8 Haziran 2009 Pazartesi

Sadece basit bir vapur yolculuğu

Konak vapur iskelesine doğru hızlı adımlarla yaklaşıyordum. Telaşla saatime bir göz attım. Hiç utanmadan 18:00’i gösteriyordu. “Harika, yine geç kaldım.” diye mırıldandım kendi kendime.
“Her zamanki gibi evden buluşma saatinde çıktığın için olmasın?” dedi Yorgun Savaşçı’nın sesi kulaklarıma. “Hayır, olamaz” diyerek olduğum yerde kalakaldım ve sesin sahibini görmek için etrafıma bakındım. İşte oradaydı. Sağ taraftaki direklerden birine kayıtsızca yaslanmış, başındaki geniş siperlikli şapkasını düzeltiyordu.
“Gerçek bir şövalye verdiği sözü daima tutar. Buna buluşma saatinde doğru yerde olmak da dâhil” dedi Cesur Şövalye birdenbire solumda belirerek.
“Yine mi siz?” diye inledim onları gördüğümde. “Şimdi sırası değil, yetişmem gereken bir randevum var.” dedim ardından da.
“Şatondan zamanında çıkmış olsaydın şimdi bir küheylan gibi dörtnala koşturmak zorunda kalmazdın, biliyorsun değil mi?” dedi şövalye tangırdayan zırhının içinde.
“Karargâhından demek istiyor. Yani evinden…” diye düzeltti onu Yorgun Savaşçı, anlamadığımı görünce.
“Tamam, tamam. Biliyorum hatalıyım. Bu, vazgeçmek için her seferinde kendinize söz verdiğiniz ama bir türlü bırakamadığınız türden bir alışkanlık işte.” dedim sinirle.
“Elbiselerini çıkarmadan uyuman gibi” dedi Savaşçı.
“Evet, aynen öyle” dedim hevesle. Sonra da “Şey, yani… Hayır!” diye bağırdım telaşla, yaptığım hatanın farkına vararak. Etrafımızdan geçen insanlar bana garip garip bakmaya başlamışlardı. Ne de olsa onların gözüne kendi kendine konuşan bir tip olarak görünüyordum. Utançtan yanaklarımın kıpkırmızı kesildiğini fark ettim. Yorgun Savaşçı’nın pis pis gülüşünü görmezden gelmeye çalışırken uzaktan gelen vapur sesiyle irkildim. Vapur hareket etmek üzereydi ve ben burada durmuş kendi kendimle kavga ediyordum resmen. En kısa zamanda bir psikoloğa görünmem gerektiğini bir kenara not edip koşmaya başladım. İskeleye yaklaştığımda hareket etmeye hazırlanan vapurun İhsan Alyanak olduğunu gördüğümde ise kendi kendime gülmeden edemedim.

Tam iskeleye varmıştım ki ayakkabı boyacısı olan bir çocuk önümü kesti ve “Boyayayım mı abi?” diye sordu şevkle. “Sağol kardeşim, istemiyorum” diyerek yanından seğirtmeye yeltendim. Hızlı bir hamleyle tekrar önümü kesti ve elindeki siyaha bulanmış süngeri gözümün önünde sallayarak “Boyayayım mı abi?” diye sordu tekrardan. “Hayır, istemiyorum dedim ya” diye çıkıştım bu kez sinirle. Boyacı çocuk elindeki süngere sanki sünger beni hipnotize etmeliymiş ama bunu becerememiş gibi hayal kırıklığına uğramış bir şekilde baktı. Sonra boş vermiş bir şekilde omuzlarını silkti ve tekrar süngerini burnumun dibine sokarak “Boyayayım mı abi?” diye sordu. “İstemiyorum yahu! Hem ben spor ayakkabı giyiyorum baksana. Neyini boyayacaksın?” dedim iyice sinirlenmiş bir biçimde. Tam o esnada kağıt mendil satan başka bir çocuk geldi ve o da mendil paketlerini gözümün önünde sallayarak “Alır mısın abi?” diye sordu. Ardından da sakız satan bir diğeri… Vapur ikinci ve son kez düdüğünü çaldı. Hareket etmek üzereydi. “Bakın, biri cüzdanını düşürmüş! Hem de içi para dolu!” diyerek uzakta bir yeri işaret ettim. Paraya odaklı zihinler güruhu olarak hepsi aynı anda o tarafa döndü. Elimdeki fırsatı geri tepmedim ve gişelere doğru son sürat bir koşu koparttım.

Soluk soluğa da olsa vapura binmiştim sonunda. Üstelik o delileri de arkamda bırakmıştım. İçeriye geçtim ve kendime oturacak rahat bir yer aramaya başladım. Cam kenarında bir yer bulup rahatça kuruldum ve arkama yaslandım. Evet biraz geç kalmış olabilirdim ama en nihayetinde yoldaydım. Herhangi bir terslik olmazsa birkaç dakika sonra orada olacaktım. Huzurla iç geçirdim. Ne tür bir terslik olabilirdi ki? Tam o esnada düşen bir tepsi ve kırılan bardakların sesi duyuldu. Ardından da çığlıklar, küfürler ve yumruklaşmalar gelmeye başladı tam arkamdan. Hızla arkama baktığımda biri bayan olan dört yolcunun saç saça baş başa kavga ettiklerini gördüm hayretle. Tam onların yanında ise büyük ihtimalle kavga edenlerin çarpması ile tepsisi düşmüş ve tüm bardakları kırılmış bir gemi garsonu inanamayan bakışlarla bir boş eline bir de yerdeki kırıklara bakıyordu. Birden bire ortalık karışmıştı. Kadınlar ve çocuklar sağa sola kaçışıyor, erkekler kavgayı ayırmak için dörtlünün üstüne koşuyordu. Az sonra kamarotların ve kaptanların da olaya karışmasıyla kavga iyice büyümüştü. Bense koltuğumun arkasına büzüşmüş olanları hayretle izliyordum. “Gene ortalığı karıştırdın değil mi? Ne tür bir terslik olabilir kiymiş” dedi aniden yanımda beliren Yorgun Savaşçı. Onu duymazdan gelmeye çalıştım. “Aslında buna pek şaşırmamak lazım. Söz konusu sen olunca…” diye ekledi konuşmayacağımı anladığında. “Haydi gidip şu kavgayı ayıralım, tıpkı gerçek bir şövalye gibi görünürsün” dedi Cesur Şövalye, büyük bir şevkle. “Bence biz de kavgaya katılıp dövüşün tadını çıkaralım” dedi yumruklarını sıkan Savaşçı. Dövüş fikri onu cezbetmiş gibi görünüyordu. Bize doğru yaklaşan kavgaya doğru baktım ve “Benim daha iyi bir fikrim var.” dedim usulca, “Haydi güverteye çıkalım.” Ve arkama bile bakmadan hızla oradan uzaklaştım.

Kavga sebebiyle vapur planlandığından daha geç kalkmak zorunda kalmıştı elbette. Bu da zaten geç kalmış olan benim daha da geç kalmama neden olmuştu maalesef. En nihayetinde kavga yatıştırıldı, yolcular ve görevliler tekrar yerlerini aldı ve gemi rotasına doğru hareket etmeye başladı. Tekrar içeri girmeye cesaret edemeyen birçok yolcu ile birlikte dışarıda oturmayı seçtim bende. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, denizin her zaman sakinleştirici bir etkisi olmuştur bende. Yüzüme çarpan hafif meltemin eşliğinde geçen birkaç huzurlu dakika sonunda iyice rahatlamış ve az önceki istenmeyen olayların gerginliğinden tamamen kurtulmuştum. Denizin o eşsiz kokusunu içime çekmek için gözlerimi kapattım ve ileri doğru eğilerek derin bir nefes aldım. Tam o esnada bir dalga geminin güvertesine çarpmış olacak ki birdenbire üstüm başım sırılsıklam oldu ve gözlerimi kırpmadan ifadesiz bir şekilde kalakaldım. Yanımdaki adamın sessiz kıkırdamalarını duymazdan gelmeye çalışarak bir mendille yüzümü kuruladım ve kaşlarımı çatarak yolculuğun bitmesini bekledim. Deniz manzarası artık umurumda bile değildi.

Az sonra vapur yavaşça iskeleye yanaşmaya başlamıştı. “Nihayet” diyerek yerimden kalktım ve inmek için bekleyen yolcular arasında yerimi aldım. Hava iyice kararmıştı, o yüzden iskeleyi pek net seçemiyordum. Yolcuların hepsinin inmediğini fark ettim, etrafta çok az yolcu vardı çünkü. “Herhalde büyük bir çoğunluğu Bostanlı’ya gidiyor” diyerek bu konu üzerinde fazla düşünmedim. Kısa süre içinde vapur yanaştı ve hep birlikte indik. Eee? Herkes neden sol tarafa gidiyordu ki? Çıkış sağ tarafta değil miydi? “Herhalde ben yanlış hatırlıyorum” diyerek kalabalığı takip ettim. Çıkış gerçekten de hatırladığımın aksine soldandı. İskele de pek hatırladığım gibi değildi sanki. Hem bu sağ tarafta sıralanan tekneler de neyin nesiydi? Daha önce burada böyle bir şey gördüğümü hiç hatırlamıyordum. Sonra birden durdum. “Hayır. Sakın düşündüğüm şey olmuş olmasın” diye inleyerek başımı yavaş yavaş arkaya çevirdim ve iskelenin adının yazılı olduğu tabelaya baktım. Bostanlı İskelesi tabelası arsız bir şekilde sırıtarak bana bakıyordu. Yanlış iskelede inmiştim! Hemen koşarak tekrar girişe yöneldim, kapılar kapanmadan önceki son saniyede kayarak kapıların arasından geçtim ve aynı gün ikinci kez kıpkırmızı bir suratla İhsan Alyanak isimli vapura koşarak bindim.

Yarım saat sonra Karşıyaka’daydım. Vapur bana inat mıdır nedir bilemeyeceğim iskeleye tam 5 denemenin ardından zar zor yanaşabildi. Artık şaşıramayacak veya kızamayacak kadar yorgun ve bıkkın olduğumdan tepkisiz bir şekilde, boynum bükük omuzlarım çökük vapurun yanaşmasını bekledim sessizce güvertede. Nihayet karaya ayak basmıştım. Arkadaşım kızgın bir ses tonuyla “Neredesin oğlum? Kaç saattir seni bekliyorum. Altı üstü bir vapura binip geleceksin. Ne kadar zor olabilir ki?” diye sordu haklı olarak. “Hiç sorma kanka” dedim bezginlikle. “Hiç sorma…”

İhsan Alyanak Vapuru fotoğrafı / Ferry photo by Gokhan Asgül @ WowTürkiye
Konak iskele fotoğrafı / Konak Pier photo by Kardelen
Diğer fotoğraflar / Other photos by M.İhsan Tatari

13 comments:

Adsız dedi ki...

Herşey iyi hoş güzel de birşeyi çok merak ettim. Bu anlattıklarınız gerçek mi yoksa hepsini kafanızdan mı uyurdunuz?

mit dedi ki...

Şizofren miyim diye soruyorsanız değilim merak etmeyin :) Yorgun Savaşçı'nın ve Cesur şövalye'nin konuşmalarını saymazsak hepsi gerçek, evet. Onları renk katsın diye ekledim. Bir de boyacı çocuk ve yandaşları da hayali bir eklenti. Geceleri elbiselerimle uyuduğum kısım hakkında ise sessiz kalma hakkımı kullanıyorum :) Yorum için teşekkürler...

meral k.bulut dedi ki...

:)))))))))))))))))))))))))))

yanlız değilimmm tanrımmm!!!! teşekkürlerrr!!!:))) çok eğlendim ama çokkk..seni o kadar iyi anlıyorum ki yüzünü sildiğin o an ı gördüm sanki:)))

bu arada..adsız arkadaşa çokmu tuhaf geldi başına gelenler,söyle bende beklerim...:)

Loreathan dedi ki...

En son askerdeyken elbiselerimle uyumuştum ^_^ pek hoş bir deneyim değildi, ama alışkanlık meselesi herhalde:D

mit dedi ki...

@meral k.bulut
hehehe :) ne yalan söyliyeyim, sizin yazılarınızı okurken o "yalnız değiliiiim!" çığlıkları benim de aklımın karanlık köşelerinde zıp zıp zıplıyor :) Adsız arkadaşım, Meral Hanım'ın blog sayfasına da bir göz at, benim başıma gelenlerin hafif kaldığını göreceksin :)

@Loreathan
Elbisyele uyumak mı? yok öyle bişey, nerden çıakrıyosunuz bunları? :P Benim de üniversite çağlarımdan kalan bir alışkanlık aslında:) Genellikle yorgunluktan sızdığım için deneyimin hoş mu vahim mi olduğu konusunda bişey diyemeyeceğim :)

Kaanake dedi ki...

Ihsan Alyanak'ta koptum ben :) yanaklarin al al bindin demek vapura :D guzel yazmissin bravo.. (bu arada o vapur istanbulda seferdeydi eskiden adida "istinye" idi..kucuk bilgide benden olsun)

BİGBOSS dedi ki...

müdürüm döktürmüşün yine

mit dedi ki...

@Kaanake
Kaancım sağolasın. Güldürebildiysem ne mutlu bana. Dipnot için de teşekkürler. Senin blogda da hareket görmeyi bekliyoruz artık ;)

@BigBoss
Sağol Bakicim, sen de arada bir döktür de biz de okuyalım. Bilmem anlatabildim mi? :)

kews dedi ki...

:) ihsaaan... çizgi film karakteri gibisin.. anlattıkların.. ben çiziyim sen yaz bari :)

mit dedi ki...

hehehe... Neden olmasın? :) Ben çizgi film karakteri olsam Bay Meraklı (La Linea) olurdum herhalde :) Onun da başına gelmeyen kalmadığı için...

shenem dedi ki...

:)mit'cim öldüm gülmekten ayh,özlemişim yazılarını..bak ist.da başıma ne gldi," karşıya geçicem,bi yol parası.."ddi bi çocuk hadi verim ddim,bozuklukları çıkarırken,cüzdanımdaki 10'luğu görerek "10'luğu versene abla" ddi."yuh,nereye gidiosun ki sen ööle",ddim.minibüse binicekmiş,6tl'miş karşısı..10 vericekmişim,üstüne de bi dondurma alırmış mc.donaldstan:S.."vaay,istersen kartımı veriim,çek ordan biraz daha mado'dan ye bari",ddim.kıyamadım bee:))gittik mc'den beraber dondurma yidik veletle

kews dedi ki...

ahahaha manyak delü :))) oldu olucak bi de akşam yemeği patlatsaydın :)

mit dedi ki...

muhahaha, yapar mı yapar walla :)