Erhan’la ilk tanışmamız yeşillerin giyilebilir tek renk seçeneği olduğu ve bolca kara mercimek ve hoşaf tüketilen bir yerde olmuştu. Pek de sıcak ve içten bir tanışma olmamıştı aslına bakarsanız. İstanbullu olduğunu öğrendiğimde tanışmak için yanına gitmiş ve “Duyduğuma göre sen de İstanbulluymuşsun” diyerek tokalaşmak için elimi uzatmıştım. O ise “Ya, evet…” diyerek soğukça yanımdan geçip gitmiş ve elim havada beni orada öylece bırakıp gitmişti. O zamanlar bir anlam verememiştim bu soğukluğuna…
İlerleyen günlerde bir kitap, bir cip ve üç manyak vasıtasıyla yollarımız bir kez daha kesişti Erhan’la. Ye, iç, yat, kalk şeklinde geçen monoton hayatımızı renklendirmek için, şu anda aramızda bulunduğunu sandığım Erbaz’ımız önderliğinde fazla detaya giremeyeceğim küçük bir maceraya atılmak için toplanmıştık. O gün ilk defa samimileşmiştik Erhan’la. Hoş, cip o kadar küçüktü ki samimi olmamak elimizde değildi sanırım. Ama oldukça eğlendiğimizi söyleyebilirim. Muhabbet ve sohbetler eşliğinde, fotoğraf sosuyla süslü birkaç keyifli saat geçirmiştik hep birlikte. Ama yine de muhabbetler arasında Erhan’ın uzaklara bakarak dalgınlaştığı gözümden kaçmamıştı. O zamanlar bir anlam verememiştim bu dalgınlığına…
Daha sonraki günlerimizde nikel kaplı bir grubun alternatif tınılarına duyduğumuz sevgi, ortak yanlarımızın sadece İstanbullu olmak olmadığını keşfetmemizi sağlamıştı. Rock müzikten tutunda sinemaya kadar uzanan geniş bir yelpaze vardı önümüzde. Böylece o bitmek bilmeyen 460 gün daha bir çekilir olmuştu benim için… Yemekhanedeki sanki lüks bir restorandaymışız gibi yaptığımız muhabbetlerimizden mi bahsetsem? Yoksa film izlerken replikleri aynı anda tekrar etmemizden mi? Ya da olur olmaz her yerde yaptığımız Meksika Dalgalanması’ndan mı? İtalyanca zırvalamalarımızdan mı? Tabii ki bunların hiç birini tek başımıza yapmadık. Yanımızda hep bizimle birlikte olan değerli dostlarımız da vardı. Askerde ne kadar mutlu olunabilirse o kadar mutluyduk beraberken. Ama Erhan arada bir mahzunlaşır, bakışları uzaklara dalardı. O zamanlar bir anlam verememiştim bu üzüntüsüne…
Sonra gecelerden bir gece, ben yine karargâh nöbetindeyken anladım tüm gerçeği. Gecenin geç saatlerinde, elimde tüfeğim, soğuktan tir tir titreyerek nöbetimi tutuyordum. Uzaktan bir gölgenin usulca bana yaklaştığını gördüm birden. Erhan’dı bu. “Nihayet” dedim kendi kendime, zaten onu beklediğim için. Titreyerek yanıma geldi. Ellerine üfleyerek ısınmaya çalışıyordu. Ağzımızdan buharlar yükselirken muzipçe gülerek birbirimize baktık kısa bir müddet. Ardından hızla karargâha girdik ve etrafta kimsenin olmadığına emin olduktan sonra sessizce bir üst kata çıktık. Yani benim yazıhaneme… Erhan bir iyilik rica etmişti benden, o zamanlar sözlüsü olan Tuğba ile görüşmek istiyordu. Farklı bir şey deneyecektik bugün, cep telefonu üzerinden internete girecektik. Soğuklar nedeniyle uzun zamandır çarşıya çıkamadığımız için internete giremiyorduk çünkü. Bilgisayarı açtık ve küçük düzeneğimizi kurup internete bağlandık. Biraz bekledikten sonra Messenger’ın bilindik gelen ileti sesi odayı doldurdu. Tuğba’ydı bu… Erhan’ın yüzü sevinçle aydınlandı ve klavyeye atıldı. O an Erhan’a baktığımda yüzünde gördüğüm ifade beni şaşkınlığa uğrattı. Onca zamandır beraber olmamıza rağmen onu hiç öyle görmemiştim çünkü. Yüzünde büyük bir mutluluk ve huzur vardı arkadaşımın. Ruh eşine kavuşmuş birinin huzuru… Kalbinin diğer yarısını bulmuş birinin huzuru… İşte o an anlam verdim onun hiç dinmeyen üzüntüsüne, hiç bitmeyen dalgınlığına… Âşıktı arkadaşım, hem de çok… Bu yüzdendi her İstanbul lafı geçişinde ah etmeleri, boynunu büküp oturmaları. Bu yüzdendi uzaklara bakıp dalgınlaşmaları.
Çok şükür ki bugün burada, birbirini tamamlayan ve bana dostum deme inceliğini gösteren bu iki eşsiz insanın hayatlarını birleştirmelerini, ömür boyu mutluluğa imza atmalarını, ucundan yakaladığım bu güzel aşk hikâyesinin mutlu sona ulaşmasını izliyorum sevinçle. Hayır, sona ermesini değil. Tam aksine, yeniden ve daha güçlü bir bağ ile başlamasını… Bu tek perdelik ve iki kişilik oyunda sadece birer seyirci olan bizlere bu mutlu günlerinde yanlarında olma fırsatı verdikleri için de ayrıca teşekkür ediyorum onlara. Her şey gönlünüzce olsun dostlarım. Hak ettiğiniz mutluluğa kavuşmanız, birlikteliğinizin sonsuza dek sürmesi umudu ve dileklerimle…
Not: Bugün evlenip Dünya Evi'ne giren sevgili dostlarım Erhan ve Tuğba için yazılmıştır.
Gelin&Damat / Bride&Groom cake topper by Giggy's Cake
Lina Areklew "Death in Summer"
1 gün önce
7 comments:
Gökten 3 elma düşmüş..biri Erhan'ın başına ,biri Tuğba'nın başına biri de yorgun savaşçının başına:))
En kötü günleri bu olsun inşallah her daim bundan daha mutlu olsunlar...
Teşekkürler... Hem arkadaşlarım adına, hem de kendi adıma.
Canım İhsan kardeşim...Kadim dostumuz...Oncelikle oralardan kalkıp bizim icin geldiğin için cok cok ama cok tesekkurler...o bi kac saatte bile etrafımda pervane oldugun icin...Kardesim oldugun icin...Beni giydirğin icin... :)) Her sey icin ama hersey icin...tesekkurler KARDESİM...seni cook seviyoruz...Kusura bakma kosusturma ve kafamın surekli dalgın olmasından (bunu kendin de gordun zaten...) dolayı yazını okuyamadık...kusurumuza bakma lütfen...
Önemli değil kardeşim. Önemli olan sizin mutluluğunuz, bu yazı da onun için yazılmıştı zaten. Okunmuş okunmamış, siz mutlu olduğunuz sürece benim için önemi yok.
Bende bu güzel ve anlamlı günde bana da aranızda bulunma fırsatı verdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Bende sizi çok seviyorum ve bir ömür boyu mutluluklar diliyorum.
yawrum doldurdun gozlerimi yine yaa... eline diline saglık kardesim
cok begendik
günaydın arkadasım. yazdığın o güzel yazıyı okudum şimdi. çok duygulandım
sölencek laf yok. saolasın,
iyi ki varsın. beğenmek ne demek,
ağlattın be :)
Çok çok çok çok mutlu olursunuz inşallah, canım arkadaşlarım benim.
Yorum Gönder