28 Şubat 2011 Pazartesi

Oscar törenine denk gelen ödül

Bu aralar Oscar ödül töreni sinema dünyasını kasıp kavururken bizim blog dostları da boş durmuyorlar sağ olsunlar. Hem sevgili Kamikaze hem de sevgili Pabuç oldukça anlamlı bir ödüle layık görmüşler sayfamı; "Okuması en keyifli blog ödülü."

Gerçi son zamanlarda ayda sadece bir ya da iki yazı girebildiğim için ortada okunacak pek bir şey yok ama yine de teşekkür ediyorum her ikisine de. Sayfamı bıkmadan, usanmadan takip eden diğer okurlarıma da elbette... Ben de bu ödülü başta sevgili İçimden geldiği gibi, Handan, Şarküteri ve Öykü olmak üzere tüm blog dostlarına gönderiyorum. Sağlıcakla kalınız efenim...

Not: Bununla birlikte bu ay yayınladığım yazı sayısı üç oldu. Heyooo! :)

24 Şubat 2011 Perşembe

Hay benim kopasıca çenem!

Ben var ya ben… Bazen şu çenemi bir türlü tutamıyorum ben. 

Normalde sessizliğimle ve sakinliğimle nam salmış biriyimdir. Varlığı ile yokluğu ayırt edilemeyenlerdenim yani… Hatta çok konuşmaya başladığımda annemden “Ne oldu oğlum, ateşin falan mı çıktı yoksa?” tepkisi alan bir insanım ben (Hastalanınca bir geveze olurum sormayın gitsin. Odadaki herkes kaçarak uzaklaşır benden.) Ama işte bazen çenemi tutamıyor, kendime engel olamıyorum. Özellikle de ortada yapılacak bir espri varsa…

Mesela geçen sabah… İşe gitmek için her zamanki gibi erkenden kalkmıştım (Yalana bak! Ben kim, erken kalkmak kim? “Her zamanki gibi geç kalmıştım” olacak o.) Tam kapıdan çıkmak üzere hazırlanıyordum ki kapının diğer tarafından gelen bir poşet hışırtısı çekti dikkatimi. Kapıcımız Sami Abi ekmek getirmişti anlaşılan. O anda aklıma gelen muzip bir düşünce ile çabucak kapıyı araladım ve Sami Abi’ye çatık kaşlarla bakmaya başladım. O da şaşkın bir şekilde aralıktan bana bakıyordu. Sonra şöyle dedim; “Abi sen neden her sabah bizim kapıya astığımız torbaları karıştırıyorsun? Utanmıyor musun? Ayıp ya!” Son hatırladığım adamcağızın gözlerinden yaşlar gelene kadar güldüğü…

***

Bundan yaklaşık bir-iki ay önce PTT Kargo ile karşı ödemeli bir paket gönderme hatasında bulundum. Hata diyorum çünkü PTT’de karşı ödemeli bir paket gönderirseniz önce parasını peşin olarak sizden alıyorlarmış, paket yerine ulaştıktan sonra ise paranızı geri iade ediyorlarmış. Ben de bilmiyordum, o gün öğrendim. Her neyse, aradan bunca zaman geçmesine rağmen ben paramı geri alamadım. 8 lira gibi ufak bir meblağ olduğu için de pek üstünde durmadım. Yalnız postanedeki görevli bu olaya fena halde takmış durumda, beni her gördüğünde “Yahu senin paranı da veremedim gitti!” diyerek saçını başını yoluyor. Geçen gün yine postaneye girdiğimde adamcağız aynı tepki ile karşılık verdi. Benim önümde de sıra bekleyen iki yaşlı amca daha vardı. O anda yine tutamadım kendimi ve dedim ki; “Boş ver be abi, canını sıktığına değmez. Alt tarafı 8 milyar...” Önümde sıra bekleyen o amcaların yerlerinde bir zıplayışları, bana bir bakışları vardı ki sormayın gitsin.

***

Geçtiğimiz haftaydı sanırım. İş yerindeki pek sevgili, pek muhterem, pek muhteşem insan, Orta Doğu ve Balkanların en gıcık mahlûkatı olan biricik iş arkadaşım (Onu ne kadar çok seviyorum görüyorsunuz, değil mi?) büfeden yiyecek bir şeyler söylemiş kendine. Sonra da büfeci çocuğun eline sıkıştırmış bir 100 TL, git demiş bunu yukarıdaki ağabeyine bozdur. “Paran var mı, yok mu, bozabilir misin?” diye soran yok. Her neyse, çocuk elinde 100 TL olduğu halde dikildi karşıma… Taş çatlasın 14-15 yaşlarında kırmızı yanaklı, tonton bir oğlan.
“İhsan abi bunu bozacakmışsın.” dedi ürkek bir sesle.
Bir paraya baktım, bir de karşımdaki yumurcağa… Önce sinirlendim biraz, işin içinde emrivaki olunca… “Kim gönderdi bunu?”
“Falanca abi gönderdi.”
“İyi de bende bozuk para yok ki. Nasıl bozacakmışım?”
“Bilmiyorum ki abi.”
“İyi.” dedim sonunda, “Ver bozayım.”
Aldım parayı, masanın üzerine güzelce yatırdım. Sonra kalemliğimden bir tükenmez kalem alıp ters çevirdim. Kalemi masanın üzerinde bir-iki tıklatıp her iki elimi de başımın hizasına kaldırdım ve “Hokuuus Pokuuuus!” diye bağırdım alçak sesle. Tontonun öyle bir gülüşü vardı ki görmeliydiniz.

***

Boyoz - Çay
Bir de uyku sersemi halim vardır benim. O daha kötüdür! Çünkü ne zaman ne söyleyeceğimi ben bile kestiremiyorum o halimdeyken. Nasıl mı? Mesela geçen sabahki kahvaltı maceram gibi… Sabah mahmurluğunun da etkisi ile yavaş adımlarla yürüyor ve gözlerimi açabildiğim kadarı ile iş yerime doğru ilerliyordum. Her zaman alış-veriş yaptığım poğaçacının yanına geldiğimde durdum ve “Günaydın.” dedim mahmur bir şekilde.
“Günaydın.” diye yanıtladı poğaçacı neşeli bir şekilde. Her zaman güler yüzlü olan, şişman bir adamdır kendisi. “Ne vereyim?”
“İki boyoz alayım.”
“Hay hay…” dedi ilk sıradaki iki kararmış boyozu kaparak.
“Dur abi onları verme! Onlar çok kara! Sert oluyor onlar, beyazlardan ver.” dedim esneyerek. Sonra da kendimi bile şaşırtacak şekilde şu şekilde devam ettim; “Benim gibi beyaz tenli, senin gibi etli butlu olsun.”
Tabi bunu söylemem ile ellerimle ağzımı kapamam bir oldu ama çok geçti, laf ağızdan çıkmıştı bir kere. Adamcağız bana şöyle bir baktı, ardından da kahkahayı patlattı. Allah’tan… Adamın gülmesi biraz rahatlatmıştı elbette ama ben yine de özür üstüne özür dileyerek ve gayette uyanık bir biçimde oradan uzaklaştım.

Ama durun! Bu daha bir şey değil, beteri de var! Bir akşamüstü ailecek anneannemlere yemeğe gidiyorduk. Ben de yemekten önce bir-iki saat kestirmek üzere uzanmıştım. Her neyse, beni zorla kaldırıp evden çıkarttılar. Allah’tan anneannemlerin evi bize yakın da birkaç adımda vardık apartmanlarına. Annem, babam, ben bindik asansöre, başladık yukarı çıkmaya. Bu arada ben hâlâ uyku sersemliğini tam olarak atamamıştım üzerimden. Üzerimde de üstünde 1979 yazan bir kazak vardı. Babam kazağıma bakarak “Oğlum sen 80 doğumlu değil misin? Neden 1979 yazıyor kazağında?” diye sordu muzipçe.
Adam ne bilsin benim o cevabı vereceğimi… “O imalat tarihim.”
Tabi bu sözü söylememle uyanmam bir oldu. Annemle babam bir bana bir birbirlerine bakarken kızardım, bozardım ama nafile. O asansör nasıl küçüldü, o dört kat nasıl çık çık bitmez oldu, orasını siz düşünün artık.

Ben var ya ben… Bazen şu çenemi bir türlü tutamıyorum ben.

1 Şubat 2011 Salı

Geç kalmış bir kutlama ve iki eski hatıra...

Geçtiğimiz gün annemin doğum günüydü. Kendisi her sene olduğu gibi bu yıl da 18 yaşına bastı. Doğum günü yurt genelinde büyük bir coşkuyla kutlanırken biz bu sene biraz daha mütevazi takılalım dedik, kırk katlı bir pasta kesmekle yetindik kendisine. Hani şu dört kişilik olan kırk katlı pastalardan...

Ne zaman annemin doğum günü olsa kaçınılmaz olarak aklıma iki şey gelir. Birincisi askere gidişim. Vatani hizmetimi yapaya gittiğim gün annemin doğum günü ile ayn zamana denk gelmişti. Ben de eve giderken bir elimde kırmızı bir gül diğer elimde ise sülüs (askerlik bilgilerinin yazılı olduğu belge) ile girmiştim kapıdan içeri. Annem çiçeği görünce sevinçli bir "Aaa..." çekmiş, sülüsü gördüğünde ise "AAA!" diye bir dehşet çığlığı atıvermişti. Kadıncağız gülse mi ağlasa mı bilememişti yani. (Askerden dönüş tarihim ise kız kardeşimin doğum gününe denk gelmişti, onu da ilginç bir anekdot olarak buraya ekleyeyim.)

Her doğum gününde aklıma gelen bir diğer şey ise kız kardeşim ile çıktığımız hediye alış verişi. Soğuk bir kış akşamı, hem de iş çıkışında buluşmuştuk onunla. İkimiz de o kadar yorgunduk ki şaşı gözlerle bakıyorduk birbirimize. Üstüne kız kardeşim buluşma yerimize gelirken otobüste biraz kestirdiği için hafif sersemlemiş vaziyetteydi. Ne sorsam "Ne?" diye cevap veriyordu ilk dakikalarda. Üçüncü "Ne?"den sonra bizi bir gülme krizinin tuttuğunu hatırlıyorum. Her neyse, o dükkan senin bu dükkan benim dolaşırken bir türlü istediğimiz gibi bir şey bulamamıştık. En sonunda yol üstünde her türlü ıvır zıvırı satan bir dükkana girmiştik. Görevli kadına annemiz için bir hediye baktığımızı söylediğimizde kadın bize nevresim bölümünü göstermiş, ardından da heyecanla eklemişti; "Klozet kapaklarımız da indirimde! Klozet takımı almak istemez miydiniz? O anda kız kardeşimle göz göze geldik. Kapıdan elimizde pembe bir klozet kapağı ile girip "İyi ki doğdun anneeee!" deyişimiz gözlerimin önüne gelir gibi oldu. O da aynı şeyi düşünmüş olacak ki kahkahayı patlatıverdik. Kadın bize çok kızdı gerçi ama biz tercihimizi klozet kapağından yana kullanmamaya karar verdik. En son soluğu bir çantacıda aldığımızı ve şık bir cüzdan satın aldığımızı anımsıyorum. Gerçi o çok küçük bu çok süslü derken her cüzdanı en az on kez elleyip çekiştirdiğimizden dükkan sahibinin kulaklarından buhar, gözlerinden de ateş püskürmeye başlamıştı. Almamak gibi bir şansımız yoktu yani...

Yani diyeceğim odur ki; doğum günün kutlu olsun anneciğim. Nice mutlu, sağlıklı ve huzurlu senelere...

Doğum günü kartı / Birthday card by Crafting Creatures