlet adamı olan Senatör Thurman’ın açık desteğinin ardından meclis üyesi olarak Washington’a ayak basmayı başarmış biri olarak çıkıyor karşımıza. Eşi Helen’la mutlu bir birliktelikleri, gelecek için büyük hayalleri var. Bilmediği şeyse aslında çok daha farklı bir iş yapması için, kasıtlı olarak meclise alındığı… Çocukluğundan beri tanıdığı ve pek çok açıdan hayır diyemeyeceği bir pozisyonda bulunan Senatör Thurman kendisini ofisine davet edip önüne gizli bir dosya koyuyor. İçindense Donald’ın üniversite yıllarında, siyasete atılmaya karar vermeden önce mimarlık okuduğu yıllarda çizdiği bir eskiz çıkıyor: yüz küsur kat uzunluğunda, silindirik bir yapı. Ve bunu yerin üstüne değil, altına inşa etmesi bekleniyor kendisinden.

“Bu sadece bir önlem,” diyor Thurman ona. “Bir sığınak. Bölgede nükleer atık tesisi kurmak istiyoruz, fakat bir aksilik durumunda çalışanların sığınabileceği bir yer inşa etmezsek projemiz asla onaydan geçmez.” Donald bir şeylerin ters gittiğinden şüphelense de görevi kabul ediyor ve kendini eski dostu Mick Webb ve Senatör’ün kızı Anna Thurman’la ortaklaşa çalıştığı, devasa ve gizemli bir projenin ortasında, tekrar mimarlığa dönmüş bir vaziyette buluveriyor. Mick de tıpkı Donald gibi meclis üyeliğine yeni getirilenlerden. Anna ise Donald’ın eski kız arkadaşı… ve bu durum doğal olarak karısı Helen’ın hiç ama hiç hoşuna gitmiyor.