Askeriyede her 18 Mart’ta resmi bir tören yapılırmış meğer… İlk defa askere gittiğim için bilmiyordum haliyle. Belki inanmayacaksınız ama 18 Mart’ın geldiğinden bile haberim yoktu. Askerde her gün birbirinin aynı olduğundan insan bir yerden sonra takvim yerine şafak karalama defterine bakmaya başlıyor devamlı. Hani o 460 küçük kutucuktan oluşan ve her geçen gün o kareciklerden birini “Biri daha gitti! Ni-ho-ha-ha!” efekti eşliğinde, sadistçe bir zevkle karaladığınız defterlere… Her neyse, yazıhanede oturmuş günlük işlerimle uğraşırken teğmenimiz girdi içeri. Hemen ayağa kalkıp hazır ola geçtik tabi.
“Evet arkadaşlar, yarın 18 Mart.” dedi teğmen. “Törende bana şiir okuyacak bir adam lazım.” diye ekledi sonra da. “İhsan!” diye seslendi bana.
“Emredin komutanım!” diye cevapladım otomatiğe bağlamış bir şekilde.
“Bana sen iyi şiir okuyan biri gibi görünüyorsun. Seni çıkartsam okur musun?”
Kim? Ben? Şiir okuyacaktım, öyle mi? Yahu benim normal konuşmam bile o kadar sessizdir ki yanımdakiler ne dediğimi zor anlarlar. Kürsüye çıkıp da şiir okursam benim sesimi kim duyacaktı ki? Olsa olsa “Bir kedi miyavlıyor galiba” diye etraflarına bakınırlardı.
“Yok komutanım, onu da nereden çıkardınız?” dedim samimiyetimize güvenerek.
“Okursun okursun.” dedi teğmen gülümseyerek.
“Vallahi okuyamam komutanım. Pişman olursunuz.”
“Olmam olmam, okursun sen.”
“Okuya…”
“Okuyacaksın! Emrediyorum!”
“Emredersiniz…” dedim elimiz mahkûm. Sıkıyorsa deme…
O günümün tamamını şiirleri inceleyip beni en az rezil edecek olanı aramakla geçirdim. Bir taraftan da sıkıntı ile oflayıp pufluyordum. Gelen haberlere bakılırsa tüm bölüğün dışında bütün komutanlar da orada olacaklardı. Yani rezil falan olmayacaktım, büsbütün alay konusu olacaktım! Neyse, sonunda fazla uzun olmayan, manası hoşuma giden bir tanesini seçtim. Sonra da yazıcıdan bir çıktısını aldım elime, başladım dilimin döndüğünce kendi kendime okumaya. Bir ara diğer bölüğün yazıcısı, aynı zamanda orada edindiğim en iyi dostlardan biri olan Erhan aradı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu telefonla.
“Sorma ya! Teğmen emir verdi, yarınki törende şiir okuyacağım. Ona hazırlanıyorum.” diye dert yandım ben de. Bu başladı kahkahalarla gülmeye. Bozuldum tabi…
“Ne gülüyorsun lan? Çok mu hoşuna gitti?” diye sordum huysuzca.
“Yok be kanka. Bizim bölük komutanı da beni seçti de ona gülüyorum! Yarın birlikte şiir okuyacağız demek ki!”
Eh, en azından tek başıma rezil olmayacaktım. O gece nöbet tutarken sürekli şiiri okumaya ve dilimi sözlere alıştırmaya çalışmaya devam ettim. Kendimce inişler ve çıkışlar ayarladım falan… Aslan burcuyum ya, her şeyi hakkını vererek yapmam lazım illa.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra karargâhın önünde toplandık. Gerçekten de bütün askerler ve tüm komutanlar oradaydı. Önce bayraklar yarıya indirildi, ardından saygı duruşuna geçtik. Tabi bu arada benim karnıma heyecandan ağrılar giriyordu. Önce teğmenimiz çıktı kürsüye, günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptı. Ardından şiir okuyacak arkadaşları davet etti. Amanın! Beni çağırıyorlardı! İyi de ne diyecektim? Kürsüye çıkınca selam verecek miydim? Kimse bir şey anlatmamıştı!
Sıradan ayrılıp ileriye çıktım. Erhan da diğer bölükten ayrılıp öne doğru yürümeye başladı. Bir ara göz göze geldik, gözleri hiç güzel değildi. Ağlamaklı bakıyordu sanki biraz. Aslında ben de öyle bakıyordum. Dışarıdan halimizi gören biri “Vay be! İşte Çanakkale ruhunu sonuna kadar yaşayan askerler!” derdi herhalde. Yaşıyorduk yaşamasına da bir de şu şiir okuma işi olmasaydı…
İşte o an gelmişti. Şimdi bir çuval inciri kahverenginin koyu bir tonuna boyayacak ve tüm bölüğün önünde rezil olacaktım. Dahası Albay teğmeni, teğmen de beni öldürecekti. “Bekleyin beni Çanakkale şehitleri, yanınıza geliyorum.” diyerek çıktım kürsüye, doğaçlama bir şekilde tekmilimi verip başladım şiiri okumaya. İlk dizeleri okumamla birlikte benden öyle bir ses çıktı ki kendim bile şaşırdım. Birden kendime güvenim yerine geldi ve satırları ardı ardına sıralamaya başladım. Şiiri bitirip kürsüden indiğimde tüm arkadaşlarım beni alkışlıyordu. Üstelik hiç birinin yüzünde alaycı bir ifade de yoktu. Ardımdan Erhan çıktı kürsüye, o da gayet başarılı bir şekilde okudu şiirini. Sonra da tören dağıldı. Bölükteki arkadaşlar ve bir iki uzman çavuş yanıma gelip beni tebrik ettiler şaşkın bakışlarım arasında.
“Çok güzel okudun!” ve “Bravo!” gibi tepkilere verdiğim cevap hep aynıydı.
“Gerçekten beğendiniz mi? Allah Allah…”
Demek ki o kadar da kötü değilmişim diye düşündüm kendi kendime. Mutlu oldum o anda, gülümsemeye başladım. Çok güzel okumuştum, harikaydım ben, müthiştim! Sonra teğmenimiz ile göz göze geldim ve yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş solmaya başladı. Feci derecede somurtuyordu çünkü.
“Hiç güzel okumadın! Keşke seni dinleseydim, hakikaten de pişman ettin beni!” demesin mi? Dedi vallahi… O anda ayaklarım tekrar yere bastı haliyle.
Eh, ben demiştim ama, değil mi?
İşte böyle Çanakkale gazisi oldu Yorgun Savaşçı…
Bütün şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Haklarını asla ödeyemeyiz.
“Okursun okursun.” dedi teğmen gülümseyerek.
“Vallahi okuyamam komutanım. Pişman olursunuz.”
“Olmam olmam, okursun sen.”
“Okuya…”
“Okuyacaksın! Emrediyorum!”
“Emredersiniz…” dedim elimiz mahkûm. Sıkıyorsa deme…
O günümün tamamını şiirleri inceleyip beni en az rezil edecek olanı aramakla geçirdim. Bir taraftan da sıkıntı ile oflayıp pufluyordum. Gelen haberlere bakılırsa tüm bölüğün dışında bütün komutanlar da orada olacaklardı. Yani rezil falan olmayacaktım, büsbütün alay konusu olacaktım! Neyse, sonunda fazla uzun olmayan, manası hoşuma giden bir tanesini seçtim. Sonra da yazıcıdan bir çıktısını aldım elime, başladım dilimin döndüğünce kendi kendime okumaya. Bir ara diğer bölüğün yazıcısı, aynı zamanda orada edindiğim en iyi dostlardan biri olan Erhan aradı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu telefonla.
“Sorma ya! Teğmen emir verdi, yarınki törende şiir okuyacağım. Ona hazırlanıyorum.” diye dert yandım ben de. Bu başladı kahkahalarla gülmeye. Bozuldum tabi…
“Ne gülüyorsun lan? Çok mu hoşuna gitti?” diye sordum huysuzca.
“Yok be kanka. Bizim bölük komutanı da beni seçti de ona gülüyorum! Yarın birlikte şiir okuyacağız demek ki!”
Eh, en azından tek başıma rezil olmayacaktım. O gece nöbet tutarken sürekli şiiri okumaya ve dilimi sözlere alıştırmaya çalışmaya devam ettim. Kendimce inişler ve çıkışlar ayarladım falan… Aslan burcuyum ya, her şeyi hakkını vererek yapmam lazım illa.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra karargâhın önünde toplandık. Gerçekten de bütün askerler ve tüm komutanlar oradaydı. Önce bayraklar yarıya indirildi, ardından saygı duruşuna geçtik. Tabi bu arada benim karnıma heyecandan ağrılar giriyordu. Önce teğmenimiz çıktı kürsüye, günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptı. Ardından şiir okuyacak arkadaşları davet etti. Amanın! Beni çağırıyorlardı! İyi de ne diyecektim? Kürsüye çıkınca selam verecek miydim? Kimse bir şey anlatmamıştı!
Sıradan ayrılıp ileriye çıktım. Erhan da diğer bölükten ayrılıp öne doğru yürümeye başladı. Bir ara göz göze geldik, gözleri hiç güzel değildi. Ağlamaklı bakıyordu sanki biraz. Aslında ben de öyle bakıyordum. Dışarıdan halimizi gören biri “Vay be! İşte Çanakkale ruhunu sonuna kadar yaşayan askerler!” derdi herhalde. Yaşıyorduk yaşamasına da bir de şu şiir okuma işi olmasaydı…
İşte o an gelmişti. Şimdi bir çuval inciri kahverenginin koyu bir tonuna boyayacak ve tüm bölüğün önünde rezil olacaktım. Dahası Albay teğmeni, teğmen de beni öldürecekti. “Bekleyin beni Çanakkale şehitleri, yanınıza geliyorum.” diyerek çıktım kürsüye, doğaçlama bir şekilde tekmilimi verip başladım şiiri okumaya. İlk dizeleri okumamla birlikte benden öyle bir ses çıktı ki kendim bile şaşırdım. Birden kendime güvenim yerine geldi ve satırları ardı ardına sıralamaya başladım. Şiiri bitirip kürsüden indiğimde tüm arkadaşlarım beni alkışlıyordu. Üstelik hiç birinin yüzünde alaycı bir ifade de yoktu. Ardımdan Erhan çıktı kürsüye, o da gayet başarılı bir şekilde okudu şiirini. Sonra da tören dağıldı. Bölükteki arkadaşlar ve bir iki uzman çavuş yanıma gelip beni tebrik ettiler şaşkın bakışlarım arasında.
“Çok güzel okudun!” ve “Bravo!” gibi tepkilere verdiğim cevap hep aynıydı.
“Gerçekten beğendiniz mi? Allah Allah…”
Demek ki o kadar da kötü değilmişim diye düşündüm kendi kendime. Mutlu oldum o anda, gülümsemeye başladım. Çok güzel okumuştum, harikaydım ben, müthiştim! Sonra teğmenimiz ile göz göze geldim ve yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş solmaya başladı. Feci derecede somurtuyordu çünkü.
“Hiç güzel okumadın! Keşke seni dinleseydim, hakikaten de pişman ettin beni!” demesin mi? Dedi vallahi… O anda ayaklarım tekrar yere bastı haliyle.
Eh, ben demiştim ama, değil mi?
İşte böyle Çanakkale gazisi oldu Yorgun Savaşçı…
Bütün şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Haklarını asla ödeyemeyiz.
6 comments:
Aa neden beğenmemiş onuda yazsaydın ya merak ettim şimdi://
Allah hepsınden razı olsun.ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLERE ÖLÜ DEMEYİN! BİLAKİS ONLAR DİRİDİR; FAKAT SİZ BUNU ANLAYAMAZSINIZ..Bakara Süresi..
Valla ben de bilmiyorum abla :) Sordum ama söylemedi. İyi adamdı ama bizim teğmen, çok iyiliğini gördüm askerdeyken. Varsın beğenmesin ;)
Evet sonunda benimde bir bloğum var. :) Bütün şehitlerimize Allah rahmet eylesin.
Hayırlı olsun :)
ben de ilkokuldayken resmi bayramlarda okurdum.çok da heveslenirdim...ama iyi mi okurdum okumazmıydım hiç bilemiyorum :)))bir keresinde de arkadaşımla şarkı söylemiştik ehehh :)))o org çalmıştı...hey gidi günler bea...şöyle bigün şiiir okusanda koysan bloğa...nasıl olur?????
Ne mi olur? Herhalde izleyici sayım anında sıfıra düşer :) Ya da daha kötüsü, tüm insanlığın akıl ve ruh sağlığını korumak adına Blogger'ı tamamen kapatırlar :)
Yorum Gönder