Bugün öğle yemeği vaktinde bir acıktık, bir acıktık ki sormayın gitsin. Normalde ne yiyeceğimize nazlana nazlana karar vermemize rağmen bu sefer yıldırım hızıyla seçtik yemeklerimizi. Her zaman aynı şeyleri yemekten bıktığımız için spagetti söyledik kendimize. Siparişimizi çabucak verip iştahla paketlerimizi beklemeye başladık. Ama açlık bu, başka bir şeye benzemez. Hepimiz yarı kıvranma, yarı “Çok acıktım.” nidaları ile arasında birbirimizi süzmeye başlamıştık bile. Tam da “Bizim sevkiyatçı arkadaşın tadı nasıldır acaba?” diye düşünmeye başlamıştım ki yiyecekleri getiren adam bir kahraman edasıyla kapıdan içeri giriverdi. Midem o derecede kazınmaya başlamıştı ki neredeyse adamı ayakta alkışlayacak, boynuna sarılacak hatta yanağından bir köftelik ısırık alacaktım. Neyse ki kendimi birkaç saniye daha tutma başarısını gösterdim. Şanslı adammış…
Yemeğin parasını ödeyip az önce sevgi gösterileri ile karşıladığımız adamı bu kez de işimize engel olan bir hain misali çabucak şutlayıverdik odadan. Ardından da hışımla poşetlere saldırdık. “Oh be, yemek! O benim! Hayır, o değil, öteki! İyi de hepsi aynı zaten!” gibi bağırış çağırışlar ve arada atılan minik ısırıklar eşliğinde zor da olsa hepimiz paketimize kavuşmuştuk. Fakat bir dakika… Bir eksik vardı sanki.
“Çatallar nerede?” diye sordu sevkiyat sorumlusu arkadaş.
“Yok mu?” diye sordum korkuyla.
“Yok vallahi!” dedi muhasebeci bayan.
“Nasıl yok ya?”
“Valla yok!”
“Eee, nasıl yiyeceğiz biz bu yemekleri?”
Gerçekten de nasıl? Makarna bu, hem de uzun! Elle yenecek bir şey değil ki. Üstelik mağazada da çatal namına bir şeyimiz yok. Yiyemedik tabi.
Hemen telefona sarılıp siparişleri ısmarladığımız lokantayı aradık. Durumu gayet sinirli ve açlıktan gözü dönmüş bir şekilde karşımızdakilere izah ettikten sonra çatallarımızı bir an önce getirmelerini rica ettik. Aksi takdirde öğle yemeğinde kendilerini sofraya bekleyeceğimizi eklemeyi de ihmal etmedik. Misafir olarak değil tabi, ana yemek olarak…
Sonra oturup beklemeye başladık. Biz yemeklere, yemekler bize bakarken dakikalar su gibi akıp geçti. Biz de bu arada kendi kendimize değişik icatlar geliştirmekle meşguldük. Hani orada bir ekip olsa “Çatalsız makarna yemenin bin bir farklı yolu” adında bir belgesel çekebilirlerdi rahatlıkla. Makarnayı kürdana sararak yemeye çalışmak, iki kürdanı çin yemeği bagetleri gibi kullanmayı denemek, tabağın kenarından makarnayı ağzımızla kapmaya çabalamak yaptığımız şaklabanlıklardan sadece birkaçı… Dakikalarca aç bilaç oturup, türlü cambazlıklar yaptık. Ne adam çatalları getirdi ne de biz makarnamızı yemeyi başarabildik. Üstümüzü başımızı batırdığımız da yanımıza kâr kaldı. Son hatırladığım “Çataaaal! Çataaaal!” diye inlediğim…
Sonra ne mi oldu?
Sonra mutfakta kaşık olduğunu hatırladık.
7 comments:
Ay kıyamam sizeee kalem yokumuydu sarıp yerdiniz :))Şaka bir yana cidden çok feci bir durumda kalmışsınız Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin://Diğer yandan iyi mi olmuş ne yazmana vesile olmuş..Ne yapacakmışsınız iş yerinde her daim atıştırmalık bulundurmalıymışşş
Sevgiler..
Makarnanın mideye gidememe öyküsü;)
Geçmişler olsun geçmişler olsun..Ara ara belki de bulursun :)))
Alemsin ya..
çooook geçmiş olsun arkadaşım ;)Allah bi daha göstermesin :)))yani çatalsızlığı :)
@ Zeynep: Kalem mi? Bak bu iyi bir fikirmiş, bir daha ki sefere denemek lazım :) Allah'tan kaşıkları bulduk da sürünmekten kurtulduk :) Amin bu arada. Kucak dolusu sevgiler...
@ Pabuç: Aradım aramasına da bulamadım. Bulamadım ben onu! :) Görüşmek üzere...
@ S.Sepet: Sağol arkadaşım, amin! :) Bunda sonra yedek çatalla yaşayacağım :)
Kaşıklarınızı bulduğunuz için gerçekten sizin adınıza çok sevindim :D Ağaçtan düşeni ağaçtan düşen anlar misali bende bu konuda sizi gerçekten çok iyi anlıyorum, yemeğe en ihtiyaç duyduğunuz nada erişememek :D
Sevgilerimle ^^
Teşekkürler sevgili berre :) Kaşıkları da bulamasaydık ben ellerimle dalacaktım artık tabağa, o derece açtım yani :) Sevgi ve saygılarımla...
mit artık http://sihirlitorba.blogspot.com adresindeyim (sihirlisepet)
Yorum Gönder