8 Haziran 2011 Çarşamba

Kehanet ( Bölüm 2)

Kenn bir taraftan şehrin dar ve karanlık ara sokaklarında hızla ilerlerken bir taraftan da az önce dövüştüğü canavarın söylediği cümleleri aklında tartıyordu. Kurt adam bir konuda kesinlikle haklıydı, sonsuza kadar saklanamazdı. Ama zaten artık öyle bir niyeti de yoktu, o kararını çoktan vermişti. Adımlarını yıllardır gitmediği bir sokağa yönlendirdi.

Bir müddet sonra şehrin karanlık ve izbe bölgelerinden birindeydi. Sokaklarında uyuşturucu satıcılarının ve hayat kadınlarının, karanlık köşelerinde ise adı ağza anılmayacak canavarların ve yaratıkların kol gezdiği bu bölgeye aklı başında hiç kimse kolay kolay adımını atmazdı. Aklı başında olan hiç kimse…

Sokak satıcılarından biri Kenn’e ihtiyatla yaklaştı ve “Hey adamım, ihtiyacın olan bir şey var mı?” diye sordu pardösüsünün bir bölümünü hafifçe aralayarak. Sahte saatler, kopya elmas kolyeler ve bunun gibi birkaç işe yaramaz şey çarptı Kenn’in gözüne.

“Hayır teşekkürler.”

“Belki bunlar daha çok ilgini çeker?” diye sordu satıcı, pardösüsünün diğer yanını aralayarak. Poşetlenmiş kan, uyuşturucu maddeler ve ölü bir fare çıktı bu kez ortaya.

Kenn adama kabaca bir omuz atıp caddenin uzak köşesindeki mekâna doğru ilerlemeye devam etti. Arkasından pek de kibar olmayan bazı sözcükler sarf eden satıcıya yine pek de kibar olmayan bir el hareketi çekmekten de geri kalmadı.

Kristal Küre adındaki mekân dışarıdan bakıldığında çift kanatlı eski kapıları, yer yer kalaslarla örtülmüş pencereleri ve eski püskü tabelasıyla terk edilmiş bir yer gibi görünüyordu. Tabelanın ışıkları muhtemel bir elektrik arızası nedeniyle ritimsiz bir şekilde yanıp sönüyor, garip cızırtılar çıkarıyordu. Tam kapının önünde ise mor renkli kıvırcık saçları olan, uzun boylu ve iri yapılı bir zenci duruyordu. Üzerinde kaliteli siyah deriden kıyafetler, gözlerinde ise güneş gözlükleri vardı. Sırtında oldukça havalı ve muhtemelen bir o kadar da ölümcül bir pompalı tüfek asılıydı. Tüfeğin sırtına çeşitli rünler işlenmişti. Adamın yüzünde ise beyaz renkli, garip bir dövme vardı.

“Ne istiyorsun Dışlanmış?” diye sordu zenci, kendisine yaklaşan Kenn’i gördüğünde.

“Sana da selamlar Gece Gözcülerinden Reinfred. Eski dostlarını hep böyle mi karşılarsın?”

“Dışlanmışlarla irtibat kurmamız yasaktır. Şimdi eğer burada işin yoksa…” diyerek elinin tersiyle uzaklaşmasını işaret etti kabaca.

“İşim olmasaydı şehrin bu güzide köşesine kadar gelme zahmetine katlanır mıydım sence?”

“O halde isteğin ya da aradığın nedir Dışlanmış?”

“Senin gül yüzünü görmeye gelmediğim kesin.” dedi Kenn, kıs kıs gülerek. “Madam burada mı?”

“Bu seni hiç ilgilendirmez.”

“Aslına bakarsan ilgilendirir. Onunla acil olarak görüşmem gerek.”

“Dışlanmışların içeri girmesi kesinlikle yasakt…”

Derken ikisi de kendilerine seslenen bir kadın sesi ile susuverdiler. Ses ne içeriden ne de dışarıdan geliyordu, sanki zihinlerinin içerisindeymiş gibiydi.

“Bırak gelsin.” dedi zihinlerinde yankılanan kadın sesi.

“Siz nasıl isterseniz Madam.” dedi Reinfred ve yana çekilerek kapının önünü açtı. Kenn yüzünde arsız bir sırıtışla Reinfred’e baktı ve “Müsaadenizle Sayın Gözcü.” diyerek kapıdan geçti. Arkasından gelen memnuniyetsiz homurtular ise sadece gülümsemesinin daha da genişlemesine neden oldu.
Dar ve karanlık bir koridordan geçti. Döşemeler yer yer kalkmış, tavan küf lekeleri ile dolmuştu. Holün sonu bir başka duvar ile son buluyordu ve görünürde gidilebilecek başka bir yol da yoktu. Fakat Kenn hiç oralı olmadı ve tuğla örgüsünün içinden geçip yoluna devam etti. Bunun basit bir illüzyondan ibaret olduğunu çok iyi biliyordu çünkü. Şimdi otantik süslerle bezeli, oldukça şık döşenmiş bir başka koridorda yürüyordu. Yanından geçtiği pencerelerden şehrin ışıltılı caddeleri, yüksek binaların tepeleri hatta belli belirsiz de olsa Özgürlük Heykeli bile görünüyordu. Anlaşılan artık şehrin tamamen farklı bir köşesindeydi. “Belki de basit bir illüzyondan daha fazlasıdır.” diye mırıldandı kendi kendine. İplere sıra sıra dizili renkli boncuklardan yapılmış bir perdeyi hafifçe araladı ve genişçe bir odaya girdi. Oda birbirinden egzotik süsler, maskeler, heykeller ve biblolarla dolu bir yerdi. Tam ortada üzeri beyaz bir masa örtüsüyle örtülü yuvarlak bir masa, masanın üzerinde ise Kenn’in ne olduğunu bilmediği çeşitli süsler vardı. Odadaki tek ışık kaynağı ise yer yer yakılmış mumlardan geliyordu. Mumların bazıları çeşitli boyutlarda ve farklı türlerdeki kafataslarının üzerine yerleştirilmişti. “Çok hoş…” dedi Kenn, ne tür bir canlıya ait olduğuna dair hiçbir fikri olmadığı bir kafatasına bakarken.

“Geleceğini biliyordum.” diyen bir kadın sesi yankılandı zihninde. Arkasına dönüp baktığında odanın bir başka kapısından içeri giren bir karaltı gördü. Siyahlar içerisinde, orta boylu zenci bir kadındı bu. Tek bir parçadan oluşan bol bir elbise giymişti, omuzlarında ise garip figürlerle dolu uzunca bir şal vardı. Küt saçları yer yer kar kadar beyaz yer yer ise gece kadar karanlıktı. Elleri, kolları ve boynu çeşitli takılar, kolyeler ve incik boncuklarla süslenmişti.

“Merhabalar Madam.” dedi Kenn hafifçe eğilip kadını selamlayarak.

“Sana da merhaba kaderi önceden çizilmiş olan.” diye yanıtladı kadının zihinlerde yankılanan sesi. Dudakları hiç kıpırdamıyordu. “Seni bekliyordum.”

“Öyle mi?” dedi Kenn, kaşlarını hafif alaycı bir biçimde yukarı kaldırarak.

“Evet, bunu daha önceden görmüştüm. Ta ilk buluşmamızda… Sana er ya da geç kaderine razı geleceğini söylemiştim.”

“Evet, sanırım öyle bir şeylerden bahsetmiştin.” dedi Kenn sıkkın bir tavırla.

“O zaman da bana inanmamıştın. Görüyorum ki geçen yıllar inancını pek de güçlendirmemiş. Madem öyle buraya neden geldin? Kurt adamın nereye gittiğini soracaksan boşuna yorulmuşsun.”

“Bir kurt adam tarafından saldırıya uğradığımı nereden biliyorsun?” dedi Kenn, gözlerini tehditkâr bir biçimde kısarak.

“Bunu gördüm elbette. Sen ne sandın, onu senin üzerine benim saldığımı mı?” dedi kadının zihinlerde yankılanan sesi, belli belirsiz bir alay tınısı ile. Kenn bu olasılığı bir müddet aklında tarttı, ardından başını iki yana silkeleyerek bu fikri kafasından attı.

“Akıllıca bir karar.” dedi Madam. “Zaten kurt adam sana kimin tarafından gönderildiğini açıkça söylemişti.”

“Bunu nereden…”

“Gördüm Kenn Wulf, gördüm. Tıpkı yıllar önce senin kaderinin ne olduğunu ve buraya tekrar geleceğini gördüğüm gibi. Beni ve güçlerimi hafife alıyorsun dışlanmış olan.”

“Madem bu kadar çok şeyi biliyorsun bana o aşağılık Mephisto’nun yerini de söyle ya da daha iyisi gidip işini sen bitir de hepimiz bir pislikten kurtulalım.”

“Bu o kadar kolay değil, Mephisto’nun güçleri benimkilerin çok üzerinde. Onu ve yandaşlarının hareketlerini önceden görmemi kolaylıkla engelliyor. Şu anda bile…” Sözünü yarıda kesip bir elini alnına koyarak gözlerini yumdu. “Şu anda bile düşüncelerimi onun üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştığımda sadece kalın bir pus ve karanlık görüyorum.”

“Yağmurlu bir yerde olsa gerek.” dedi Kenn, pis pis sırıtarak.

Madam bu yoruma sert bakışlarla karşılık verdi. “Kaderle dalga geçme Kenn Wulf! Ne kaderini yönlendirmene yardımcı olacak müttefiklerini hafife al, ne de ona yön verecek hısımlarını!”

Kenn ellerini teslim olmuş gibi kaldırmakla yetindi, fakat yüzündeki sinir bozucu gülümsemeyi bastırmak için hiçbir girişimde de bulunmadı.


Madam sinirli adımlarla odanın ortasındaki masaya yöneldi ve sandalyelerden birine oturdu. Elini asabiyetle sallayarak Kenn’in de oturmasını işaret etti. Kenn omuzlarını silkerek sırt çantasını yere indirdi ve denileni yaptı.

“Görüyorum ki ne kadar inkâr edersen et kaderin sana biçtiği rolü oynamışsın.” dedi Madam, telepatik yolla. “Mühürler sende.”

“Evet, buna biraz da mecbur kaldım diyebiliriz.”

“Ne kadar karşı çıkarsan çık sana çizilen kaderi değiştiremezsin dışlanmış. Bunu daha önce de…”

“Evet, evet biliyorum. Bunu görmüştün.” dedi Kenn, çizmelerini masanın üzerine koyup bacak bacak üstüne atarak

Madam ona kaşlarını çatarak baktı, adam ise sadece sırıtmakla yetindi.

“Mühürler… Onları görmem gerek.” dedi Madam sonunda, sinirli bir biçimde.

Kenn çantasını açıp içerisinden kumaşlara sarılı iki paket çıkarttı ve masanın üzerine bırakıverdi. Madam paketleri açmak için tek elini uzatmıştı ki bir anda duraksadı.

“Ah, üzerlerinde bir koruma büyüsü yerleştirmişsin.” dedi sırıtarak. “Göründüğün kadar aptal değilmişsin Wulf.”

“Teşekkürler, sanırım…”


Madam sadece parmaklarını oynatarak sessiz bir büyü yaptı. Kumaşın üzerine işlenmiş bazı görünmez rünler önce soluk mavi bir ışık ile parlamaya ardından da yavaşça sönmeye başladılar. Madam mühürlerin üzerini yavaşça açarak onları açığa çıkarttı. Biri üçgen diğeri ise altıgen şeklindeydi. İkisinin de bir zamanlar oldukça gösterişli şeyler oldukları her hallerinden belliydi. Her ne kadar zamanın etkisiyle yer yer kararmış ve yıpranmış olsalar da ikisi de altın kaplamaydı. Tam ortalarında yeşil birer zümrüt bulunuyordu.

“Avalon’un Mühürleri… Yüzyıllardır bu ikisini bir arada gören yok.” dedi Madam, büyülenmiş bir biçimde mühürlere bakarak.

“Benim dışımda…”

Madam bu yorumu duymazlıktan gelmeye karar verdi ve mühürleri eline alarak incelemeye başladı. Her ikisinin de arka yüzeyinde eğik ve ince bir el yazısı ile yazılmış satırlar vardı. Üçgen olanın alt kenarını altıgen mührün üstüne gelecek şekilde birleştirdi ve yazıları tamamladı.


“Günler kararıp solduğunda, gönüller korku ile dolduğunda, 
Halkın yüksek kulelerde yaşadığı modern zamanlarda. 
Adı ağza alınmayacaklar musallat olacak Âdemoğullarına, 
Ve bir savaşçı doğacak en karanlık sokaklarda. 

Arayacak efsanevi kılıcı Avalon’un kadim salonlarında, 
Bilgeliğin ve cesaretin engin olduğu diyarlarda. 
İki mührü bulup çemberi tamamlayacak, 
Avalon’un kapıları onun için aralanacak. 

Orada alacak uzun arayışlarının neticesini, 
Açığa çıkacak olduğu her şeyin bir sebebi. 
Kurban edecek fani hayatının en büyük mücadelesini, 
Olacak sonsuz güç ve bilgeliğin tek sahibi.” 



“Kehanet…” dedi satırları okuyan Madam.

“Evet, o satırları ben de okudum.”

“Bunlar sadece basit satırlar değil kaderi çizilmiş olan. Bunlar insanlığın bu karanlık günlerden kurtuluşu ve geleceği. Aynı zamanda da senin…”

“Hâlâ kehanette geçen savaşçının ben olduğumu mu iddia ediyorsun?”

“İddia etmiyorum, sen olduğunu biliyorum. Bunu önceden görmüştüm hatırlarsan. Son görüşmemizde…”

“Evet, evet. Son görüşmemizde neler olduğunu çok iyi hatırlıyorum.” diyerek kadının sözünü kesti Wulf. “Senden yardım istemek için gelmiştim, sen ise elime bir kazık tutuşturmuştun.”

“Tek yol buydu. Senin de daha sonra fark ettiğin gibi…”

“Bu yetmezmiş gibi bir de “seçilmiş kişi” olduğumu ileri sürmüş ve beni bir tür intihar görevine göndermeye kalkmıştın. Kusura bakma ama ben hâlâ tüm bu saçmalıklara inanmı…”


Aniden dışarıdan gelen korkunç bir çığlık duyuldu ve ikili hızla sandalyelerinde doğrularak tartışmayı kesti. Çığlık, insanın kanını donduran cinsten, yüksek perdeden ve vahşice atılan bir çığlıktı. Kesinlikle bir insana ait değildi. Wulf’un eli gayri ihtiyari olarak boynundaki madalyona gitti. Madalyonun ön yüzeyinde büyük bir yarasa sembolü uğursuz bir kırmızı parıltı ile parlamaktaydı. Sembolü gören Madam ve Wulf, endişeli bakışlarla birbirlerine baktılar. Aynı anda zenci koruma Reinfred pompalı tüfeği elinde olduğu halde odanın kapısında belirdi.

“Vampirler! Etrafımızı sardılar!” diye bağırdı koruma. Tüfeğinin üzerindeki rünler soğuk bir parıltı ile ışıldıyordu.

“Bu nasıl olur? Koruma büyülerimi nasıl aştılar? Yerimizi bulmaları imkânsız!” diye yankılandı Madam’ın sesi zihinlerde.

“Mephisto…” diye fısıldadı Kenn, “Benim yüzümden! İzimi sürüyor olmalı.”

“Ama nasıl? Burası her tür iz sürme büyüsüne karşı dayanıklıdır.”

“Şimdi bunun önemi yok. Hazır olun, geliyorlar!” dedi Reinfred.

( Devam edecek )

Street art by 3vilCrayon

0 comments: