21 Haziran 2009 Pazar

Göl halkı (Bölüm 1)

Bizden oldukça uzak diyarların birinde, geçmiş zamanların içinde, küçük bir köyün yamacında, bir göl kıyısının dibinde cesur ama emekli bir şövalye yaşardı. Emekli olmasına emekliydi ama kendisinden daha genç birçok maceracıya taş çıkarttırırdı. Zaten emekliliği zoraki bir tercihti çünkü o aslında bir sürgündü. Cesur Şövalye derdi kendine. Kendisine böyle hitap edilmesini isterdi, onu tanıyanlar da öyle yapardı. Gerçek adını kimse bilmezdi. Çok yiğitti şövalye. Her zaman haklının yanında yer alır, şövalyelik düsturundan ödün vermez, gerekmedikçe silahına davranmazdı. Silahını eline aldığında ise yapılacak çok önemli iki şey olduğunu öğrenmişti herkes. Yolundan çekilmek ve kulaklarını tıkamak… Kulaklarını tıkamak, evet. Çünkü konuşan, sihirli bir kılıca sahipti şövalye. Şey… Konuşan yerine çok konuşan hatta hiç susmayan bir kılıç demek daha doğru olur sanırım. Çok kuvvetli bir büyüye sahip olduğu söylense de konuşmaktan başka bir meziyete sahip olduğunu henüz gören olmamıştı. Ama şu bir gerçekti ki kılıç, Cesur Şövalye’nin ellerinde öldürücü bir silaha ve düşmanlarının korkulu rüyasına dönüşüyordu. Kısa zamanda tüm kötücül yaratıklar şövalyeye ve koruması altındaki köye yaklaşmamaları gerektiğini öğrenmişlerdi. Ama bu başka bir hikaye…

Günlerden bir gün şövalye, ormandaki derme çatma kulübesinin bahçesinde oturmuş, öğle güneşinin tadını çıkarıyorken kulübesine doğru uzanan patikada belli belirsiz iki suretin ağır adımlarla kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. Dikkatle baktığında gelenlerin köyden tanıdığı bir delikanlı ve daha önce hiç karşılaşmadığı bir adam olduğunu gördü. Adam zorlukla yürüyor gibiydi. Yanındaki delikanlının adamın koluna girerek yürümesine yardımcı olduğunu fark etti sonra da. Hemen ayağa fırladı ve kendisine yaklaşanlara doğru hızlı adımlarla ilerledi. Onun yaklaştığını gören delikanlının yüzü aydınlandı ve kafasını sallayarak şövalyeyi sessizce selamladı. Şövalye de delikanlının selamına aynı şekilde karşılık verdi ve o da adamın diğer koluna girerek ilerlemelerine yardımcı oldu. Adamın çok yorgun ve hırpani bir görüntüsü vardı. Sanki günlerdir yoldaymış gibi… Uzun saçları keçeleşmiş, yüzünde birkaç günlük sakal birikmişti. Sendeleyerek anca yürüyebiliyordu. Muhtemelen koluna giren delikanlı olmasa şuradan şuraya adım atamazdı. Şövalye adamı dikkatle incelediğinde olduğundan daha yaşlı bir görüntüsü olduğunu fark etti. Sanki yaşadığı derin bir hüzün adamı yaşlandırmış gibiydi. Zar zor kulübeye vardılar ve içeri girip adamın rahat edebileceği bir yere oturmasına yardımcı oldular.
“Su…” dedi adam bir fısıltı halinde çatlak dudaklarının arasından. Şövalye eliyle delikanlıya masadaki maşrapayı işaret etti. Genç, bir koşu maşrapayı kaparak raftaki tahta kupalardan birini suyla doldurdu ve içmesi için yorgun adama uzattı. Adam titreyen ellerle kupayı aldı ve bir dikişte içerek bitirdi. “Su…” diyerek kupayı tekrar delikanlıya uzattı. Biraz daha içtikten sonra minnetle şövalyeye ve delikanlıya bakarak “Teşekkürler…” diye fısıldadı.
Şövalye bir elini adamın omzuna koyarak “Sorun değil yolcu kişi. Şimdi biraz dinlenmeye çalış.” dedi.
“Hayır, dinlenmek için vakit yok. Henüz yok.” dedi adam korku ve endişe ile açılmış gözlerle. Bir eliyle şövalyenin kolunu sıkıca kavradı ve “Sizi bulmak için çok uzun yoldan geldim beyim. Tek umudum sizsiniz. Şimdi dinlenemem, size olanları anlatmadan olmaz.” dedi heyecan ve korkuyla karışık.
“Pekâlâ, tamam sakin ol yolcu kişi. Seni dinleyeceğim.” dedi şövalye bir taraftan adamı sakinleştirmeye çalışırken diğer yandan da kolunu adamın sıkı kavrayışından kurtarmaya çalışıyordu. Adam bir müddet daha şövalyenin koluna sıkıca yapışmış halde korku dolu gözlerle şövalyeye baktı. Sonra şövalyenin kendisini dinleyeceğine emin olmuş olacak ki tutuşunu gevşeterek arkasına yaslandı. Kendisine bir sandalye çeken şövalye adamın karşısına oturdu. Delikanlıya da aynısını yapmasını işaret etti ve bakışlarını tekrar adama yöneltti. “Sorun nedir yolcu kişi? Anlat bana…” dedi en bariton sesiyle. Adam nereden başlayacağını bilemiyormuş gibi boşluğa bakarak bir süre sustu. “Nereden geliyorsun?” diye sordu şövalye adamın konuşmasına yardımcı olmak için. Adam bakışlarını yerden kaldırarak tekrar şövalyeye baktı ve “Kuzeyden, Ra’n Dağların ardından geliyorum beyim. Semmak adındaki balıkçı kasabasından.”
“Orayı bilirim.” dedi şövalye. “Yolculuklarım sırasında bir kez orada bulunmuştum. Denizin hemen dibinde, balıkçılıktan başka hiç bir şeyle ilgilenmeyen kendi halinde bir kasabaydı. Misafirleriyle bile ilgilenmiyorlardı hatta. Pek konuksever bir halkın olduğunu söyleyemeyeceğim maalesef.” diye ekledi ardından da.
Adam mahcup bir şekilde başını eğerek “Söyledikleriniz doğrudur beyim. Halkım kendi işine o kadar kendini kaptırmıştır ki balık ve balığımızı almaya gelen tüccarlar dışında kimseyle fazla ilgilenmeyiz.” dedi. Sonra endişeli bakışlarla tekrar şövalyeye bakarak “Ama bu bize sırt çevireceğiniz anlamına gelmiyordur umarım? Yardımınıza ihtiyaç var beyim!” diye ekledi.
“Önce sorunun ne olduğunu bir öğrenelim, ona sonra karar veririz. Ama önce sormak istediğim bir şey var. Semmak’a giden yol dağın diğer yamacından, ormanın içinden daha yakındır. Oysaki sen köyün olduğu taraftan yani uzak olan yoldan geldin. Madem yardıma bu kadar ihtiyacınız var, neden dağlardaki geçidi kullanmadın?”
“Şaka mı ediyorsunuz? O geçidin ve Viran Kent’in goblinlerce ele geçirildiği herkes tarafından bilinir. Büyücü Marvin kaybolduğundan beri o yoldan geçmek çok tehlikeli.”
“Haberiniz yok mu? Büyücü Marvin geri döndü. Viran Kent tekrar canlandı. Yollar artık güvenli.” diye bildirdi genç delikanlı. “Hepsi cesur şövalyemiz sayesinde.”
Şövalye tam gururla şişinecekken odanın arkalarından bir yerlerden bir takırtı eşliğinde “Hıh! Şövalyenin sayesindeymişmişmiş…” diye söylenen bir ses duyuldu. Sahipsiz sesi duyan yolcu “O da neydi?” diyerek oturduğu yerde merakla etrafa bakınmaya başladı.
“Bu…” dedi elleri ile yüzünü kapayan şövalye “benim baş belası ortağım.”
“Hey! Ben baş belası olan ortağın sen olduğunu sanıyordum.” diye yanıtladı cırtlak ses onu.
Adamın hiç bir şey anlamadığını gören delikanlı çaktırmadan adama yaklaşıp “Konuşan kılıç...” diye fısıldadı. Bir parmağıyla odanın köşesindeki büyük sandığı işaret ediyordu.
“Ah, evet. Şu meşhur kılıç…” dedi adam heyecanla sandığa bakarak. “İyi ama neden bir sandıkta?
“Meşhur mu? Meşhur dedi duydun mu? Ha-ha-ha-ha… Meşhur!” diye ciyakladı kılıç zevkle. Ardından da “Meşhurum ben, meşhurum, meşhurum, meşhurum…” diye bir tempo tutturup zevkle şarkı söylemeye başladı. Sesi o kadar kötüydü ki kulübedeki herkes kulaklarını tıkamak zorunda kalmıştı. Adam “Sanırım niye bir sandıkta tutulduğunu şimdi anlıyorum.” dedi sıkılmış dişlerinin arasından. Kılıcın susmaya niyeti olmadığını anladıklarında üçlü grup olabildiğince hızlı bir şekilde kulübeyi terk edip bahçeye çıktılar. Can havliyle kapıyı kapayıp kulübe duvarına yaslı bir şekilde oldukları yere çöküverdiler. Kılıcın şarkısı kesik kesik de olsa hala duyuluyordu. Adam hayret ve merak dolu bakışlarla şövalyeye baktı. O ise sadece bezginlikle omuz silkmekle yetindi ve “Yakında alışırsın. Şimdi, nerede kalmıştık? Derdinin ne olduğundan bahsetmek üzereydin.” diyerek tekrar konuya girdi.
Adam ne için burada olduğunu hatırlayarak şaşkınlığını üstünden attı ve anlatmaya başladı: “Muhtemelen bildiğiniz üzere kasabamızın hemen üstünde Uzun Göl yer alır. Halkım denizden avladığımız balıklardan çok Uzun Göl’ün meşhur alabalıkları sayesinde geçimini sürdürür. Oradan çıkan balıkların lezzeti diyarlarda başka hiçbir yerde yoktur. Bu yüzden denizden çok orada avlanmayı tercih ederiz. Daha doğrusu ederdik…” Hüzünle başını eğdi ve derin bir nefes alarak anlatmaya devam etti. “Uzunca bir süredir gölde anlam veremediğimiz bir gariplik, bir uğursuzluk vardı. Önce balıklar azalmaya başladı, daha önce hiç böyle bir şey gelmemişti başımıza. Daha sonra da avlanmaya giden balıkçılar kaybolmaya başladı. Yapılan arama çalışmalarında izlerine bile rastlayamadık. Sanki toz olup havaya karışmışlardı. Hepimizi bir korku almıştı. Viran Kent’teki uğursuzluğun göle de bulaştığı söylentileri aramızda dolaşmaya başladı. Korkumuzdan göle avlanmaya gidemez olduk. Cesaret edip gidenler ise bir daha dönmediler. Sonunda Kasaba Meclisi gölde avlanmamızı yasakladı. Ama bu sadece sorunların artmasına neden oldu. Gölde avlanamamak gelirlerimizi inanılmaz ölçüde düşürdü. Kasabaya gelen tüccarlar alabalık istiyorlardı, deniz mahsullerini değil. En sonunda dayanamayacak hale geldik ve bir grup balıkçı köy meclisine baş kaldırarak göle avlanmaya gitmeye karar verdi. Onlara katılanların arasında ben ve oğlum da vardık.” dedi hüzünle başını eğerek. Yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı ve bir müddet sustu. “Korkunçtu… Geniş sandallarımızla Uzun Göl’e açılmış avlanıyorduk. İlk başta her şey yolunda görünüyordu. Fakat sonra… Birdenbire nereden çıktığı belli olmayan yoğun bir sis etrafımızı sardı. Göz gözü görmüyordu. Öyle ki yanı başımda oturan oğlumu bile göremiyordum. Sonra her yanımızdan çığlıklar yükseldi. Arkadaşlarımın gökyüzünü yırtarcasına yükselen çığlıkları ve imdat sesleri… Sandalımızın parçalandığını hatırlıyorum. Oğluma beni takip etmesini söyleyip suya atladığımı ve kıyıya doğru yüzmeye başladığımızı hatırlıyorum. Oğlum tam arkamdaydı. Tam kıyıya varmıştık ki aniden suyun içinden fırlayan bir şeyler onu kıskıvrak yakalayıp gölün derinliklerine doğru çekip götürdü! Onu tutmaya çalıştım ama başaramadım. Gitmişti… Her şey bir anda olup bitmişti ve ben karada yalnız kalmıştım. Hiç kimseden eser yoktu. Orada durmaya cesaret edemedim ve koşarak hızla oradan ayrıldım. Oğlumu kurtarmak için hiçbir şey yapamadım. Yapabileceğim hiç bir şey yoktu, ben savaşçı değilim anlayın beni.” dedi yalvaran gözlerle şövalyeye bakarak. Şövalye anladığını belirtmek istercesine kafasını salladı. “Olabildiğince hızlı bir şekilde köye döndüm ve olanları kasaba meclisine anlattım. Bir kurtarma ekibi oluşturmaları için yalvardım ama beni dinlemediler. Bu felaketi üzerimize kendimizin çektiğini ve bizim sorumsuzluğumuz yüzünden başka insanların hayatını tehlikeye atmayacaklarını söylediler. Buna inanabiliyor musunuz? Biricik oğlumu kurtarmak için kıllarını bile kıpırdatmadılar ve eğer azıcık aklım çalışıyorsa benim de aynı şeyi yapmamı önerdiler. Bunaklar!” Adam öfkeyle hırladı. “Bir şeyler yapmalıydım, öylece duramazdım. Büyücü Marvin’in tekrar köşkünde olduğunu bilseydim belki de ona giderdim. Ama bilmiyordum. Onun yerine aklıma siz geldiniz beyim. Diyarların dört bir yanında adı duyulan mağrur şövalye... Hemen köyden ayrıldım. Üç gün iki gecedir yoldayım ve sonunda sizi buldum. Lütfen bana yardım edin. Oğlumu kurtarın, lütfen!” Acı çeken babanın yalvarışı şövalyeye dokunmuştu. Adama yardım etmeye karar verdi. Hoş, adamın hikâyesini dinlemeden önce de zaten bu kararını vermişti. Zorda olan kimseyi geri çevirmezdi çünkü. Kendi ahmaklıkları sonucu belaya bulaşmış olanları bile…
Şövalye ayağa kalkarak “Merak etme. Elimden geleni yapacağım yolcu kişi. Konuşmak için kendini daha fazla yorma. Biraz dinlenmen gerek.” dedi. Bu sözlerle birlikte adamın yüzü sevinç ve ümitle aydınlandı. Anladığını göstermek mahiyetinde başını bir kez olumlu anlamda salladı ve arkasına yaslanarak gözlerini kapadı. Şövalye delikanlıya dönerek “İçeride biraz yiyecek ve içecek bir şeyler olması lazım. Burada dinlenebildiğiniz kadar dinlenin sonra da köye geri dönün.” dedi.
“Peki sen ne yapacaksın Cesur Şövalye?” diye sordu delikanlı merakla.
“Gidip göl halkına yardım edeceğim elbette. Her ne kadar geçmişte bana pek de hoş davranmamış olsalar da onları bu durumda yalnız bırakmak şövalyelik düsturuma aykırı. Ama önce eski dostum Marvin’e bir ziyarette bulunacağım sanırım. Hem tavsiyelerine ihtiyacım olacağından hem de yol o yönden daha kısa olduğundan.” dedi şövalye.
“Yolun açık olsun şövalyem. Dediklerini yaşlılar heyetine aynen ileteceğim. Dönüşünü dört gözle bekleyeceğiz. Geri geldiğinde yeni maceranı Büyük Salonda bizimle paylaşacağını umarım. Duymak için şimdiden sabırsızlanıyorum.” dedi delikanlı heyecanla ve hayranlıkla ışıldayan gözlerle.
Şövalye sadece gülümsemekle yetindi ve kulübesine girerek hala şarkı söylemekte olan kılıcına doğru yöneldi. Sandığın kapağını sert bir hareketle açtı ve “Kes sesini seni geveze. Yoksa seni yanıma almam ona göre!” diye çıkıştı kılıca, şakayla karışık.
“İyi tamam, sustum. Nereye gidiyoruz? Umarım bu sefer kokuşmuş goblinlerden daha iyi rakipler çıkar karşımıza. Yeni bir dövüş için sabırrrrsızlanıyoruuum. Nı-ha-ha-ha!”
“Hala konuşuyor musun sen?” diye sordu şövalye kılıcı belindeki kınına yerleştirirken.
“Tamam, tamam sustum. Bak konuşmuyorum işte. Tamamen sessizim. Sessizden de sessizim. Sessiz ötesiyim. Sessiz…” Bezginlik dolu bir homurtu koyan şövalye kulübeden ayrıldı. Yorgun yolcuyla ve delikanlıyla kısa bir vedalaşmanın ardından ormanın içine daldı. Kılıcın hala devam eden “Sessizim” mırıldanmaları arasında ağaçların arasına girerek gözden kayboldu.

Orman fotoğrafı / Forest photo by realityDream
Kulübe / Hut by Minnhagen
Sandal fotoğrafı / Boat photo by siscanin

17 comments:

Pabuc dedi ki...

şimdi yazınızı gördüm baktım ki uzun bi hikaye ,bn de sakin kafayla okumaya karar verdim:) okuduğum zaman da yorum yapacam:)sağlıcakla kalınız..

mit dedi ki...

Uzuuuuun bir hikayenin ilk bölümü :) Malum, blog ortamı çok uzun yazıları kaldırmıyor. Ben de bölerek yayınlamaya karar verdim, yine... Dilerim okumaya fırsatınız olur.

shenem dedi ki...

ama kıyamam ki mit'cim, koskoca şovalyenin derme çatma kulübesi mi olur hiç..!
şu geveze kılıç bende olicak, ne eğlenirdim vala,:))

carmen dedi ki...

sonrasında ne tip goblinler çıkacak?ipucu versen:D

mit dedi ki...

@shenem: Sonuçta o sürgün bir şövalye shenemcim, daha önceki hikayelerde anlattığım gibi şövalyelikten kovulmuş aslında. Ama onun için şövalyelik sadece bir ünvan değil, ruhunda var. O yüzden zırhını giymeye ve kötülüklerle savaşmaya devam ediyor. Kulübesi derme çatma olsa bile ;)

@carmen: Goblinlerle paçayı kurtarsa iyi :) Bu sefer daha çetin bir şeyler hazırlıyorum onun için. İpucu çok küçük de olsa balıkçının hikayesinde gizli.

Pabuc dedi ki...

sakın balıkçı yalan konuşuyo olmasınnnn :))yoksa fırlayıp çıkan canavar o muyduu :)) şovalyeyi oralardan uzaklaştırıp köylülerimi yiyecek :) ayyy öyle değil dimi...

mit dedi ki...

Hikaye yazamam diyene bakın hele :) Birden benim kafamda tasarladığım macera çok sönük kaldı bu yorumun karşısında. bilemedin diye sevinsem mi üzülsem mi karar veremedim :)

Pabuc dedi ki...

:)))))))))) korku filmlerini severim (tabi gözlerimi ellerimle kapattığım arada bakabildiğim kadarıyla seviyorum:)))ahh bendeki bu korku..
bence sen bu hikayenin devamını çok daha güzel getireceksin inanıyorum..ne kadar uzun olursa olsun okuyacaz devamını söz:) Sağlıcakla kal..

mit dedi ki...

Bense korku filmlerini hiç sevmem. Gözlerimle kulaklarımı aynı anda kapatamıyorum çünkü :)

Küçükken Jaws'ın ilk filmini izleyişimi hatırlıyorum da... oturma odasında izlemeye başladığım filmi koridorda ellerim kulaklarımda oturarak tamamlamıştım. Odama gidemiyordum çünkü karanlıktı :) Neyse, çenem düştü yine...

Desteğiniz ve güzel yorumlarınız için çok teşekkürler. Umarım dediğiniz gibi olur.

Pabuc dedi ki...

:)))))))))))
Erkek kardeşimle ŞEYTAN filmini izleyecektik(okadar cesaretimizi topladıkyani) filmin başlangıcında korkup kapattık:)))
Şimdi merak ettim senin biizmle bi kan bağın varmı pek bi tanıdık geldin bana:))) korkma konusunda:))

mit dedi ki...

hehehe :) DeMoN lakaplı arkadaşım bilir, Halka 2'de de aynı şeyi ben yapmıştım. Daha açılıştaki müzikten tırsıp odayı terketmiştim :)))

Bilmem, olabilir. Herşey mümkün bu dünyada...

Pabuc dedi ki...

aklıma gelmişken ben var ya bennnnn piton yılanından bir de yanlış anlaşılmaktan da korkuyordum ,söylemeyi unutmuşum:))

Hazal dedi ki...

Bu konuşan kılıç ve şövalye bana Shrek ve Eşşek'i hatırlattı feci derece de :). Eşşek de hiç susmuyordu ya.
Mizahi yönü ağıri okuması zevkli bir bölüm olmuş. Masalları alaya alan yazılara benzettim ki bu hoşuma gitti. Nedense aklım kılıç da kaldı . Düşmenlarını çok konuşarak mı yeniyor :)? Konuşa konuşa, düşmanlar Cesur Şövalye'nin ayakların akapnıyolarmış falan:" Abi kurban olıyım sustur şunu!" xD.

Neyse neyse.

Emekli bir şövalye kullanmak da güzel bir fikir. Hep böyle civa gibi dinamik delikanlılar ya da üst düzey orta yaşlı şövalyeler kullanılır genelde. Bu da başka bir farklılık ve lezzet katmış hikayeye.
Okurken yüzümde bir gülümseme oluştu :). Devamını da okuyacağım.

Ellerinize sağlık.

mit dedi ki...

"Abi kurban olayım sustur şunu!" yorumunuz beni gülmekten öldürdü :) Yerlere yattım resmen :) Çok güzel bir yorum ve çok iyi bir fikir ayrıca.

Beğenmenize çok sevindim. Okurken bir nebze de olsa eğlendiyseniz ne mutlu bana. O gülümsemenin yüzünüzden eksik olmamasını dilerim. Değerli yorumlarınız için de tekrar tekrar teşekkürler.

Adsız dedi ki...

bayıldım,bayıldım çok mükemmel bir giriş olmuş.ben de korku filmlerini seyredemem.devenin_bale_pabucu gibi ve senin gibi :) hiç izlemedim yani sinemada arkadaşım da aksine çok sever.anlaşamıyoruz film konusunda. diğer bölümleri de okuyacağım.zaten okuduğumu yorumlarımdan anlarsınız.mutlaka yorum ayzarım:)

mit dedi ki...

Korku filmlerini sevmiyorum. Çünkü çok korkuyorum :) DBP'yi de alıp üçümüz bir korku filmine gitsek sinemadakiler filmi bırakıp bizi izlemeye başlarlar herhalde :) Değerli yorumunuz için çok teşekkürler.

Adsız dedi ki...

kesinlikleee :))))))) rica ederim zevkle okuyorum ve yorumluyorum :)