“Hep böyle somurtkan mıdır?” diye sordu şövalye, kendisini izlemekte olan Beved’e.
“Onun kusuruna bakmayın şövalyem. Aslında oldukça iyi yüreklidir Apol.”
“Ona şüphem yok. Aslında doğru olanı yapıyor, hepimizin sessiz olması gerek çünkü. Özellikle senin!” dedi, itiraz etmeye başlayan kılıcına sert bir bakış atarak. “Etrafta ne kadar uğursuz şey varsa başımıza toplayacaksın ve bu çocukların zarar görmesine neden olacaksın.” Kılıç, bu yorum üzerine hemen sessizleşti. Delikanlıların başına bir şey gelmesini istemezdi, onları sevmişti. Şövalye ileri baktığında Apol’ün yine öfkeli bakışlarla kendilerini süzmekte olduğunu gördü.
“Beni rahatsız eden şey bu yaşta bir delikanlının bu kadar soğuk ve mesafeli olması…”
“Elanor yüzünden.” dedi Osgar, duyulamayacak kadar alçak bir sesle. Sonra şövalyenin kendisine baktığını görünce utanıp kızararak başını önüne eğdi.
“Öyle mi? Kimmiş bakalım bu Elanor?” dedi şövalye merakla.
“Yoksa altın saçlı bir prenses mi?” dedi kılıç, oldukça çapkın bir sesle. Yine bir dakikadan fazla suskun kalmayı başaramamıştı.
Bu yorum üzerine hafifçe kıkırdayan Beved, “Evet, öyle sayılır. Elanor, Apol’ün kız kardeşi.” dedi.
“Onu kaçırdılar.” diye ekledi Osgar, hüzünlü bir tavırla.
Başını öne eğen Beved, “Maalesef bu doğru. Sahuaginlerin kaçırdıkları arasında o da var. Bu yolculuğa gönüllü olmamızın başlıca sebebi de bu zaten.” diye ekledi. “Apol ve Elanor çok küçük yaşta ailelerini kaybetmişler. Bir göl kazası… Sandal ters dönmüş ve talihsiz karı koca boğularak can vermişler. O zamandan beri Apol hem kendine hem de kız kardeşine göz kulak olmak zorunda. Yıllardır Elanor’a hem ağabeylik hem de ana-babalık yapar. Bu yüzden ona çok düşkündür. Kaçırıldığını anladığımızda çılgına döndü. Biz daha ne yapabileceğimizi doğru dürüst düşünemeden Apol onu kurtarmak için yola çıkmaya karar vermişti bile. Bizle ya da bizsiz…”
“Onu asla yalnız bırakmayız.” dedi Osgar, kararlı bir yüz ifadesiyle.
“Sonra benim Sahuaginlerin ardından gideceğim haberini aldınız ve bana katılmaya karar verdiniz sanırım.” dedi şövalye.
Beved bunu bir omuz silkişle yanıtladı. Şövalye bakışlarını tekrar Ranum’un yanında ilerleyen sessiz delikanlıya çevirdi. Bu kez bakışlarında derin bir anlayış ve saygı vardı. Grup ormanda ilerlemeye devam etti. Ama bu kez derin bir sessizlik içindelerdi. Şimdi ormandaki gece hayvanlarının ve rüzgârın sesini rahatça duyabiliyorlardı.
Tabii ki kılıç bağırıp bu sessizliği yırtana kadar…
“Balık-adamlar tarafından kaçırılan sarışın bir prensesi kurtarmaya gidiyoruz! Bu tahminimden de eğlenceli!”
Hep bir ağızdan yükselen bir “Şşşt!” sesi…
“İyi be, sustum! Eğlence düşmanları. Şşştmiş… Pöh!”
Yarım saatten biraz fazla süren bir yürüyüşün ardından küçük grup nihayet Uzun Göl’e varmıştı. Korucu Ranum gölün kıyısında bir dizinin üzerine çöktü ve zemindeki pençemsi ayak izlerini inceledi.
Gruba dönerek “İzler burada sona eriyor. Yaratıklar göle girmiş olmalı…” dedi.
“Na-nasıl yani? Peki ya rehineler?” diye sordu Beved kekeleyerek.
“Korkarım onları da yanlarında götürmüşler.” diye yanıtladı korucu. Osgar ufak bir itiraz iniltisi koyuverdi. Apol’ün yüzü karardı.
“Korkmayın, hâlâ hayatta olduklarına bahse girerim.” dedi şövalye.
Apol hışımla şövalyeye döndü ve sinirden titreyen bir sesle “Nereden bilebilirsin ki? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” diyerek çıkıştı.
“Sakin ol Apol.” dedi Beved, arkadaşının bu tavrından hiç hoşlanmamıştı.
“Siz sakin olun!” diye bağırdı Apol.
“Sesini alçalt genç adam!” dedi şövalye, sert bir biçimde. “Kız kardeşin için endişelendiğini biliyorum. O yüzden bu seferlik bana bağırdığını göz ardı edeceğim. Ama hemen sesini kesmezsen tüm Sahuaginler burada olduğumuzu anlayacak ve tepemize binmekte tereddüt etmeyeceklerini garanti edebilirim.”
“E o zaman niye susuyoruz ki?” diye sordu kılıç hevesle. Yeni bir dövüş için sabırsızlanıyordu.
Gruptakiler hep bir ağızdan “Sakın ha!” diyerek kılıcı susturdular.
“İyi, peki, tamam sustuk. Hıh!” diye homurdandı, yeniden gücenen kılıç.
Şövalye Apol’e dikkatle bakarak “Merak etme, onlar iyi. Eğer onları öldüreceklerse Sahuaginler onları buraya taşıma zahmetine ne diye katlansınlardı? Onları başka bir amaç için kaçırdılar. Ve emin ol hâlâ canlılar. En azından şimdilik…” dedi.
Apol bu sözlerdeki mantığı reddedemezdi. Dudaklarını birbirine bastırıp sustu ve kafasını tamam anlamında salladı.
“Şimdi ne yapıyoruz?” diye sordu korucu.
“Şimdi biz…”
Şövalye tam planını açıklayacaktı ki göl suları sanki kaynıyormuş gibi fokurdamaya başladı.
“Geliyorlar!” dedi Ranum, kılıcını çekerek.
“Kahretsin!” diye homurdandı şövalye.
“Yaşasın!” diye bağırdı kılıç.
Hepsi hızla kılıçlarını çektiler. Bir an sonra göl yüzeyinde bir düzine kadar Sahuagin belirdi. Yaratıklar savaş naralarıyla birlikte mızraklarını fırlattılar. Bir mızrak ayaklarının dibindeki yere saplandı. Bir diğeri Osgar’ın başının üzerinden geçti. Bir diğerini ise Ranum kılıcıyla durdurdu.
“Geriye!” diye bağırdı şövalye, üzerlerine gelen mızraklardan birini kılıcı ile ikiye bölerken. Grup geri geri ilerlerken önlerindeki Sahuagin grubu da tehditkâr bir biçimde ama yavaşça üzerlerine doğru geliyordu.
“Neden saldırmıyorsunuz? Gelsenize!” diye bağırdı kılıç.
“Lütfen saldırmasınlar, lütfen…” diye inledi Osgar. Şövalye şüphe ile önündeki yaratıklara baktı. Sistemli bir şekilde yaklaşıyorlardı ama saldırmıyorlardı. “Gerçekten de… Neden saldırmıyorlar?” diye mırıldandı şüpheli bir ses tonuyla. Aynı anda Ranum’un uyarı çığlığı geldi ve üstlerindeki ağaçlardan tam üzerlerine geniş bir ağ atıldı.
“Lanet yaratıklar! Bu bir tuzak!” diye haykırdı şövalye. Daha onlar kıpırdayamadan ağ üzerlerine inmişti bile. Apol ve diğerleri hızla ağı kesmek için davrandılar fakat ipler çok sağlamdı. Çelikten dokunmuşlardı adeta. Sahuaginler bu yetersiz çabalarını sivri dişleri ile sırıtarak izlediler. Bu kez de şövalye denedi ve büyülü kılıç, gürültülü bir kahkaha eşliğinde ağı tereyağı gibi kesti. Yaratıkların yüzündeki sırıtma anında kayboldu ve hızla ileri atıldılar. Şövalye bir hamle daha yapıp ağın tamamen parçalanmasına neden oldu ve ilk saldırganı ile yüzleşmek için hazırlandı.
Kısa sürede etrafları sarıldı. Gölden çıkan yaratıklara ağaçlardan inen birkaç tanesi daha katıldı ve sertçe saldırmaya başladılar. Görünüşe göre Veskel, delikanlılar hakkında yanılmamıştı çünkü hepsi ustaca dövüşüyorlardı. Osgar bile… Özellikle Apol bu konuda gerçekten de çok iyiydi.
“Onlara acımayın çocuklar! Onlar bize acımaz!” diye haykırdı korucu.
“Elanor için!” diye haykırdı Apol.
Kılıçlar kılıçlarla çarpıştı, hamle üzerine hamle yapıldı. Ama Sahuaginler küçük grubu ele geçirmeyi bir türlü başaramadı. Şimdiden yerde cansız yatan 5 Sahuagin vardı. Fakat durum bizimkiler için pek de parlak değildi. Ranum sol kolundan yaralanmıştı. Beved’in başından kanlar süzülüyordu. Ve işin en kötüsü öldürdükleri her Sahuagin’in yerine yenileri geliyordu. Durumdan tek memnun olan ise kıkırdayıp duran ve yere indirdiği rakiplerini sayan kılıçtı.
Önlerindeki yaratık cansız bir biçimde yere düşerken “Üç!” diye bağırdı kılıç. Şövalye bir anlık boşluktan faydalanarak umutsuzca etraflarını çevreleyen çembere baktı. Sonra da yaralı arkadaşlarına… Durum oldukça kötü görünüyordu. İçi Sahuagin kaynayan bu gölün kenarında kazanmaları imkânsızdı. Birdenbire “Beni takip edin!” diye bağırdı ve ormana doğru bir yarma hareketine başladı. Bu hareketi beklemeyen iki Sahuagin’i tek bir darbeyle indirip koşmaya başladı. Diğerleri de hemen peşindeydi.
“Hey! Nereye gidiyoruz? Daha dövüş bitmemişti ama.” diye mızmızlandı kılıç.
Şövalye “Haklısın. Daha yeni başlıyoruz.” diyerek topukları üzerinde hızla döndü ve Ranum’a dönüp “Koşmaya devam edin!” diye bağırdı. Korucu anladığını belirterek delikanlıları önüne kattı ve kaçmaya devam etti. Onlar uzaklaşır uzaklaşmaz şövalye, yol kenarındaki çalılık ve ağaçların arasına daldı ve iyice gizlendi.
“Ne yapıyoruz? Dövüşmeyecek misin?” diye mızıldandı kılıç.
“Merak etme. Eğer planım tutarsa düşmanların hepsi sadece bize kalacak.” diye fısıldadı şövalye. Kılıç memnuniyetle mırıldandı ve anında sessizleşti.
Apol ve arkadaşları ellerinden geldiğince toprak yolda koşuyorlardı. Ama yeterince hızlı değillerdi. Çünkü korucunun ve Beved’in yaraları yavaşlamalarına neden oluyordu. Her yönden fışkıran kökler ve dallar da cabası…
“Şövalye nerede?” diye haykırdı Beved panikle.
“Koşmaya devam edin!” diye üsteledi Ranum.
“Ama yaralanmış olabilir.” dedi nefes nefese kalmış olan Osgar. Zar zor koşmaya devam ediyordu. Hafiften geri kalmaya bile başlamıştı.
“Hayır, yaralanmadı. Bizi bırakıp kaçtı. Size söylemiştim. O ihtiyar bir sahtekârdan başka bir şey değil.” dedi Apol hırlayarak.
Tam bu sırada köklerden biri haince Osgar’ın ayağına dolanarak gürbüz delikanlının yere yuvarlanmasına neden oldu. Osgar acı dolu bir iniltiyle yere kapaklandı. Daha ileriden giden grup üyeleri hızla durup geriye baktılar ve Osgar’a yardım etmek için çabucak geri döndüler. Daha bir-iki adım atmışlardı ki çalıların arasından bir Sahuagin fırladı ve Osgar’ın başına dikildi. Beved ve Apol endişeyle “Hayır!” diye bağırdı. Osgar kollarını başına siper ederek korkuyla dolu bir imdat çığlığı attı. Sahuagin ise haince sırıtarak mızrağını saplamak için havaya kaldırdı.
Havayı bir kesme sesi yardı. Sahuagin gözlerinde şaşkın bir ifade olduğu halde cansız bir biçimde yere yığıldı. Ardından da “13!” diyerek kıkırdayan kılıcın sesi geldi. Şövalye tam zamanında yetişmişti. Gülümseyerek, şaşkına dönmüş gruba baktı ve elini uzatıp Osgar’ın yerden kalkmasına yardımcı oldu.
“Sen… Nasıl?” diye kekeledi Beved.
“Eski bir savaş taktiğidir evlat. Her zaman işe yarar.” diyerek göz kırptı şövalye. Arkadaşları sevinçle Osgar’ı kucaklarken ise çaktırmadan belini tutup “Bu işler için çok yaşlandım.” diye mırıldandı.
“Öyle olmadığını söylemiştim.” dedi Osgar manalı bir biçimde Apol’e bakarak.
“Daha fazlası gelecektir.” dedi Ranum. Bir taraftan da telaşlı gözlerle arkalarındaki yolu gözetliyordu.
“Şüpheniz olmasın.” dedi şövalye. “Dinleyin… Fazla vaktimiz yok. Biz yaratıkları oyalarken içimizden birinin göle yalnız gitmesi gerek. Rehinelerin henüz canlı olduğunu düşünsem de bunun ne kadar böyle kalacağını bilemeyiz. Acele etmemiz gerekiyor.” diye ekledi ardından.
Grup içindekiler birbirlerine şüpheli bakışlar attı. Sonra Osgar derin bir iç çekti ve düştüğünde sırtından yuvarlanan çuvalına doğru ilerledi. Çuvalı yerden alıp şövalyeye uzattı ve “Alın şövalyem. Göle siz gidin. Eğer onları kurtarabilecek bir kişi varsa o da sizsiniz.” dedi.
Şövalye teşekkür ve minnettarlık arası bir duyguyla Osgar’a baktı. Osgar da aynı duygularla gülümseyerek şövalyeye karşılık verdi. Merakla çuvalı açan şövalye daha önce benzerini hiç görmediği, garip, deriden yapılma bir zırh ile karşılaştı.
“Nedir o?” diye ciyakladı kılıç.
“Göl kıyafetleri…” dedi Beved. “Gölün dibine inerken bu kıyafetlerle dalarız. Çok hafiftir, esnektir ama sağlamdır da.” dedi. Şövalye memnuniyetle deri zırhları inceledi ve çabucak kendine uyan bir tane bulup yanına aldı.
“Artık ayrılmalıyız. Her an geri gelebilirler.” dedi korucu Ranum.
“Haklısın.” dedi şövalye. “Onları oyalayabildiğiniz kadar oyalayın. İyi şanslar.”
“Sana da iyi şanslar şövalyem.” dedi Osgar. Ranum şövalyenin omzunu sıktı, Beved başıyla bir selam verdi. Apol ise hareketsizdi. Kısa bir müddet şövalyeye baktı ve ardından ileri doğru bir adım attı. “Kız kardeşimi kurtarın şövalye. Size güveniyorum. Bahtınız açık olsun.” dedi.
Şövalye başını olumlu anlamda sallayarak delikanlının omzuna hafifçe vurdu. Ranum’la göz göze geldi ve kafasını tek bir kez daha sallayarak sessizce veda edip çalıların arasına daldı.
Az sonra şövalye gölü görebileceği avantajlı bir noktada gizleniyordu. Bir taraftan zırhını çıkarıp dalış zırhını kuşanırken bir taraftan da Sahuaginlerin gölden çıkış noktalarını gözetliyordu. Az sonra ormandan, şövalyenin bulunduğu istikametin aksine bir yerlerden bir gürültü ve savaş çığlıkları yükseldi. Küçük grup şaşırtma planlarını harekete geçirmişti. Şövalye sıkıntıyla bir iç geçirdi ve “Umarım doğru şeyi yapıyoruzdur.” dedi kendi kendine.
“Meraklanma. Ranum onlara göz kulak olur. Ayrıca çocuklar oldukça iyi dövüşüyorlar. Yaşlı bir şövalye bile tek başına 13 tane hakladıysa gençler neler yapar kim bilir…” dedi kılıç, hafif iğneleyici bir ses tonuyla.
“Yaşlı mı? Sen kendine bak paslı teneke!” diye kıkırdadı şövalye. Sonra denginden Galsamotu’nu çıkartıp şüpheyle otu süzdü. Fare kuyruklarına benzeyen, grimsi yeşil bir toparlaktı ot. “Umarım tadı görüntüsünden daha iyidir.” dedi ve tiksintiyle otu ağzına attı. Değildi… Aksine kaygan ve yapışık bir tadı vardı. Kılıcını eline alıp sessizce ve görünmeden göle ilerledi.
(Devam edecek...)
Göl / Lake by Kim Aubrey
4 comments:
çokk güzel ve heycanlıydı.merakla bekliyorum 6. bölümü mit hayal gücüne sağlık.şövalye ve kılıcına bol şans.umarım rehineleri kurtarırlar.belki apolün kız kardeşiyle şövalye arasında belki hoş bir ilişki başlar:)
Teşekkürler :) Eğer öyle bir şey olursa Apol ikisini de doğrar sanırım :) Eee, şövalyenin dedelik yaşı gelmiş de geçiyor bile :)
Ben de merak ettim bizim Savaşçının yorgunu bu aralar neden yazı yazmıyor diye..Meğer sen 1 aylık yazıyı bi öyküde doldurmuşsunnnnn:)Ben öykünün bi kısmını okudum öylr bilir kişi olmadığımdan da yorum felan yazmayacam illaki bilenler yorumlar yazını...bence zaten güzel olmuştur öykün (diğerleri öyleydi çünkü)..ben sadece merak ettim bi gelip ziyaret edeyim seni dedim:)Umarım iyisindir..şunu surasında kaç tane dikkatle takip ettiğim blog varki:)Kal sağlıcakla Savaşçının yorgunu:)
Teşekkürler DBP. İyiyim Allah'a şükür, yok bir yaramazlık. Umarım sen de iyisindir. Yazının tamamını okumaya vakit bulduğunda yorumunu da beklerim. Bilir kişi değilim falan deyip de kendini küçümseme lütfen. Hepinizin yorumları benim için her zaman değerlidir. Sen de sağlıcakla kal arkadaşım.
Yorum Gönder