Sevgili DBP bir mim konusu başlatmış sitesinde. Bizlerden de devam ettirmemizi rica etmiş. “Yazarsanız okurum” demiş bir de. Bakalım, göreceğiz (Zorla yazı yazdırılan yazarın editörüne manevi baskısı he-he-heee!). Konumuz hiç unutamadığımız en az beş anımızı yazmak. Konu anı olunca, işin içinde bir de ben olunca malzeme bol oluyor haliyle. Ben blog sayfamdaki yazılarımın yapısına uygun olması açısından sadece komik olanlarını yazmakla yetineceğim. Bakalım kaç tane çıkacak?
* Burun hadisesi... Beni tanıyanlar bilir, Kaf Dağını aratmayacak derecede minik (!) bir buruna sahibimdir. Örnek vermek gerekirse Fatih Sultan Mehmet'in burun ebatlarına yakındır yüzümün ortasındaki naçizane çıkıntı. Daha aşağı bir benzetmeyi kabul etmem, benzetenleri de sopamın nazik darbeleriyle baş başa bırakırım, bilgilerinize… Her neyse efendim, konuyu fazla dağıtmayayım. Ben de her iri burunlu insanoğlu gibi burnumun büyük olduğunu şiddetle reddederdim. Ta ki o güne kadar… Güzel bir İzmir akşamı, belediye otobüsüyle evime gidiyordum. Akşam saatleri olmasına rağmen otobüs hayret verecek derecede boştu. Ben sağ iç tarafta, koridor tarafında oturuyordum. Otobüs, yolumuzun üzerindeki durakların birinde yolcu almak için durmuştu. Yanlış hatırlamıyorsam o duraktan tek bir yolcu, orta yaşlarda dalgın bir bayan binmişti otobüse. Kadıncağız biletini attıktan sonra (o zamanlar hâlâ bilet kullanılıyordu) yavaş yavaş arka sıralara doğru ilerlemeye ve kendine oturacak boş bir yer aramaya başladı. Ben de bakışlarımı kadına dikmiş, merakla ne yaptığını izliyordum. Otobüste onca boş yer varken oturacak yer bulamaması garip gelmişti çünkü. Kadın, koltukların demirlerine tutunarak adım adım ilerlemeye ve bana yaklaşmaya devam ederken bir yandan da bakışlarını ileriye, otobüsün sonuna dikmişti. Tam benim hizama geldiğinde koltuğun demirini tutmak yerine benim burnuma tutunmaz mı? Şok olmuş bir vaziyette burnuma tutunan ele bakakalmıştım. Sonra kafamı yavaşça çevirerek şaşkın gözlerle kadına baktım. Ben kafamı çevirirken kadının da aynı yavaşlıkla başını bana çevirdiğini gördüm gözümün ucuyla. Kadınla bir-iki saniye için göz göze geldik. Sonra kadının gözleri birdenbire irileşti ve küçük bir çığlık atarak elini hemen geri çekti. Ardından birbiri ardına sıralanan özürler ve kıpkırmızı olmuş bir suratla otobüsün arkalarına doğru koşarak gözden kayboldu. Ben ise burnumu sıvazlayarak gülüyordum. İşte o gün burumun büyük olduğuna inandığım gündü.
* Karizmamın yerle bir olduğu an… Büyük bir fabrikada müdür yardımcılığı yapıyordum. Bir akşam iş çıkışında babam ve erkek kardeşimle birlikte arabayla eve gidecektim. Çalışanlarla aynı kapıdan binayı terk ettiğimiz için ortalık bayağı kalabalıktı. Ben çalışanlardan biriyle konuşurken kardeşim de yanımda duruyordu. Babam ise arabaya binmiş, bizim de binmemizi bekliyordu. Her neyse, konuşmayı kısa kesip arabaya doğru yöneldim ve binmek için ön kapıyı açtım. Kapıyı açmamla birlikte erkek kardeşimin kolumun altından sıyrılıp koltuğa yerleşmesi bir oldu. Ardından “Teşekkür ederim.” diyerek kapıyı yüzüme kapatıp pis bir sırıtmayla bana bakmaya başladı. Etrafımdan bir kahkaha tufanı koptuğunu ve yüzümün utanç ve sinir karışımı bir kırmızıya bulandığını hatırlıyorum. Boynumu büküp arka koltuğa oturdum ben de. Eve doğru yola çıktığımızda çalışanların çoğu hâlâ kahkaha ile gülüyorlardı ardımızdan.
* Vapur sefası… Amcamın oğlu, kadim dostum Cihat ile Eminönü’nden çıkmış Kadıköy vapuru ile eve gidiyorduk. Cihatla ben doğduğumuzdan beri çok sıkı arkadaşızdır. Hava çok güzeldi ve vapurun içine tıkılmaktansa dışarıda oturmayı tercih etmiştik. Alt kattaki yan bölümlerden birine geçip güzel havanın ve İstanbul’un eşsiz manzarasının tadını çıkarmaya başladık. Kısa bir süre içinde vapurumuz Kadıköy’e doğru hareketlendi. Sonra birden vapurumuzun düdüğü uzun uzun ötmeye başladı. Ne oluyor diye etrafa bakarken başka bir vapur sesinin daha duyulduğunu fark ettik hayretle. Sesin geldiği yöne baktığımızda ise bir Deniz Otobüsünün tam hızla üzerimize gelmekte olduğunu gördük. Yol vermesi için bizim vapura işaret ediyordu. Ama ne bizim kaptanın ne de diğer kaptanının birbirine yol vermeye niyeti varmış gibi görünmüyordu. Herkes çığlık çığlığa bağırmaya başladığında ben de hafiften şehâdet getirmeye hazırlanıyordum ki iki vapurun son anda dümen kırmasıyla çarpışmadan son anda kurtulduk. Vapurlar birkaç santim arayla birbirlerine teğet geçtiler. Bu sırada Deniz Otobüsü bol miktarda tuzlu ve soğuk suyu bizim vapura sıçrattı ve Cihatla beni baştan aşağı sırılsıklam etti. Sadece bizi… Başka ıslanan yoktu, yalnızca ikimiz…
* Hortum kazası… Yine İzmir’den bir hatıra… Anneannemlerin yazlığındayız. Kız kardeşim eline hortumu almış küçük bahçemizin çimlerini suluyordu. Rahmetli dedem de onun arkasında durmuş, özene bezene diktiği gül fidesine bakıyordu. Annemin kız kardeşime seslenmesiyle birlikte kardeşim elinde hortum olduğu halde bizden tarafa dönmüş ve dedemi sırılsıklam etmişti. Aynı kamera şakalarındaki gibi… Üstelik dedemi ıslatmakta olduğunu hemen fark edememiş ve adamcağıza iyi bir soğuk duş aldırmıştı. Dedemin elleriyle suyu durdurmak için çırpınması ve kız kardeşimin yüzündeki ne olduğundan bihaber ifade görülmeye değerdi doğrusu. Hazır ıslanmaktan söz etmişken bunu anlatmazsam olmazdı.
* Light Gazoz… Bu yeni bir tane… Dün akşam çok susadım ve bir şeyler içmek için mutfağa yöneldim. Buzdolabını açtığımda sevinçle bir limonlu gazoz şişesinin bana bakmakta olduğunu gördüm. Gazoza bayılırım laf aramızda... Bir saniye bile düşünmeden şişeyi kapıp kendime bir bardak doldurdum ve büyük bir yudum aldım. Tam “Oh…” demeye hazırlanıyordum ki bir gariplik olduğunu fark ettim. Gazı vardı içeceğin ama şekeri yoktu. Gözlerimi kırpıştırarak bir yudum daha aldım. Evet, şekersizdi. Gazı çok hafifti ayrıca… “Acaba light gazoz mu bu?” diye düşünerek şişeye baktım dikkatle. Sonra fark ettim ki şişenin içindeki gazoz değil suydu! Bizimkiler şişeyi ziyan etmemek için suyla doldurup dolaba koymuşlar meğerse. Kendilerine bu olayı anlattığımda koltuklarından yuvarlanarak kahkaha krizine girmelerinden bahsetmiyorum bile… Bunun da unutamayacağım anılar arasına gireceği kesin.
* Sinirsel harp… Havalimanı günlerimden bir anı vermezsem olmaz. Aziz ve Sinan ile aynı vardiyadayız. İçeride müşteri olmadığı için hepimiz ofise geçmiştik. Sinan her canı sıkıldığında yaptığı gibi Aziz’in damarına basıp kulaklarından duman çıkmasına neden oluyordu. Sessizce bir kenarda oturmuş, bu iki değerli arkadaşımın arasındaki diyalogu gülümseyerek izliyordum. Aziz bilgisayar başında oturuyordu, Sinan ise tam ofis kapısının yanındaydı. Artık Aziz nasıl gerilmişse birden ayağa fırladı ve kapının yanındaki Sinan’a okkalı bir küfür savurdu. Tam o saniyede ofisin kapısında bir müşteri belirdi ve “Pardon, içeriye kim bakıyor?” diye sordu masumca. Bu öyle bir andı ki, Aziz sanki soru sorduğu için adama küfür etmiş gibi oldu. Birden hepimiz taş kesildik tabi… Neyse ki adam durumu anladı da içten bir kahkaha atarak yaşaran gözlerini silmeye başladı. Aziz ise kıpkırmızı bir suratla hızla dışarı fırladı ve özürler eşliğinde adama yardımcı oldu. Bir insanın bu kadar kızarabildiğini sanmazdım doğrusu. Sinan ve ben ise gülmekten yerlere yatmakla meşguldük. İşin daha komik yanı ise, iş çıkışında bu yaşadığımız olayı bir arkadaşımıza anlatırken gerçekleşti. Asansörle aşağı inerken Aziz, olan biteni canlı bir şekilde anlatıyordu. Tam küfür anına geldiğinde aynı küfürü çekinmeden bir kez daha sarf etti ve o anda asansörlerin kapısının açılmasıyla iki bayanla karşı karşıya kalmamız bir oldu. Aziz’in daha fazla kızaracağını düşünemezken yanılıyormuşum meğer…
* Eldiven macerası… Yine Cihatla Eminönü’ndeyiz. Mevsimlerden kış ve havada dondurucu bir soğuk var. Sadece bir çift eldivenimiz olduğundan sol tekini ben, sağ tekini ise Cihat giyiyor. Boşta kalan ellerimizi ise kol kola girerek paltolarımızın ceplerine sokmuş bir vaziyette yolda yürüyoruz. Çok akıllıyız ya… Derken tam karşımızdan bir araba hızla üzerimize gelmeye başladı. Kenara çekilmek için hemen harekete geçtik tabii… Ama o kadar uyumluyduk ki sormayın gitsin. Önce ben sola, Cihat ise sağa gitmeye çalıştık. Kol kola olduğumuzdan gidemedik tabi… Bunun üzerine ben hemen sola gitmekten vazgeçip sağa yöneldim. Aynı hareketi Cihat’ın yapabileceğini nereden bilebilirdim ki? Onun da sağ yerine sola gitmeye karar vermesiyle yolun ortasında kafa kafaya çarpışıverdik. Kafalarımızın çarpışmasının etkisinden midir bilmem son anda kollarımızı ayırmayı akıl edip kenara kaçabildik. Son hatırladığım şey şoförün halimize kahkahalarla gülerek aramızdan geçip gitmesi…
* Futbol komedyası… Üniversite yıllarımızda bir çılgınlık yapıp sınıfımızın kızlarını da alıp hep beraber bir futbol maçı yapalım dedik. O gün gülmekten oynayamamıştım. Toptan kaçanını mı istersiniz, kendi kalesine gol atıp deliler gibi sevineni mi? Yoksa kaleye geçen Bahar’ın her şutta çığlık atarak kaçmasından mı bahsetsem? Ayağıma top bile değmemişti. Bir sefer hariç… Onda da benimle aynı takımda olan iki kız arkadaşım topu benden almak için beni ezip geçmişti. Üstelik “Durun yahu! Hepimiz aynı takımdayız!” çığlıklarıma kulak bile asmadan… Ben yere yapışmış bir şekilde onları izlerken onlar hala topu kapmak için birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Aramızda en iyi oynayanın Yeliz olması, üstüne bir de 3 gol birden atması sınıfımızın erkekleri olarak gözümüzden kaçmayan ama dillendirmeyi unuttuğumuz küçücük ufacık bir ayrıntıydı sadece. Kesinlikle çok eğlenceli bir gündü.
* Son olarak… Bu seferki komik değil, ciddi bir tane. Kulaklarımı çınlatmayasınız diye… Askerdeyken sevgili dostum Erhan’a tezkeresini almaya yakın bir zamanda, gizlice bir veda klibi hazırlamıştım. Kısa bir video filmden oluşan bu klipte hepimiz Erhan’ın tezkereyi almasına çok sevindiğimizden bahsediyorduk. Ama hangi açıdan? “Gidiyor da kurtuluyoruz. Beş para etmezin tekiydi.” ve benzeri ibareler kullanarak yerden yere vuruyorduk Erhan’ı. Klibin sonunda ise şakayı bırakıp kendisine en güzel dileklerimizi sunuyor ve onu tanıdığımıza ne kadar memnun olduğumuzu söyleyip hayatında başarılar diliyorduk. İşte bu klibi ona izletirken Erhan’ın yüzünün aldığı ifadeleri, önce kahkahalarla gülüşünü sonra da duygulanıp ağlayışını unutamam. Bir de geçen hafta bizzat bulunduğum nikâhında “Bu hanımı eş olarak kabul ediyor musunuz?” sorusuna tüm gücüyle “Evet!” diye bağışını da unutabileceğimi sanmıyorum.
Kaç oldu? Dokuz olmuşuz. Bir tane daha çıkar mı diye düşünüyorum. Çıkar elbette… Sonuçta hayat bir macera ve her anı sürprizlerle dolu... Ama hepsini burada anlatacak olursam blog sayfama yazacağım doğru düzgün bir şey kalmayacak. O yüzden burada kesiyorum. Umarım okurken eğlenmişsinizdir. Sağlıcakla kalın…
Bu da Geçer isimli blog sayfasındaki "İstesem de unutamam" konulu yazı için yazılmıştır.
Lina Areklew "Death in Summer"
1 gün önce
24 comments:
:)))))))))))))))))))
Ya biliyomusun yazını öyle moralim bozuk bi anda gördümkii...yazını okuduktan sonra suratımda bi sırıtış kaldıı çok güzel yaaaaaaaaaaa süperdi...bir solukta okudum ..çok eğlendim okurken..Allahta seni güldürsün her daim inşallah..
keşke biraz daha yazaymışsın ..keşke unutamadığınız 15 anınızı yazın deseydim ,pişmanım demediğime:))
Sen de sağlıcakla kal hep mutlu kal inşallah..hee bir de lütfen hep blogda kall:))
şimdi ben çok mutlu yaaaaa...
Gülümsetebildiysem ne mutlu bana,
moralin bir parça da olsa düzeldiyse ne mutlu sana ;) Dilerim hep mutlu olur, her daim gülersin.
hikayenin devamını yazarsan biraz geç okuyabilecem onu haber vereyim dedim:))yani yorum da geç yazacam anlamı taşıyor bu:))pinti Marvin ve geveze kılıç bakalım bu sefer nelere imza atacaklar..
Bana iyi tatiller:))Sana da kolay gelsin:))
Erken yorumun için sağol :))) Kafanı meşgul eden herşeyi geride bırakarak başla tatile. İyi tatiller, iyi eğlenceler...
tesekkurler :)
Değerli arkadaşlığınız için ben teşekkür ederim efenim ;)
enteresan...sen ve cihatin zeka seviyesini anlamis olduk,devam edin iyi gidiyosunuz...
IQ seviyemiz -100 ve giderek düşmekte :)
azizin iq de gerci belli oluyor yani bu hikaye ile onuda es gecmeyelim :P
hehehe :) Aziz'in kulaklardan dumanlar fışkırcak şimdi yine :)
okumaz o kesin..usenir boyle seylerden..okumayi sevmiyor o adam.. resimlere bakar ama :P
adamim hikaye makinasi gibisin yaw..harika!
hemen okuyorum şimdi kanki..çok uzak kaldım bu ara,özledim yazılarını:)
ben hic hortumu hatırlamıyorumm =))
otobus macerana yine cok guldum ilk dinledigmde birkac saat guldugum gibi :DDDDDD
Sağol Kaancım :)
Hoşgeldin Shenem, özledik seni...
Butterfly, çok gülme. dökerim diğer incilerimizi de, sanal aleme rezil oluruz :)
çok keyifli, eğlenceli bir yazıydı. özellikle eldiven macerasına çok güldüm. bence esas karizmanın yerle bir olduğu anı o olmuş:) devamını bekliyorum:))
Teşekkürler. Çok gülmenize sevinsem mi üzülsem mi bilemedim bir an :) Şaka bir yana beğenmenize sevindim. Yorum için teşekkürler...
harikaaa anılarr.anılarına sağlık.yüzümüzde kocaman bir tebessüm oluşturduğun için sağol.ben en çok burun bölümüne takıldım :) ne güzel kendinizle dalga geçebilmeniz.bulunmayan bir özellik.esenlikler diliyorum.
O kocaman tebessümün yüzünüzden hiç eksik olmaması dileklerimle ;) Burun mevzusunu fazla gündeme getirmeyelim lütfen :)))
Yazılış tarihinden hemen hemen iki yıl sonra, şu saatte, kardeşimin ısrarlarıyla okuduğum ve kahkahalarımın evdeki misafirlerimizi uyandırmaması için, ağzıma elime geçirdiğim ilk yastığı bastırmak zorunda kaldığım mükemmel bir yazı. Özellikle ilk kısımda (malumunuz, burun meselesi =D) gülmekten yaşamsal fonksiyonlarım minimuma inmişti. Şu an hala tam olarak bilincim yerine gelebilmiş değil. =D Bu birbirinden dokunaklı (!) anılarınızla neşe kattığınız için çok teşekkür ederim.. =) Gerçekten. Çok teşekkür ederim.. =)
Çok teşekkür ederim :) Bunca yıl aradan sonra bana burnumun ne kadar büyük olduğunu hatırlattığınız için de ayrıca teşekkürler :) Gülmenize ve okumanıza çok ama çok memnun oldum.
Sonunu bildiğim bir şeyi tekrar okumanın bu kadar keyif vereceğini düşünmezdim. 4 yıl sonra yine burada aynı yazıyı daha da büyük bir keyifle okudum. Heyecan bile yaptım hatta okurken "birazdan ... olan kısım gelecek" diye.. :D Bitince çocuklar gibi "hadi şimdi tekrar anlat" demek geliyor insanın içinden. :)
Ayrıca tam " 'Keşke başına bir şeyler gelse de yine yazsa' diye düşünür olduk." yazacaktım ki kenardaki son yorumlar kısmında "Okurlarım ve arkadaşlarım resmen acı çekmemi istiy..." diye başlayan kısım dikkatimi çekti ve tamamını okuyup cevabımı aldım :D
Dip Not: Telefonlarıma cevap vermeyen kardeşim gelmiş burada yorum yazıyor, onu da görmüş oldum. Gösteririm ben ona gününü! Madem burayı okuyor kendisine sesleneyim; bi ara beni (ABLANI) da ararsan iyi olur(!)
"Kardeşler arasına nifak sokmak" maddesini de istemeden yol açtığım zincirleme felaketler listeme gönül ezikliği ve kafa karışıklığıyla ekleyebilirim o zaman :) Ama bunun iyi bir tarafı da yok değil, hiçbir işe yaramayan sayfam en azından sevenleri (!) buluşturmuş oldu bu sayede.
Ben de "Bunca yıl aradan sonra bana burnumun ne kadar büyük olduğunu hatırlattığınız için teşekkürler," yazacaktım ki dört yıl önce de aynı cevabı verdiğimi fark ettim bu arada. Demek zekâ seviyem olduğu yerde saymaya itinayla devam ediyor :))
Şaka bir yana, ben de sayenizde yıllar sonra yazdıklarımı ve buraya gelen yorumları okuyup keyiflendim. O yüzden iki kere teşekkürler.
Yorum Gönder