27 Şubat 2016 Cumartesi

Krizalitler | Kitap İnceleme


İnsanı insan yapan nedir? Irkı mı? Ten rengi mi? Milliyeti mi? Yoksa düşünceleri ve kişiliği mi? John Wyndham, Krizalitler adlı eserinde tam da bu konuyu sorguluyor işte. Ama bilimkurgunun, hatta belki de biraz da fantastiğin o kendine özgü eleştiri kılıcını kuşanarak, farklı ve gerçeküstü bir yoldan yapıyor bunu.

Hikayemiz Waknuk köyünde yaşayan, David adlı bir çocuğun başından geçenleri konu alıyor. David dış görünüş açısından son derece normal, hatta sıradan biri. Ve bu onun için inanılmaz bir nimet. Çünkü Waknuk halkı, özellikle de köyün vaizi olan babası “Sapkınlar” adını verdikleri tüm mutantlara karşı amansız bir savaş açmış durumda. Üstelik “doğal” insanlar tarafından bir mutant ilan edilmeniz için öyle aman aman bir farklılığınızın olması şart değil.  Bir parmağınız eksik ya da fazla mı? Sapkınsınız. Doğuştan bir özrünüz mü var? Sapkınsınız. Ten renginiz “olması gerektiğinden” biraz farklı mı? Sapkınsınız. Ve eğer bir mutantsanız, eğer farklıysanız ne kadar iyi biri olursanız olun dışlanmaya, medeniyetten kovulmaya, tuhaf bitkilerin yetiştiği Yaban Diyarlarda sürgün hayatı sürmeye mahkûm ediliyorsunuz. Hatta daha ağır cezalara ve idama bile çarptırılanlar var.


Delidolu Kitap, 2016, 246 Sf.
Çevirmen: Niran Elçi
Editör: Ayşegül Utku Günaydın
Ve David’in en büyük korkusu bu. Çünkü hiç kimseye, özellikle de sapkınlığın amansız düşmanı olarak nam salmış babasına belli etmese de o aslında bir mutant. En yakın arkadaşları olan bir grup çocuk da öyle... Tuhaf bir güce sahipler, birbirlerine düşünce-resimleri yollayabiliyor bu çocuklar. Bu sayede uzak mesafelerden bile haberleşebiliyor, duygularını eksiksiz bir biçimde birbirlerine ifade edebiliyor ve konuşarak yapacaklarından çok daha iyi bir şekilde anlaşabiliyorlar. Ama sadece kendi aralarında; bu yeteneğe sahip olmayan kimselerin zihinleri kendilerine kapalı.

Roman ortaçağ dönemindeki bir çiftlik ortamında geçiyor olmasına rağmen bir müddet sonra hiç de öyle olmadığını, aslında insanlığın geleceğine baktığımızı fark ediyoruz. Büyük Gazap adını verdikleri muğlak bir felaket tüm medeniyetlerin kökünü kazımış, âdeta ikinci bir karanlık çağa sürüklemiş durumda. İnsanlar bir kez daha ekmeklerini topraktan çıkarmaya, geçimlerini hayvancılıkla sürdürmeye, ok ve yayla, nadiren de olsa ilkel tüfeklerle avlanmaya mahkûm. Tek farkı bu kez Sapkınlık adını verdikleri şeyle de mücadele etmek zorunda olmaları. Daha doğrusu kendilerini buna mecbur hissetmeleri. Çünkü insan doğası asla değişmez ve kendilerinden farklı olandan daima korkar, becerebilirlerse onu yok ederler. Bu uğurda kullanılan en güçlü silahlardan biri de din olagelmiştir her zaman. Bu durum Krizalitler’de de değişmiyor.

David’in yobazlıkta sınır tanımayan babası en ufak bir bozuklukta tarlalar dolusu ekini yaktırmaktan, buzağıları kestirmekten, hatta yeni doğmuş bir bebeği bile sapkın ikna etmekten çekinmeyen bir adam. Üstelik kıtlık çekme riskine ya da merhamet gibi duygulara aldırmadan. Ona göre doğal biçim kutsaldır. Kurtuluşun saflıkta, Tanrı’nın gerçek suretine bağlı kalmakta olduğuna inanıyor ve köyün vaizi olarak insanları bunu yapmaya hiç sönmeyen bir şevkle teşvik ediyor. Hâl böyle olunca David ve arkadaşları gerçekte oldukları şeyi gizleyerek geçiriyorlar günlerini. Ta ki işler kontrolden çıkana ve geri döndürülemez bir noktaya gelene kadar…

Yazar John Wyndham’ın satır aralarında anlatmaya çalıştığı şeyin ırkçılığın her türlüsünün kötü ve anlamsız olduğunu sizlere söylememe gerek yok sanırım. Din, dil, ırk ve renk ayrımına çok güzel bir eleştiri getirirken çuvaldızı dini kendi emellerine alet edenlere batırmaktan da geri kalmıyor roman boyunca. Bunu neredeyse 60 yıl kadar önce, 1955’te kaleme almış olması fakat aradan geçen bunca zamana rağmen bir arpa boyu yol alamamış olmamızsa kitabın insanın ağzında acı bir tat bırakan, feci gerçekçi bir yanı. 

Bununla birlikte, her ne kadar ırkçılık karşıtı eleştirilerine ziyadesiyle katılsam da kitabın bir noktasında hayatımıza devam etmek için öldürmek zorunda olduğumuzu, aksini düşünmeyi hayalcilik olarak nitelendirdiği kısımları pek sevmedim. Evet, çok sağlam temellere dayandırıyor bu savını. Yaşamak için mikropları öldürmeli, ekinlerimizi yok eden zararlı bitkileri yok etmeli, et yemek için (vejeteryanlık kavramının o zamanlar geliştiğini sanmıyorum) hayvanları kesmeliyiz diyor. Tabii orada durmuyor ve kendi türümüzden olmayanları da öldürmemiz gerektiğini vurguluyor, ki o noktada bunu söyleyen her ne kadar kurgusal bir karakter olursa olsun yazar beni kaybetti.

Son olarak baskı, çeviri ve editörlük kalitesi açısında karşımızda dört dörtlük bir eser olduğunu gönül rahatlığıyla belirtmek isterim. Roman boyunca sadece bir-iki yerde, çok küçük yazım hatalarına denk geldim. Onun dışında hem Niran Elçi’nin çevirisi hem de Ayşegül Utku Günaydın’ın editörlüğü buram buram özen kokuyor. Raflarımıza ciltli olarak konuk olan Krizalitler’in kapağı da birbirlerine zihinsel olarak bağlanan siluetler sayesinde pek bir anlamlı, pek bir güzel.

Çabuk okunan, keyif alınan, eğlendirirken düşündüren, macerası da eksik olmayan güzel bir bilimkurgu eseri Krizalitler. 1955’te yazılmış olmasına rağmen bunu hiç hissettirmiyor.

Ha, unutmadan… Artık Jo Walton’un Ötekiler Arasında adlı romanında eski maden yollarından bahsederken “Gerçekte bir bilimkurgu arazisinde yaşıyor olmamıza rağmen fantastik bir arazide yaşıyormuş gibi eğitilmiştik. Cahilce elflerin ve devlerin bize bıraktıkları şeyler arasında oynamış, perilerin mülkleri üzerinde hak iddia etmiştik. Matemyollarına Yüzüklerin Efendisi’ndeki yerlerin adlarını takmıştım, hâlbuki Krizalitler’den olduklarını anlamam gerekirdi,” dediğinde ne demek istediği artık anlamanın dayanılmaz hafifliğini yaşadığımı da belirteyim.

2 comments:

Settie dedi ki...

"satın alınması ve hemen okunması şart olan ama almadan önce biraz daha beklemem gerekenler" listesine bir kitap daha eklediniz efendim, çok teşekkürler :)

mit dedi ki...

Rica ederim efendim, en büyük zevklerimden biridir bu ve buna benzer listeleri kabartmak :)