3 Mart 2010 Çarşamba

Bir iftar yemeği


Yanılmıyorsam geçtiğimiz Ramazan ayının son günleriydi. Firma olarak bir iftar yemeğine davetliydik. Daveti veren de sektörün önde gelen devlerinden biri… Belediye Başkanı başta olmak üzere sayısız önemli şahsiyet de bizimle birlikte bu yemeğe davetliydi. O kadar önemli bir yemekti yani… Bizim firmaya 5 kişilik davetiye gönderilmişti. Sayıyı tamamlamak adına beşinci kişi olarak da ben seçilmiştim. Hem de tüm itirazlarıma ve kıvırma operasyonlarıma rağmen… (Binlerce dansöz var!)

Her neyse, iftar saatine yakın bir vakitte hep beraber şirket arabalarından birine sıkış tepiş doluşuverdik ve çıktık yola. Çıkmasına çıktık ama kimse gideceğimiz yeri tam manası ile bilmiyordu. Elimizdeki tek ipucu ise davetiyenin üzerinde yazan bir satırlık adresti; “Falanca Restoran Kemalpaşa Yolu, Total benzin istasyonunun karşısı.” İlk başta neşeli şakalaşmalar eşliğinde başlayan yolculuğumuz direksiyondaki arkadaşın “Yemek neredeymiş?” sorusunu sorma gafletinde bulunması ile tam bir kâbusa dönüştü. O neşeli insanlar gitti, yerlerine açlıktan gözü dönmüş bir güruh geldi anında. Eee, kolay değil. Hepimiz oruçluyuz ve işin ucunda iftarı kaçırmak var. Anlayın artık durumumuzu… Biz arabanın içinde “O taraf! Hayır, bu taraf!” diye birbirimizi yerken (Tövbe, yemek yok. Oruçluyuz!) bir Total benzincisi ile burun buruna geldik. Hep beraber sevinç çığlıkları atarak birbirimize sarıldık ve kafalarımızı aynı anda benzincinin karşısına yani restoranın olması gerektiği yere çevirdik. O da ne? Benzincinin karşısında bir restoran vardı olmasına ama pek de beklediğimiz gibi bir yer değildi. Bu daha çok kamyoncuların konakladığı ucuz yerlerden birine benziyordu. Önünde de bir sürü kamyon vardı zaten. Ürkek gözlerle tabelasına baktık ve mekânın ismini okuduk; “Cengo’nun Yeri.” Yanlış yer… Derin bir “Oh!” çekerek yolumuza devam ettik. Bir müddet daha gittikten sonra ikinci benzinci ve karşısında bulunan doğru mekâna varmıştık neyse ki. Üstelik daha iftara 10 dakika gibi bir zaman vardı. Külüstür aracımızı birbirinden pahalı Mercedes ve benzeri arabalar arasına park ettik ve boş bir masa bulmak için çabucak davetliler arasına daldık.

Gerçekten de şık bir restorandı. Yeşil çimenler üzerine kurulu, beyaz örtülerle kaplanmış pek çok masa vardı etrafta. Ortada şık bir havuz ve sağda solda sıralanmış birkaç yapay şelale ortamı iyice güzelleştiriyordu. Bahçenin hemen arkasındaki bir restorandan çok bir malikâneyi andıran yapıdan bahsetmiyorum bile. Misafirler de birbirinden şık giyimli ve önemli görünümlü şahsiyetlerdi hani. Biz hariç tabii… Tüm görgüsüzlüğümüzle paldır küldür koşturarak bahçeye daldık ve boş bulduğumuz bir masaya kendimizi atıverdik. Kısa bir süre sonra top patlatıldı ve akşam ezanı okundu. Ardından yemekler servis edilmeye başlandı. Biz en arka masaların birinde olduğumuzdan yemeğin bize ulaşması hayli vakit alacak gibi görünüyordu. “Eh, ne yapalım. Biraz daha bekleriz bizde.” diyerek su ile açtık orucumuzu. Önümüzden geçip giden tepsilerdeki yemeklerimizin kokusunu içimize çekerek beklerken bir müddet daha kuru ekmek ve su ile idare ediyorduk ki bir de baktım suyumun içerisinde bir sinek! “Daha bir yudum almıştım yahu!” diyerek suyu dökmek zorunda kaldım mecburen. “Neyse, açık havada normaldir böyle şeyler,” deyip elimi su şişesine attım ve ne göreyim. Su bitmiş! “Hay ben böyle şansın…” diyordum ki önüme konulan bir tabak yemek eşliğinde bütün olumsuz düşüncelerim uçtu gitti. İştahla yemeğe başladım. Garsondan da bir bardak su istemeyi de ihmal etmedim.

Daha bir-iki lokma almıştım ki daveti veren şahsiyet mikrofonu eline aldı ve bir konuşma yapmaya başladı. Herkes de kibarlık gereği çatalı bıçağı bırakıp onu dinlemeye koyuldu. Ben de mecburen hüzünlü bakışlarla yemeğimi bırakıp, bükük bir boyunla adamdan tarafa döndüm. Benim şansıma sahne tam benim arkamda kalıyordu ve adamı görebilmek için sırtımı ve boynumu bayağı bir geriye çevirmem gerekiyordu. Adam da konuştukça konuştu, anlattıkça anlattı. Eee, o kadar para dökmüş konuşacak tabi, acısını çıkarması lazım. Karnımın gurultuları yüzünden söylediklerinin yarısını anlamadım. Üstelik gayet garip bir açı ile durmak zorunda kaldığımdan boynum ve sırtım da feci derecede ağrımaya başlamıştı. Tam kendi kendime “Biraz daha konuşursa kesin böyle kalacağım.” diyordum ki adam ya insafa geldiği ya da melül melül bakan gözlerimizdeki aç ifadeye daha fazla tahammül edemediği için “Afiyet olsun.” diyerek konuşmasını bitirdi. “Şükürler olsun Ya Rabbi!” diyerek önüme döndüm ve hevesle çatal bıçağa saldırdım. Ve pat! Kocaman, siyah bir böcek yemeğimin tam ortasına düşmez mi?

Garsonlardan birini çağırdım ve tabağı göstererek “Şunu alır mısınız? Böcek düştü de…” dedim üzülerek. Garson en aristokrat tavrıyla “Tabii efendim.” diyerek yemeğimin ortasına elini daldırıp böceği yakalamaya çalıştı. Artık o yemeği yemeğe devam edeceğim düşüncesi nereden aklına estiyse? O kovalar böcek kaçarken ben de kısa bir süre şaşkınca olanları izledim. Sonra da “Hayır, hayır! Ben tabağı alır mısınız demek istemiştim!” dedim panikle. “Ah, elbette…” dedi garson ve tabağı aldı. “Bir tabak daha getir misiniz peki?” diye sordum ümitle. “Üzgünüm, yemekler sayılı.” diye cevapladı ve kalabalığın arasına karışıp gözden kayboldu. “İşe bak yahu, aç kaldık. Eh, ben de su içerim ne yapayım.” dedim kendi kendime. Az önce doldurduğum suyumun içinde yüzen ikinci sineği görmem ise son darbe oldu.

11 comments:

Pabuc dedi ki...

Yazıyı okurken gözlerimden yaş geldi (Hey! Senin halinin acıklı olmasından değil elbette)

Senin öykülerini okumaktan mı kaynaklanıyor bilmem, anı yazılarını okurken de gözümde canlanıyor o halin ve bulunduğun ortam ...bu yazıyı çok daha komik hale sokuyo :)))))

Ya o garsonu ne yapmalı kaynar kazanamı atmalı demek böceği yakalamaya çalıştı ..Deseydin ki ''Kardeş yakalayamıyorsan yardım iste arkadaşlarımdan :P'' Ama tabağını yenilememelerine üzüldüm doğrusu...

Bi de yazı böyle ''pat'' diye bitmiş ya üzüldüm :) tam böyle gülüyodum ''aaa o da ne '' yazı bitmiş bi fena oldum ,suratımda bi sırıtışla kala kaldım anlayacağın :))

Allah seni gülmekten ayırmasın ve espri kabiliyetini de senden almasın inşaallah...

Saygılar...

Sihirlitorba dedi ki...

ya işte ben de bunu anlamıyorum...güzel bir yere davet ediyorlar,güzel bir iftar için ama aç kalıyorsun...bu ne tezat???

mit dedi ki...

@ ramazan: Ramazan bey, yorumunuzu yayınladım ama neden bilmiyorum burada görüntülenmiyor. Sakın yanlış anlaşılma olmasın. Elbetteki olayları her zaman iyi yanından görmek gerek. Bu konuda size katılıyorum. Zaten bu yüzden olanlara hala gülebiliyorum ve sizinle komik bir hatıra olarak burada paylaşabiliyorum. Yoksa çıldırmamak işten bile değil :) Saygılarımla.

@ DBP: Demek çok güldün ha? Alacağın olsun :) Ben orada aç bilaç sürünürken hem de...

Gülmene ve beğenmene sevindim arkadaşım. Yazarken iki amaç belirliyorum kendime. Bir, onu gülümsetebilmek. İki, o anı gözleri önünde canlandırabilmesini sağlamak. Değerli yorumundan anladığım üzere ikisini de başarabilmişim :)

Pat! diye bitti, evet. Biraz öyle olmak zorunda kaldı aslında. Hem çok uzamıştı hem de bulabildiğim kısacık ara bitmişti. Yoksa daha neler oldu neler :) Belki başka bir yazıya.

Cümlemizi inşallah. Sevgiler...

@ Sihirli Sepet: Bu tezat her yerde aynı maalesef. Daveti verenler için oruç, iftar vb kelimeler sadece bir masaldan ibaret olunca böyle şeyler olması da normaldir herhalde. Sen ne dersin?

ayse dedi ki...

gerçekten korkunç. :S Aç kaldığına mı yanarsın miğdenin bulandığına mı.. Benim asıl merak ettiğim gittiğiniz restoran nasıl bi yerdi ki sinekler cirit atıyo.

mit dedi ki...

Yok canım, o kadar da korkunç değildi. Yani aç kalmak pek de hoş bir deneyim değildi tabi ama bayağı da güldüm. Açık hava altında, çimenler üstünde verilen bir yemekte normaldir böyle şeyler. Yani sanırım :)

İçimden Geldiği Gibi dedi ki...

Yaaa varya sen daha sık yazmalısın bu yetmiyor.:))Saat gece yarısı o yüzden fazla mide bulantısı çekmeden okudum.
Sağlıcakla kal.

mit dedi ki...

Çok teşekkür ederim, okuduğunuzu ve beğendiğinizi bilmek çok güzel bir his :) Bu yazının altına "gece yarısından sonra okuyunuz" diye not düşmek gerekiyormuş demek :)

Ben de daha sık yazmayı istiyorum ama ne imkanlar el veriyor buna ne de çevremdeki insanlar...

Tekrar tekrar teşekkürler. Siz de sağlıcakla kalın...

zeynep dedi ki...

Şimdi kesin kanaate vardım senin ömrün yemek peşinde koşmakla geçecek:)) Sinek olayını okumak için gelmiştim ama pes inan ağzım açık kaldı, mekanda sinek olması ayrı bir rezalet zaten ya geçtim ondan garsona ne demeli!!!
Senin sınavında bu sanırım be yorgun savaşçı.....

mit dedi ki...

Bir de neden zayıfsın diyorlar bana. Yemeklerin peşlerinde koşmaktan tabi! :) Benim sorunum bence şu, bütün ilginç tipler beni buluyor :) Sevgilerimle...

animania dedi ki...

Heheheheeeeeehehehee. :))

mit dedi ki...

Sen hep gül Fatihçim :)