Genç kadın ellerine baktı… Bu eller gerçekten de onun muydu? Hatırladığından çok daha küçük ve yumuk yumuk görünüyorlardı. Sanki bir bebeğe ait gibiydiler. “Neler oluyor böyle?” demeye çalıştı fakat çıkardığı ses basit bir “Agu!”dan öteye gidemedi. Şaşkınlıkla etrafına bakındı ve ahşap korkuluklarla çevrili küçük bir yatakta olduğunu fark etti. Yatağı hatırlamıyordu ama odayı gayet net anımsıyordu. Duvar kâğıtları, perdeler, çift kanatlı pencere… Burası bir zamanlar onun odasıydı, çocukken kaldığı yer… Ama garip bir biçimde hepsi oldukça yeni görünüyordu gözüne. Odanın kapısı açıldı ve içeri dünyalar güzeli bir kadın girdi. Annesiydi bu! Ne kadar da genç ve hayat doluydu… Onu görünce içinin büyük bir sevinç ve sıcaklık ile kaplandığını hissetti birden. Fakat kadın kendisine bakmamış, hemen yatağın yanındaki dolabı açarak bir şeyler aramaya başlamıştı. Ona seslenmek istedi, anne demek istedi fakat bu kez ağzından çıkan şey bir “Bugu!” oldu. Kendisine kızdı ve tekrar denedi. Bu kez kuvvetli bir “Anne!” çıkıverdi ağzından. Annesi nasıl da şaşırmıştı. Hemen koşup kendisine sarıldı ve kucağına aldı. “Bey, bey! Bil bakalım kızımız ne dedi?” diyerek sevinçle odanın kapısına doğru yürüdü.
Kapıdan geçmeleriyle birlikte sahne değişiverdi. Yine birinin kucağındaydı fakat bu kez kendisini taşıyan kişi babasıydı. Üstelik artık evde de değillerdi. Neredeydi sahiden? Ve neden bu kadar utanıyordu? Etrafa ürkek gözlerle bakındı. Üzerine tebeşirle yazılar yazılmış kara bir tahta çarptı gözüne. Tam üstündeki tabloya “Ali gel. Topu at.” tarzı fişler yapıştırılmıştı. Bir sürü de sıra vardı etrafta. Arka arkaya dizilmiş ahşap okul sıraları… Hepsinin ardında da siyah önlükler içinde bir sürü minik öğrenci. Kendi üstünde de aynı önlüğün olduğunu gördü hayal meyal. “Evet çocuklar, bugün sınıfımıza yeni biri katılıyor.” dedi yüksek perdeden çıkan müşfik bir erkek sesi. Bu sesi hatırlıyordu, ilkokul öğretmenine aitti. Nasıl unutabilirdi ki? O ilk aşkıydı. Yakışıklı öğretmen, kendisini babasının kucağından alarak teşekkür mahiyetinde bir şeyler mırıldandı. Sonra da küçük bedeni yere basması için kucağından indirdi. Babası “Uslu dur e mi kızım?” dedi usulca. Sonra da eğilip alnına küçük bir öpücük kondurdu.
Alnına değen öpücük ile içi titredi. Babası geri çekildiğinde adamın en az 15 yıl yaşlanmış olduğunu gördü hayretle. Hemen yanında gözyaşlarına hâkim olamayan annesini gördü. O da yaşlanmıştı. Şaşırarak etrafına bakındı ve etrafında üzerlerinde kep ve cüppeleri olan bir sürü genç olduğunu fark etti. Çabucak kendi üstündekilere baktı ve siyah önlüğünün yerini siyah bir mezuniyet cüppesinin aldığını gördü. Elinde tuttuğu şey bir diploma mıydı? “Seninle iftihar ediyorum kızım.” dedi babası. Annesi de onaylarcasına başını salladı. Genç kız gülümsemeden edemedi. O sırada bir anons duyuldu ve tüm gençler neşe ile keplerini havaya fırlattı. Genç kız da aynı sevinç ve neşeyle kepini çıkartarak tüm gücüyle havaya attı.
Havaya fırlattığı şey artık bir kep değildi. Sahi neydi o? Düğün çiçeğine benziyordu. Evet, bu sahiden de düğününde taşıdığı o güzelim buketti. Buketin havada uçuşunu ve bir grup genç kız tarafından kapılmaya çalışılmasını izledi mutlulukla. En yakın arkadaşı yakalamıştı buketi. Kız bir sevinç çığlığı atarak yerinde zıp zıp zıplarken kendisi de gülmeden edemedi. Güneşli ve düğün için ideal bir gündü. Belinde nazik bir dokunuş hissedip sağ yanına döndü ve evlendiği adam ile göz göze geldi. “Seni seviyorum.” dedi adam ona usulca. “Ben de seni…” diye karşılık verdi kadın. İkisi birlikte hemen yanlarında duran arabanın sol kapısını açarak kahkahalar eşliğinde araca girdiler.
Kadın çığlık çığlığa aracın sağ kapısından dışarı çıktı. Gece vaktiydi ve inanılmaz bir sancı vardı karnında. Bu da yetmiyormuş gibi sağanak bir yağış kendisini sırılsıklam ediyordu şu anda. Karnı şiş miydi yoksa ona mı öyle geliyordu? Sancı dayanılmaz boyutlara geldi ve acı dolu bir çığlık attı kadın. Kocasının sesini duydu sonra. “Karım doğum yapıyor, çabuk bir sedye getirin!” diye bağırıyordu telaşla. Beyazlar içinde bir adam ve bir kadının kendisine doğru koşturduğunu gördü. Çabucak koluna girip kendisini sedyeye yatırdılar.
Başını yumuşacık yastığa koydu. Sedyeler bu kadar rahat mıydı? Elleri ile elinin altındaki zemini yokladı ve sadece temiz çarşafların verdiği o huzuru hissetti parmaklarında. Başını çevirip yan tarafına baktığında bir hastane odasında olduğunu fark etti. Karnı inmiş, doğum sancıları sona ermişti. Kocasının yanı başında, mutluluk ve hüzün dolu bir bakışla kendisini seyretmekte olduğunu gördü. O esnada odanın kapısı açıldı ve tonton bir hemşire kucağında bir bebek olduğu halde içeri girdi. “Tebrikler! Bir oğlunuz oldu.” dedi hemşire sevinçle. Sonra da kucağındaki bebeği dikkatle yatağa, annesinin yanına yatırıverdi.
“Oğlum.” dedi kadın, bebeği koklayıp öperek.
Oğlunun yanağındaki sakal kökleri dudağına hafifçe battığında irkildi. Kendini hafifçe geri çektiğinde oğlunu genç bir delikanlı olarak buldu karşısında. Oğlu da ona sarılmış ve mutlu mutlu gülümsüyordu. “Nice senelere anne.” dedi oğlu gülümseyerek. Eşinin “Doğum günün kutlu olsun hayatım.” diyen sesi geldi arkasından. Bugünü hatırlıyordu. Kendisi için düzenlenen sürpriz doğum günü partisiydi bu. Mütevazı evlerinin geniş salonundaydılar. İşte annesi de oradaydı. Ah, keşke babası da hâlâ hayatta olsaydı… Kocası kendisine bir hediye paketi uzatarak bu düşüncelerini böldü. Paketi büyük bir mutlulukla açtı ve kıymetli taşlarla bezenmiş gümüş kakmalı bir el aynasına bakarken buldu kendini. Hafifçe kırlaşan saçlarını görüp hüzünle gülümsedi.
El aynası bir anda büyüyüp kaliteli bir boy aynasına dönüştü. Kadın aynanın karşısına geçmiş, acele ile paltosunun düğmelerini ilikliyordu. Saçları artık iyice beyazlamış, gözlerinin kenarlarına kırışıklıklar yerleşmişti. Bir taraftan da telefondaki gelini ile konuşuyordu telaşlı telaşlı. “Anne çok ateşi var! Çok hasta!” diye ağlıyordu telefondaki gelin. “Merak etme kızım, hemen geliyorum. Torunumu öyle bırakacak değilim.” dedi kadın. Çabucak telefonu kapattı ve koşarak evden ayrıldı. Düşüncelere dalmış bir şekilde kaldırımda koştururken uzaktan gelen arabayı fark edemedi. Karşıdan karşıya geçmek için adımını dikkatsizce caddeye attı. Son duyduğu şey keskin bir klakson eşliğinde çıkan fren sesi, son gördüğü şey ise hızla yaklaşan arabanın parlak farlarıydı. Yoksa değil miydi?
***
Orta yaşlı bir adam olan doktor, küçük feneri yardımıyla caddede boylu boyunca yatan kadının gözbebeği reflekslerini kontrol etti. Hiç yaşam belirtisi yoktu. “Maalesef kaybetmişiz.” dedi yanında duran ambulans görevlisine. “Garip… Neden gülümsüyor?” dedi delikanlı çağlarındaki genç ambulans görevlisi. “Bilmem.” dedi doktor. “Belki de hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden akmıştır. Ne dersin?” diye sordu ardından. İkisi de bu fikrin absürdlüğü karşısında güldü. Yerini çabucak ciddiyete bırakan, hüzünlü bir gülüştü bu. Doktorun eli kibarca kadının yüzüne uzandı ve açık olan göz kapaklarını son kez olmak üzere bu dünyaya kapattı.
Kayıp Rıhtım sitesinde yayınlanan Aylık Öykü Seçkisi için yazılmıştır.
5 comments:
Sevgili mit,çok güzel bir öykü.
Bir dilek,sizin için;öykülerin altında isim olmadığından,alanlar kime ait olduğunu bilemeyebilirler.Sizin adresten okuyanlar için mesele yok ama,gittiği yer için söylüyorum.
Sevgiler.
@ Ramazan: Teşekkürler Ramazan Bey, ilginiz ve beğeniniz beni çok mutlu etti. Hikayenin asıl yayınlandığı yerde altında ismim de yazıyor, merak etmeyin. Ama kopyalayıp başka yerlerde yayınlarlar diyorsanız o konuda yapabileceğimiz bir şey yok maalesef. Kopyalayan kişi genelde bütün arsızlığı ile yazının altına kendi ismini yazıyor zaten...
@ Teecetveli: Teşekkürler arkadaşım. Öyküyü burada yayınlayıp yayınlamama konusunda tereddütteydim açıkçası. Okunup okunmadığını bilmiyordum çünkü... Ama iyi ki yayınlamışım diyorum şimdi. Tekrar teşekkürler...
Selam Mit,ellerinize, yüreğinize sağlık! Pek hoş bir öykü olmuş.
Ben sizden yakın gelecekte şöyle eğlenceli, güldüren bir öykü bekliyorum:))
Bundan sonra böyle bir öykü yazacakmışsınız gibi bir his doğdu içime... Nedense:))
Sağ olun, çok teşekkür ederim. Sizin gibi edebiyat aşığı birinin benim küçük öykülerimi beğenmesi çok güzel bir his doğrusu.
Güldüren bir öykü demek? Hmmm... Neden olmasın? Daha önce "Mektup" isimli kısa hikayemde bunu yapmaya çalışmıştım aslında ama pek de başarılı olmadı sanırım. Onu da bu sayfalarda bulabilirsiniz bu arada...
http://yorgun-savasci.blogspot.com/2009/08/mektup.html
Yorum Gönder