27 Ağustos 2016 Cumartesi

Pinokyo: Vampir Avcısı | Kitap İnceleme


İster nostalji tutkusu deyin, ister geri kafalılık, isterseniz de yaşlılık, siyah-beyaz çizgi romanları şimdilerin renkli ve dijital baskılarına nazaran daha çok seviyorum ben. O nedenledir ki Pinokyo: Vampir Avcısı’nın tanıtımlarını Çizgi Düşler’in sayfasında ilk kez gördüğümde “İşte bu tam benim kalemim!” dedim kendi kendime. Ne mutlu ki haksız da çıkmadım.

Pinokyo: Vampir Avcısı, Flix’in Don Kişot’undan (Marmara Çizgi) beri okuduğum en “farklı” şeydi. Ki o kitabı ya da hakkında yazdığım naçizane incelememi okuduysanız bunun kendi adıma hatırı sayılır bir övgü olduğunu da bilirsiniz. Gerçi iki eserin arasındaki benzerlikler ikisinin de siyah-beyaz olması ve bir roman kahramanını konu almasıyla sınırlı. Zira Pinokyo da hiç beklenmedik anlarda bizleri güldürse de bunu çok nadiren yapıyor. Ellerimizde tuttuğumuz bu hikâye daha karamsar ve daha bir karanlık masalsı.

Disney’i unutun

Ünlü Pinokyo masalın nasıl sona erdiğini, tahtadan yapılma kahramanımızın iyiliklerinin mükafatı olarak Mavi Peri tarafından gerçek bir çocuğa dönüştürüldüğünü ve babası Geppetto’yla sonsuza dek mutlu mesut yaşadığını hepimiz biliriz. Ancak bilmediğimiz şey Disney’in meşhur çizgi filmiyle akıllarımıza kazınan bu hikâyenin aslında kitaptan çok ama çok farklı olduğu.

Örneğin, animasyon filmi Pinokyo’yu Geppetto tarafından oyulan bir kukla olarak tanıtır bizlere ilk olarak. Evlat özlemiyle dolu ihtiyar kuklacı, uykuya dalmadan önce bir yıldıza bakar ve “Keşke Pinokyo gerçek bir çocuk olsaydı,” diye bir dilekte bulunur. Ve o gece Mavi Peri tarafından dileği kabul edilir, Pinokyo can bulur. Ama hâlen bir kukladır. “Eğer cesur ve iyi bir çocuk olursan bir gün gerçek bir çocuğa dönüşebilirsin,” der Peri ona. Hatırladınız mı? Güzel… şimdi hepsini unutun!

Carlo Collodi’nin 1883’te kaleme aldığı orijinal masal böyle başlamıyormuş çünkü. Aksine, Cherry adından bir marangoz “konuşan bir odun” buluyormuş kitabın hemen başında. Daha sonra odunu ondan alan Geppetto zaten konuşmakta olan bir tahta parçasını bir kuklaya dönüştürüyormuş. Yani ortada ne bir dilek var ne de Mavi Peri…

Peki Pinokyo’ya sürekli akıl verip ona yol gösteren, dans edip şarkı söyleyen smokinli ve bastonlu meşhur cırcırböceğimiz Jiminy’yi hatırlıyor musunuz? Meğer masalın aslında çok farklı bir biçimde çıkıyormuş okurların karşısında o da. Giysisini, şarkılarını ve öğütlerini bir kenara bırakın; daha ilk sayfalarda Pinokyo’ya nasihat veren ve tahta oğlanımız tarafından bizzat “öldürülen” önemsiz bir yan karaktermiş cırcırböceğimiz. Hatta ileriki sayfalarda bir “hayalet” olarak geri dönüyor, ama uyarıları Pinokyo tarafından yine ciddiye alınmıyormuş. Ya Mavi Peri? Ya da masaldaki orijinal adıyla “Turkuvaz Saçlı Peri” mi demeliyim? Evet, kendisi hikâyede yer alıyor almasına fakat sadece ikinci yarısından sonra.

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Original Sin | Kitap İnceleme


Marvel Comics evrenini yakından takip ediyorsanız İzleyici Uatu’yu da tanıyorsunuz demektir.Fantastik Dörtlü ve Gümüş Kayakçı başta olmak üzere 90’lı yıllarda ülkemizde yayınlanan bazı çizgi romanlarda sık sık görürdük kendisini. Ay’ın karanlık yüzündeki ıssız üssünde tek başına yaşayan bu kel, koca kafalı ve sessiz kozmik varlık her şeyi izlemeyi ve kaydetmeyi kendine görev edinmiştir. O her şeyi görür. Hatta koşullar farklı geliştiği takdirde paralel evrenlerde yaşanacak olanları bile. Ama ettiği yemin nedeniyle hiçbir şeye karışmaz. Sadece izler ve kaydeder.

Original Sin (İlk Günah) adlı bu cilt de İzleyici Uatu’nun etrafında şekilleniyor. Daha doğrusu kurban gittiği cinayetin etrafında… Çünkü birileri bu çok güçlü ve ketum kozmik varlığı bir şekilde öldürmüş, hatta bununla da kalmayıp “gözlerini” çalmıştır. İyi ama kim? Daha da önemlisi neden? İşte Marvel Comics evrenindeki neredeyse tüm süper karakterlerinin bir cevap bulmaya çalıştığı sorular bunlar…

Süper kahraman alayı

Original Sin toplamda 10 bölümden oluşuyor. Kitabın hemen başlarında Nova Birliği’nin en genç üyelerinden Sam Alexander ile İzleyici arasındaki kısa ama duygusal bir görüşmeye şahit oluyoruz. Aynı zamanda da Uatu’nun kişiliği, geçmişi, görevi ve yemini hakkında da doyurucu bilgiler ediniyoruz. Sonrasında malum son gerçekleşiyor ve İzleyici bilinmeyen biri ya da birileri tarafından katlediliyor.

Soruşturmayı ilk üstlenen her zamanki gibi İntikamcılar oluyor. Hikâyenin Marvel evrenine denk geldiği noktadan ötürü İntikamcılar Birliği Kaptan Amerika’nın önderliğindeki Wolverine, Black Widow, Thor ve Iron Man’dan oluşuyor. S.H.I.E.L.D.’tan emekli olan Nick Fury de istemeye istemeye de olsa onlara katılıyor. (Ultimate ve Sinematik evrenindeki siyahi Nick değil, bizim eski, tanıdık, orijinal Nick Fury var karşımızda, ki bence bu süper bir şey).

Bu esnada gizemli biri Black Panther’den İzleyici’nin cinayetini ayrıca, İntikamcılardan bağımsız bir şekilde araştırmasını istiyor. Böylece Black Panther, Ant-Man ve Emma Frost dünyanın merkezine; Ay Şövalyesi, Winter Soldier ve Gamora uzayın derinliklerine; Punisher ve Doctor Strange ise başka boyutlara giderek ipuçları aramaya başlıyor. Birbirinden alakasız bu kahramanların birlikte çalıştığını ve aralarındaki atışmaları görmek çok keyifli doğrusu.

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Deadpool: İntihar Kralları | Kitap İnceleme

Eğri oturup doğru konuşalım. JBC Yayıncılık elini taşın altına koyup Deadpool basmaya başladığından beri geveze paralı askerimizin pek çok macerasını dilimizde okuma şansına kavuştuk. Bunun için kendilerine ne kadar teşekkür etsek az. Öte yandan, Türkçeye çevrilen maceralara genel olarak baktığımızda ben aradığımı bulduğumu tam olarak söyleyemem.

Evet, Deadpool Marvel Evreni’ni Öldürüyor’u “ilk” olmasının da verdiği hazla bağırlarımıza basmıştık. Edebiyat Kahramanlarını Öldürüyor da vadettiği hikâyeyle ümitlerimizi iyice arttırmıştı. Ya sonrası? Sonrası bir parça hüsran, bir parça da hayal kırıklığı…

Evet, Cullen Bunn gerçekten de ilgi çekici fikirlerle çıkıyordu hep karşımıza, ancak o fikri bir Deadpool macerasına çevirme konusunda ciddi sorunları var bana kalırsa. Çünkü… çünkü Deadpool sadece önüne geleni kesip biçen ve rakibiyle alay eden bir karakter demek değil. Nerede dördüncü duvarı yıkışlar? Nerede sarı ve beyaz düşünce kutucuklarıyla ettiği kavgalar? Nerede çarpık zihninin ona oynadığı oyunlar?

Oysa Wade Wilson’ın Savaşı öyle miydi? Üstte saydığım tüm eksikleri bünyesinde başarıyla toplaması sayesinde kendisi şimdiye dek dilimize kazandırılmış en iyi Deadpool macerası benim gözümde. Keza Kayıp Rıhtım’daki çoğu arkadaşım için de öyle… Bize göre o maceranın yanına yaklaşabilen hiç olmamıştı. İntihar Kralları’nı okuyana dek…

Montaj bu!

İntihar Kralları aslında iki farklı maceradan oluşan tek bir cilt. İlki kitaba da adını veren İntihar Kralları. İkincisiyse Ölüm Oyunları.

İntihar Kralları henüz daha ilk sayfalarında, Deadpool’un özgeçmişini okumaya başladığınız andan itibaren ne kadar eğleneceğinizi yüzünüze âdeta haykırıyor. Yani… kim hayat hikâyesini anlatırken kendisine laf sokup ikinci benliğiyle kavga eder ki? Hemen akabinde geveze paralı askerimizi az önce bahsettiğim düşünce kutucuklarıyla dalaşırken görüyor ve koca bir oley çekiyorsunuz.

İntihar Kralları’nın hikâyesi başlangıçta aldığınız bu tadı, espri ve macera dozunu hiç düşürmeden devam ediyor yoluna. Her şey Deadpool’un Conrad adındaki bir genç tarafından kandırılmasıyla ve bir bina dolusu insanın ölümünün suçunun üstüne atılmasıyla başlıyor. Deadpool intikam almak için paçaları sıvasa da bunca masumun katline göz yummayacak biri vardır çevrede: Punisher.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Batman: Ölümcül Tasarım | Kitap İnceleme



JBC Yayıncılık sağ olsun, çok uzun bir zamandır bizler için sadece bir hayalden ibaret olan Batman serüvenlerine artık düzenli olarak kavuşuyoruz. Bu sayede Kara Şövalye Dönüyor’dan Ailenin Ölümü’ne, İlk Yıl’dan Baykuşlar Divanı’na dek Pelerinli Süvari’nin hem yeni hem de eski maceralarını kendi dilimizde doya doya okur olduk. Ancak bunların arasında öyle bir tane var ki her çizgi roman okurunun mutlaka tecrübe etmesi gerektiğini düşünüyorum: Ölümcül Tasarım

Pekâlâ, başlıyoruz

Chip Kidd ve Dave Taylor ikilisinin yarattığı Batman: Ölümcül Tasarım, muhtemelen sizin de duymuş olabileceğiniz gibi, tamamen karakalem çizimlerden oluşan, sıra dışı bir Kara Şövalye macerası. Cildin sayfalarında yer alan her bir kare, her bir sayfa, her bir karakter ve her mimari tasarım babadan kalma yöntemlerle, siyah-beyaz olarak çizilmiş. Sadece bu bile onu eşsiz kılmaya yetiyor. Ama Ölümcül Tasarım bundan çok daha fazlası.

Her şeyden önce çizgi romanın konusunu gerçek hayatta yaşanmış iki olaya dayanıyor. Bunlardan ilki tarihi Pennsylvania İstasyon Binası’nın yıkılması. İkincisiyse Manhattan’da meydana gelen korkunç bir vinç kazası. “Bu iki kaza bir şekilde bağlantılı olsaydı ne olurdu? Ya da Gotham Şehri’nde, altın bir çağda gerçekleşmiş olsalardı?” diye soruyor senarist Chip Kidd bize, maceranın hemen başında. Ve tam olarak bunu yapıyor ve her ikisini de zekice bir senaryoyla birleştirmeyi başarıyor. Üstelik tıpkı vadettiği gibi, Gotham’ın “Altın Çağı”nda yapıyor bunu…

Ölümcül Tasarım’da karşımıza çıkan çizimler 1950-60’lı yıllardaki görsel tasarımları, çizgi romanların “altın çağını” yaşadığı yılları anımsatacak bir şekilde tasarlanmış. Baş karakterimiz Batman son yıllardaki modern hâliyle değil de en eski kostümlerinden biriyle, göğsünde eski sembolü ve maskesiyle çıkıyor karşımıza. Aynı şekilde aletleri, mağarası, arabası, bilgisayarı… hepsi o yılların izini, “Na-na-na Batman!” jeneriğiyle gönlümüzde ayrı bir yer eden televizyon dizisindeki görünümlerini taşıyor.


Dahası çizgi romanın sayfaları arasında karşılaştığımız diğer teknolojik ve mimari şeyler de yine bilimkurgunun altın çağında hayal edilen, Uzay Yolu gibi dizilerde sık sık gördüğümüz çok ışıklı, bol düğmeli tasarımlara sahip. Ama bu sizi yanıltmasın, çünkü hiç de neşeli ve olayları hafife alan bir macera yok karşımızda. Aksine okurken gayet keyif veren, güzel bir dedektiflik hikâyesi sunuyor bizlere Ölümcül Tasarım.

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Sınav Hortlağı | Kitap İnceleme

Çizmeli Kedi, 2012, 128 Sf.
Editör: Nurgül Ateş
"Gerçek ayrıntı tozutur. Hayal çiy tutmaz."

Sınav Hortlağı, Türk fantastik ve bilimkurgu edebiyatının en tecrübeli isimlerinden üstat Sadık Yemni'nin Gölge E-Dergi'de yayımlanan çalışmalarından bazılarının bir araya getirilmesiyle oluşan bir kısa hikâye derlemesi. Ya da arka kapaktaki tabirle "birbirinden farklı, tahrip gücü yüksek 13 öykü" barındırıyor sayfaları arasında.

Gölge'yi yakında takip ettiğimden bu hikâyelerden birkaçını daha önce okumuştum, birkaçıyla ise ilk defa müşerref oldum. Dilediğiniz bir hatıranızı vesikalık olarak alabildiğiniz "Öte Yer Fotoğrafçısı", ertesi gün olabilecekleri esrarengiz bir e-postalar olarak alan bir adamın yaşadıklarını konu alan "Yarın Olacak" ve gizemli bir şekilde kaybolan eşyalarımızı sorumlusu olarak addedilen "Cepcepniler" gibi daha basit ama vurucu olanları daha çok sevdim.

Geri kalan hikâyeler de güzeldi aslında, ama sayfa sınırlaması olan bir dergide yayımlanmanın en büyük sıkıntısına yakalanmışlar ve anlatmak istedikleri daha çok şey olmasına rağmen aceleyle bitivermişler ne yazık ki. Sadık Yemni her zamanki gibi her hikâyesinde bir romana konu olabilecek maceralar çıkarmış ortaya anlayacağınız.

Kitabın en sevdiğim yanıysa yazarın âdeti olduğu üzere kâh İstanbul'un göbeğinde kâh İzmir'in Kemeraltı Çarşısı'nda geçen, yurdum insanının başından geçen birbirinden fantastik, kimi zamanda bilimkurgusal maceraları konu almasıydı.

Yazarla ve üslubuyla tanışmak isteyenler için iyi bir başlangıç olabilir.