25 Haziran 2009 Perşembe

Çayla Meydan Muharebesi

Çay ile aramda yıllardır süren gizli bir husumet vardır. Eskiden, bendeniz daha gençken, Bendeniz’in ise yeni meşhur olduğu yıllarda çay içmeden duramazdım. Her sabah mutlaka iyi demlenmiş bir fincan çay girmeliydi bu bünyeye. İçmezsem başıma korkunç ağrılar girer, gün boyu da ağrılarım dinmek bilmezdi. Ailemin geri kalan fertleri gibi ben de o genç yaşımda çaykolik olmuştum anlayacağınız. Sonunda bir gün buna fena halde tepem attı. Bağımsızlığına son derece düşkün olan ben, çaya bağımlı yaşayacaktım ha? “Yok öyle yağma” diyerek buna bir dur demeye karar verdim ve çaya karşı savaş açtım. Okul kantinlerinden tutun da misafirliklere kadar pek çok cephede birden savaştık çayla. Ama asıl meydan muharebesi kahvaltı masası olmuştu her zaman. Sabahları çaydanlığın fokurdayan çağrılarına kulak tıkar, masamdaki kahvaltılıkların “Ah şimdi yanımızda bir de çay olsa ne de güzel giderdik” demelerini duymazdan gelmeye çalışır, karşımda çaylarını höpürdeterek içen aile fertlerini görmemek için çabalayıp dururdum. Neyse ki bu çabalarım sonuçsuz kalmadı ve baş ağrıları eşliğinde verilen kararlı bir mücadele sonunda çayla aramdaki bağımlılık zincirlerini koparmayı başardım. Ama çay savaşmayı asla bırakmadı. O gün bugündür olup olmadık her yerde karışma çıkarak mücadelesini azimle ve koyu bir demle sürdürdü. Bu mücadelelerin en büyüğünü ise geçtiğimiz hafta yaşadım.

Her sabah olduğu gibi fırından sıcak poğaçalarımı almış ve işyerimdeki masama kurulmuş kahvaltı ediyordum. Çaysız… Ofise ilk gelen Ceycey oldu. “Günaydın birader, hayırlı sabahlar” diyerek masasına kuruldu ve kahvaltılıklarını iştahla çıkarmaya başladı. Laf aramızda kendisi tam bir çaykoliktir. Her sabah üç-dört bardak çay içmeden duramaz. (Buraya yazınca laf -aramızda- olmaktan çıktı sanki ama neyse…) Hevesle bir bardak kapıp kendine çay doldurmaya başladı. Sonra bir an benim masama bakarak “Sen çay almadın mı? Dur sana da doldurayım” diyerek masamdaki su bardağımı çevik bir hareketle kapıverdi. “Dur abi, ben istemiyorum” dedim telaşla. “Niye istemiyorsun birader, yapayım işte” diye itiraz etti.” İçmem, içersin derken ya üstün ikna kabiliyetimden ya da elindeki dumanı tüten çayın davetkar çağrısına daha fazla karşı koyamamasından dolayı Ceycey’i zor da olsa vazgeçirdim. Küskün bir tavırla masasına dönüp çayını höpürdetmeye başladı. Tam “Oh be, ucuz atlattım” derken Gülsüm girdi içeriye. Aramızda kalsın o da tam bir temizlik hastasıdır. (Yine mi aramızda olmadı?) “Günaydın” dedi bizlere ama her zamanki gibi yüzümüze değil yerlerin temiz olup olmadığına bakıyordu. Yeterince temiz olduğuna kanaat getirmiş olacak ki o da kendisine bir çay yapmaya yöneldi. Benim çay almadığı görünce bana da çay doldurmayı teklif etti ve az önceki sahnenin ikinci tekrarı gibi bir şey yaşandı aramızda. Size ikram edilen çayı geri çevirmenin en kötü tarafı da ne kadar kibar reddederseniz edin karşınızdaki insanın sanki ona hakaret etmişsiniz gibi bakmasıdır yüzünüze. İşte o bakışlardan biri vardı şimdi arkadaşlarımın yüzünde. İkisi de nispet yaparcasına çaylarını höpürdeterek karşımda içerlerken kafamı laptopumun arkasına saklayarak kahvaltımı olaysız ve çaysız bir şekilde bitirdim. Bunun sadece başlangıç olduğunu nereden bilebilirdim?

Kahvaltı faslından sonra o günkü işlerimi halletmek için hazırlandım ve dışarıya çıktım. İlk durağım kırtasiyemizdi. Samimi olduğum Birol ve Ali adında iki abim işletiyordu burayı. Oraya vardığımda sadece Birol abi vardı içeride. Kısa bir selamlaşma faslından sonra fotokopi çektirmek istediğim evrakları kendisine uzattım. Kağıtları makineye yerleştirirken, kaşlarımın yukarı kalkmasına neden olarak “Gel bir çay içelim” dedi sakince. Bu da nerden çıkmıştı şimdi? Samimiyiz dediysek bu kadar da değildi. “Yok abi sağol, acelem var” diyerek kibarca reddettim onu da. “İç ya, ne olacak” diye ısrar etti. Size çay ikram eden biri, kendisini reddettiğinizde mutlaka ardından ısrar eder. Bu yazılmamış evrensel ya da nikotinsel bir kuraldır. Tekrar reddettim. Yüzünde iki numaralı ikramı geri çevrilen alıngan insan bakışıyla “Sen bilirsin” diyerek fotokopilerimi çekti. Tam kapıdan çıkacakken “Ooo hoş geldin” nidalarıyla Ali abi girdi içeri. Kısa bir selamlaşmanın ardından o malum soruyu sordu. “Bir şey içer misin? Gel çay ikram edeyim.” Onu da yüzünde 42 numaralı alıngan insan bakışıyla arkamda bırakarak hızla oradan ayrıldım.

Az sonra postanedeydim. Sıra numarası alıp bir köşede sessizce beklemeye başladım. Bir taraftan da gözümün önünde uçuşan ince belli çay bardaklarını uzaklaştırmaya çalışıyordum. Neyse ki postane her zamankine nazaran oldukça boştu da fazla beklemem gerekmemişti. Sıram gelir gelmez bankoya yanaştım. Beni gören her zamanki görevli “Ooo cigerim. Hoş geldin sefa getirdin” dedi. Hoş bulduk demeye kalmadan “Bugün fazla iş yok, gel bir çay ısmarlayayım sana “ diye ekledi. “Ne bu ya? Bunlar aralarında gizlice sözleşmişler midir nedir?” diye düşünerek onu da dişlerim sıkılıyken ne kadar kibar olabiliyorsam o kadar kibarca reddettim. Yeterince kibar olamamış olmalıyım ki adamın yüzü bir karış asıldı ve 1 numaralı alıngan bakışlarla işlemimi gerçekleştirip beni pek de kibarca olamayan bir şekilde sepetledi. Bense içimden “En güzel çay, bilmem ne çay” melodisini mırıldanarak bankaya yöneldim. Oradaki ziyaretim ise güvenlik görevlisinin bana çay ikram etmesi üzerine oradan koşarak ayrılmamla sona erdi. Öğle yemeğinin ardından garsonun tüm sevimliliği ile bana çay ikram etmesinden, teklifini geri çevirdikten sonra ısrarla çayın ücrete dahil olmadığını belirtmesinden artık sıradanlaştığı için bahsetmiyorum bile…

Akşam yorgun argın ama zaferle döndüm evime. Bitkin bir şekilde ayakkabılarımın bağını çözerken farkında olmadan hafifçe inlemişim. Annem hemen yanımda bitiverdi ve “Ne oldu oğlum, neyin var?” diye sordu merakla. “Çok yorgunum anne, hafif başım ağrıyor bir de” dedim bende. Ne dese beğenirsiniz? “Dur sana demli bir çay yapayım hemen, iyi gelir…”

Pazarolla Sayı 89 için yazılmıştır.

11 comments:

kews dedi ki...

:) gören de çayı bildiğimiz çaydan farklı bişey sanıcak.. alla alla.. senin kafan dağılmış.. du bi çay demliyim ben sana güzelce içelim :)

mit dedi ki...

hehehe :) yemezler... pardon, içmezler :P

Elif Kararlı dedi ki...

Umarım sigara kullanmıyorsunuzdur,yok yani çayı bırakmak da bu kadar zorlanan biri sigarayı nasıl bırakır düşünemiyorum bile:))Korku filmi gibi yok yok çin işkencesi gibi olan desek daha doğru olur:)) yine de gazanın mubarek olsun :)))

carmen dedi ki...

sallama dışında içemem ben:)

mit dedi ki...

@ DBP: Yok öyle kötü alışkanlıklarım çok şükür. Tek tiryakiliğim çaya karşıydı. Onu da yendim :)

@ carmen: Sallama çayı hiç içemezdim. Son işimde alıştırdılar sağolsunlar :) Özellikle çayı çok seven Müdür yardımcımızın "Bi çay yap da içelim" diyen sesi hala kulaklarımda :)

Ekrem dedi ki...

ihsancım senin bu yazıyı sonuna kadar okudum ve sonunda da eşim çay yapmaya gitti. buyur gel içelim :) bizim çay normal çaykur çaydan yapılıyor içinde marihuana filan yok :)) çay içmek bir zevktir yahu niye kasıyon kendini?

Esra dedi ki...

arkadaşım, ama saat 23:35, kızımı zar zor yatırmışım bu saattede çay demlenmes ki ama... sakın dondurmayla ilgili bir şeyler yazma bak...:))

mit dedi ki...

Sizi çaykolikler sizi :) Afiyet bal şeker olsun. Bi sonraki yazım fıstıklı baklava üzerine olsun o zaman hehehe :)

zeynep dedi ki...

Buraya yönlendirmişsin geldim..:)Allah iyiliğin versin koptum ......laf aramızda bende çaykoliğim içmezsem kafam tutuyor..Allah'tan limonlu içiyorum..Keşler gibi oldum.:P..Aslında ben bir koç mensubu olaraktan senin inadını kırıp bir bardakk hemde boll limonlu çay içirebilecek kapasitede olduğuma inanıyorum ammaa neyseki özgürlük anlayışım saygı duymam gerekliliğine dair ısrarlı..:P..Şaka bir yana ben bu yazını nasıl görmemişim yaww..Sen çok yaşa emii..:P..Artık sen diye hitap etmeye karar verdim samimiyetinden hemde ablan olaraktan....sakıncası yok inşAllah.

mit dedi ki...

Hehehe :) Beğenmene sevindim, en sevdiği yazılarımdan biridir kendisi. Sen diyebilirsin tabi ablacığım, ne demek? Benim de sen diye hitap etmemim bir sakıncası yoktur inşallah?

Bizde de var bir koç mensubu, kız kardeşim olur kendisi. Çok da inatlaşırız kendisiyle. Ama abiliğin bana verdiği yetkiye dayanarak genelde galip gelen ben olurum :) Yani hiç şansın yok :))

zeynep dedi ki...

Elbette yok ablası..;)inada gelince bence senin hiç şansın yok hem eşim hem oğlum aslan dır sence kimin borusu ötüyor evde..;))))eee tecrübe diyoruz biz buna...Sevgiyle kal..........