Fas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Haziran 2010 Salı

Bir zamanlar Fas'ta


Bir ara Fas’ta yaşadığımdan daha önce bahsetmiş miydim sizlere? Evet, doğru okudunuz. Ömrümün tam üç yılını Kuzey Afrika’da, bizim dilimizde Fas oranın diliyle ise Magreb adı ile anılan bu ülkede geçirdim. Haritadan bakmak isterseniz İspanya’nın hemen altında, Tunus’un yanı başındaki küçük bir yerdir Fas. İş için gitmiştik oraya… Gitmiştik diyorum çünkü ailecek oraya taşınmıştık o zamanlar. Ah ne eziyetli bir iştir taşınmak! Dolaplar, masalar, yataklar kısacası sökülebilir tüm mobilyalar sökülür. Vitrinler boşaltılır, bütün cam eşyalar, bardaklar ve tabaklar dikkatlice gazetelere sarılır. Halılar katlanır, kıyafetler bavullara tıkılır. Götüremeyeceğiniz eşyalara istemsizce veda edersiniz. “Küsme ama seni götüremeyeceğim.” dersiniz o eşyanın başını şefkatle okşayarak. Sonra da “Bakma bana öyle! Ağırlık haddi var, ben ne yapayım?” diye kavga edersiniz onunla. Genellikle de kitaplar olur geride kalanlar. En fazla ağırlık yapanlar onlar olur çünkü. Ömrünüzde bir kere bile olsa kitap yüklü bir koli taşıdıysanız ne demek istediğimi çok iyi anlamışsınızdır. Neler neler bırakmak zorunda kalmıştım o zaman. İtina ile biriktirdiğim Teks, Zagor, Örümcek-Adam ve Martin Mystere ciltleri… İçlerinde Jules Verne’in başyapıtlarının da olduğu sayısız roman ve hikâye kitabı… Sadece çok ama çok sevdiğim maceralarını yanıma almıştım çizgiden arkadaşlarımın. Kitaplardan ise Yüzüklerin Efendisi ile Ejderhamızrağı Destanı olmuştu bu yolculukta bana eşli eden.

Yurtdışına temelli gitmek hiç de öyle kolay bir iş değil. Vizesini, pasaportunu, biletini geçtim, taşınması bile başlı başına bir macera… Dediğim gibi götürebileceğiniz eşyalar sınırlı, belirli bir ağırlığın üstünü de götüremiyorsunuz zaten. Hele bir de bizim gibi denizaşırı bir ülkeye gidiyorsanız yandınız. Konteynır bul, nakliye firması ayarla, çıkarken gümrükle uğraş, bir sürü iş. Konteynıra sığdıramadığımız ufak tefek eşyalarımızı küçük el çantalarına tıkıştırmak zorunda kalmıştık. Herkese de ikişer çanta düşüyordu. En ağırı da benim kitaplarımın olduğu çantaydı. Kitapları gemiye yükletmemiştim çünkü gittiğimiz yerde okuyacak tek bir satır bile bulamayacağımı biliyordum. Ama başıma bu kadar iş getireceğini bilsem onları yanıma almazdım herhalde. İçinde sadece 6 kitap olmasına rağmen çanta çok ağırdı ve kimse taşımak istemiyordu. Hatta erkek kardeşimin “Senin kitapların, sen taşı!” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Aldığım her kitabı benden önce okuyup her seferinde en heyecanlı yerini ben daha okumadan bana anlatan kardeşim… Havalimanında bir yürüyüşümüz vardı ki sormayın gitsin. Hepimizin elinde iki küçük çanta, yüzlerde yükümüz hiç de ağır değilmiş gibi bakmaya çalışan bir ifade, çantaların ağırlığı altında parantezleşen bacaklar… Yengeç gibi yalpalaya yalpalaya gidişimizi, karşılaştığımız görevlilere kıpkırmızı olmuş suratlarla “Hiç ağır değil. Hnng!” diye inleyerek sırıtışımızı hiç unutamıyorum.

Gittiğiniz memlekette aylarca geminin limana yanaşmasını beklemek de üstün bir sabır gerektirir. Emanet koltuklarda oturup emanet yataklarda uyurken resmen kendi eşyalarınız burnunuzda tüter. Gemi yanaştığında sevinçle gidersiniz limana ama unuttuğunuz bir şey vardır. Tekrar gümrükle uğraşmanız gerektiği… Üstelik burada yabancısınızdır. Dillerini bilmez, âdetlerini anlamazsınız. Karşı tarafın size olan bakış açısı da “yolunacak kaz” şeklinde olunca işler hiç de beklediğiniz gibi gitmez. Sevinçle gittiğiniz limandan hüzünle dönerken bulursunuz kendinizi. Arkanıza bakıp sıra sıra konteynırların arasında olduğunu bildiğiniz eşyalara seslenirsiniz; “Merak etmeyin, geri geleceğim!”

Orada geçirdiğim 3 yıl boyunca hem dillerini öğrendim hem de yemeklerini yememem gerektiğini… Mesela adı Pastila olan ve üzerine pudra şekeri dökülen kıymalı börek. “Böyle yemek mi olur Allah aşkına?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Olur, orada var… Neyse ki orada yaşayan yakın akrabalarımız vardı da çoğu konuda sıkıntı çekmedik. Sağ olsunlar hiç çekinmeden bize evlerini açtılar, yemeklerde masalarında bize de yer ayırdılar. Onlar olmasaydı çok zorlanırdık çok. Buradan kendilerine selam olsun.

Nereden çıktı şimdi Fas? Cevap basit; Facebook’tan… Orada tanıdığım ve yıllardır görüşmediğim bir arkadaşım beni listesine eklemiş. İki-üç gündür onunla muhabbet edip eski günleri yâd ediyoruz. Onunla konuşurken aklıma bunlar geldi, yazayım dedim. Şimdi bunları yazınca da aklıma orada yaşadığım bir sürü hatıra geldi. Onları da başka bir yazıda anlatırım belki. Belki…