14 Mart 2012 Çarşamba

Bursa Gazisi

Bursa Gazisi unvanını da gururla taşıdığı diğer madalyalarının (Ketçap & mayonez savaşları fedaisi, istilacı çay ordusu mağduru, zamansız yağan yağmurların bedbaht bedevisi) yanına ekleyen Yorgun Savaşçı’dan hepinize selam olsun. Bir ‘kitap fuarı sonrası’ yazımla birlikte yeniden karşınızdayım. Bu kez değişiklik yapıp “Yaz artık şu hatıralarını!” baskısına maruz kalmadan kendi rızamla başlayayım istedim. Okurlarımın bana doğru tehditkâr bir biçimde salladığı tava ve oklavaların bununla kesinlikle ilgisi yok. Vallahi! 

Bildiğiniz üzere dün Bursa Kitap Fuarı’nda imza günüm vardı. Sabah 4:00 otobüsüne yetişebilmek için kargaların sabah kahvaltısına başlama fırsatı dahi bulamadığı, pirelerin ise uygunsuz yerlerde uçuş talimi yaptığı bir saatte evden çıkmam gerekti. Hemen sokağın köşesindeki taksi durağına yöneldim, önünde boş bir taksi bulunca da çok sevindim. Ama çok geçmeden bu sevincim kursağımda kaldı çünkü taksi vardı, durak vardı ama ortada şoför yoktu! Ne yapsam ne etsem, yoksa geç mi kalacağım falan derken bir de baktım karşıdan bir başka taksi yaklaşıyor. Üstelik boş! Hemen, uzun zamandır göremediği sevgilisine kavuşan bir adam misali kollarımı iki yana açarak arabanın üzerine koştum. Hani altımda kumsal, arka planda deniz olsa, adamın yüzünde de o yarı uykusuz yarı nemrut ifade olmasa çok güzel bir an olabilirdi bu. 

Kısa bir yolculuğun ardından gecenin 3:30’unda, Üçyol’daki otobüs bürolarının önünde beklemeye başlamıştım. Hava inadına esiyor ve bu saatte dışarıda gezme gafletini gösterenleri (o gafil ben oluyorum) buz gibi kollarıyla zalimce kucaklıyordu. Etrafta kimsecikler yoktu. Üstelik binmem gereken servis de görünürlerde değildi. Hafiften endişelenmeye ve otobüsü kaçıracağımı düşünmeye başladım. Bilirsiniz; “Ya servis gelmezse, ya bir aksilik çıkarsa?” tarzı sorular dolanmaya başladı beynimin şüpheci hücrelerinde. 

Derken tam karşımdan pek de tekin görülmeyen iki kişi yaklaşmaya başladı. “Hah, bir bu eksikti.” diye düşünürken bir başka taksi kaldırıma yanaştı ve içinden uzun boylu, yapılı ve kel kafalı bir adam iniverdi; şöyle bir bana bir de onlara baktı ve hızlı adımlarla yanıma geldi. Elindeki küçük seyahat çantasından anladığım kadarıyla o da bir yolcuydu. Bunu gören şüpheli ikiliyse hafifçe yön değiştirerek yanımızdan geçip gitti.

“Selamünaleyküm!” dedi babacan bir tavırla. 
“Aleykümselâm.” diye yanıtladım tavşancan bir edayla. 
“Sizin yolculuk ne tarafa?” 
“Bursa.”
“Ooo, beraberiz demek. Ben Bursa otobüsünün şoförüyüm.” diye geldi cevabı. O anda oldukça rahatladım tabi, korkmama gerek yoktu. Üstelik o olmadan otobüs hareket edemezdi, servisi kaçırma olasılığı da bir anda ortadan kalkmıştı. 

Sonradan öğrendiğime göre adam eski bir boksördü aynı zamanda. Servis gelinceye kadar kafasının tasını attıran kaç kişinin ağzını burnunu çekinmeden kırdığını gayet ayrıntılı bir şekilde öğrendim. Bu sohbet esnasında ağzımı açmamaya özellikle dikkat ettim tabi. Maazallah adamın kızdırırım falan… İşin ucunda kitap fuarına gitmek yerine gözümü hastanede açmak vardı ne de olsa. Artık kitap imzalamak yerine sizlere kol ve bacak alçılarımı imzalatır, eksik dişlerim ve çatlak gözlüğümle sempatik bir şekilde sırıtırdım. Neyse ki çok geçmeden servis arabası geldi ve sorunsuz bir yolculuğun ardından kendimi otobüsün rahat koltuğuna atıverdim. Balıkesir’e kadar sakin geçen yolculuk orada binen ve tam önümdeki koltuğa oturan yaşlı teyzeyle biraz renk kazandı. Teyze, sağ olsun, koltuğunu yatırmak için elini arkaya attı ve benim tepsinin kenarını bir güzel kavrayıverdi. Ardından eski topraklara yakışır bir şekilde sertçe asıldı ve şaşkın bakışlarım arasında, üzerinde meyve suyu olan bardağımla birlikte bir güzel kapatıverdi tepsiyi. Olan pantolonuma oldu tabi… Allah’tan bardağın içinde çok fazla bir şey kalmamıştı. Teyzenin bana attığı kaçamak bakış ve ne yaptığının farkında değilmiş gibi panikle önüne dönmesini saymıyorum bile. 

3 Mart 2012 Cumartesi

Bursa'nın ufak tefek taşları...

Bildiğiniz (ya da şimdi öğreneceğiniz) üzere 10. Bursa Kitap Fuarı önümüzdeki hafta yani 10 Mart günü ziyaretçilerine kapılarını açacak. Eğer çok büyük bir aksilik olmazsa (olur ya; lastik patlar, şoför atlar ya da ne bileyim Asteriks'deki tonton şefin de sürekli söylediği gibi gökler başımıza yıkılır falan) ben de gelecek Pazar yani 11 Mart günü Bursa Kitap Fuarında olacağım inşallah. 

Küçüklüğümde bu yeşil şehre çok gidip gelirdik. Orada pek çok güzel anım var; o yüzden Bursa'nın yeri ayrıdır bende. Mesela sülalece Uludağ'a gidip kaybolduğumuz; o da yetmiyormuş gibi yazın ortasında önce sise, sonra yağmura ardından da dolu yağmuruna maruz kaldığımız geziyi hiç unutmam mesela. Tahmin edebileceğiniz gibi çok eğlenmiştik! Yine sülalece Karamustafa Hamamı'na gidip hep birlikte bir güzel hastalandığımız bir başka seyahati de sık sık anımsayıp gülümseriz. 

Babamın iş münasebetiyle kullandığı ufak bir motosikleti vardı bir de. Beni arkasına oturtturur, oradan oraya gezip dururdu. Ben de adamcağızın sırtına sıkıca yapışır, düşmemek için dua eder dururdum. O gezilerden tek anımsadığım altımızdan geçip giden asfalt ve babamın geniş sırtı... 

Bir seferinde de ailece gitmiş fakat her zaman konakladığımız otelde yer bulamamıştık. Biz de mecburen başka bir yerde kalmak zorunda kalmıştık. Ama otel o kadar kötüydü ki... Koridorları labirent şeklinde tasarlanmıştı ve rehber olmadan odanızı bulmak gibi bir şansınız yoktu mesela. Halılar falan da bayağı kirliydi. Başka yer kalmadığından orada konaklamak zorunda kalmış lakin bütün gece korkumuzdan uyuyamamıştık. 

Kulağa öyle gelmese bile hepsi de hakikaten güzel günlerdi. O yüzden uzun yıllardır adım atma şansını yakalayamadığım bu toprakları yeniden ziyaret edebileceğim için mutluyum. Endişe mi? Yok canım, niye endişeleneyim? Başımıza gelmeyen kalmamış ne de olsa, daha kötü ne olabilir ki? (Gulp!) 

İzmir'den Bursa'ya günübirlik gitmek pek kolay değil tabi. Özellikle uçakla gitmeye çalışmak bir hayli güç bir uğraşmış taze edindiğim bilgilere göre. Çünkü bizim buradan oraya giden tek uçak öğlen 16:30'da kalkıyor, dönüş için ilk uçaksa 17:30'da. Kısacası uçakla gitmeye kalktığım zaman fuara adımımı atmamla geri dönmem bir olacak. O yüzden bana altı saatçik (!) mecburi bir otobüs yolculuğu görünüyor ufukta. Hatta ufukta değil, direkt cepte; biletimi şimdiden aldığıma göre... Yine de bu durumdan hiç ama hiç şikayetçi değilim. Düşünsenize bir; o yolculukta, o fuarda ve dönüş seyahatinde ne maceralar yaşarım kim bilir? Bayağı bir yazı malzemesi çıkar blog için kanımca. Yayın evinden fuara katılacak arkadaşları yeniden görmek de güzel olacak eminim. Bir de işin içinde Kayıp Rıhtım'dan sevgili berre ve blog dostlarından Hypatia ile tanışabilme olasılığı da var tabi. Hal böyle olunca insan ister istemez heyecanlanıyor ve bazı şeyleri seve seve görmezden gelmeye başlıyor.

Şimdilik tek derdim sabah saat dörtteki otobüsüme nasıl yetişeceğim ve o uykusuzlukla fuarda benimle konuşma bahtsızlığına erecek olan insanlara neler geveleyeceğim. 

Ziyaretçi: "Bir imzanızı alabilir miyim acaba? Adım Mıstık." 
mit: "Ne? Yastık mı? Tabii... Kuş tüyü olsun lütfen."
Ziyaretçi: "Ne yastığı yahu? İmza diyorum, imza. Hani kapağa..."
mit: "Hadi yatağa mı? Hemen! Bir dakika, önce pijamalarımı giymem lazım."
Ziyaretçi: "Aaa! Herife bak, düpedüz soyunuyor yahu!"

Ertesi gün çıkacak manşeti tahmin edersiniz sanırım: Sanat için soyundu! 

Uzun lafın kısası Pazar günü Bursa Kitap Fuarında olacağım. Bu sayede hem BU Yayınları standında kitaplarımı imzalayacağım hem de yeni çıkan kitaplardan birkaçını daha bohçama atıp okunacaklar listemi biraz daha kabartacağım (bu listenin adını "okumak istediğim ama bir türlü başlayamadığım devasa kitap yığını" olarak değiştireceğim bu gidişle). Adresim; Salon 2, stand 501 A. O civarlarda olan, olacak olan, olmayıp da olabilecek gibi olan herkesi beklerim efendim.

Darısı İzmir Kitap Fuarının başına...