Resepsiyondaki hemşire bizi güler bir yüzle karşıladı. “Hoş geldiniz. Neyiniz var?” dedi gülümseyerek.
“Grip…” dedim boğuk bir sesle.
Hemşirenin yüzündeki gülümseme hemen soluverdi ve hemen yüzüne bir doktor maskesi geçiriverdi. “Hasta kim?” diye sordu ardından.
“Ben…” dedim bezginlikle.
Hemşire benimle olan mesafesini koruyarak “Kayıt yaptırmanız lazım. Sizi şöyle alalım.” diyerek resepsiyon masasının arkasına kaçıverdi. Bu sırada ben masanın üzerindeki tabelaya takmış vaziyetteydim. “Resepsiyon ve kayıt deski” yazıyordu tabelada. “Haydi, resepsiyonu anladık da desk de ne oluyor? Masanın cılkı mı çıktı sizi Türkçe katilleri…” diye söylenmekle meşguldüm içimden. Hemşire, sanki patlamaya hazır bir saatli bombaymışım gibi arada bir bana kaçamak bakışlar fırlatarak kaydımı yaptı ve bizi yukarı gönderdi.
Bizim şansımıza tam da öğle yemeği vaktinde oraya varmışız. Herkes yemekte olduğu için biraz beklemek zorunda kaldık. Bir müddet bekledikten sonra ise doktor bey yemekten döndü. Ama ne doktor… Adamla ilk tanışmanızda kendini “Boksörüm.” ya da “Güreşçiyim.” diye tanıtsa kesinlikle yadırgamasınız. O derece iri ve yapılı bir adam yani… Kapılardan eğilerek geçiyor, gerisini siz düşünün. “Bu adam mı muayene edecek beni?” diye düşünürken sıra çabucak bana geldi. Oturduğum köşeden kalktım, muayenehaneye girdim. Doktor, masasının arkasına oturmuş kuşkuyla beni süzüyordu. “Grip misiniz?” dedi kuşkuyla.
“Evet…” dedim pervasızca. İlk defa grip olmuyordum ya canım?
Adam masasının arkasında hafifçe büzüştü. “Baş dönmeniz var mı peki?” diye sordu hafif ürkekçe.
“Evet, var.” dedim yine aynı kayıtsız ses tonuyla. Doktor masasının arkasında biraz daha küçüldü. “Peki, midenizde bir kasılma veya başka bir ağrınız var mı?” diye sordu.
“Hayır, yok.” dedim. Yoktu çünkü… O anda adam biraz rahatladı. Derin bir nefes aldı ve “Şöyle uzanın, bir bakalım.” dedi.
“Tamam” dedim ve kendimi muayene yatağına atıverdim. Doktor “Buralarda bir acı ya da ağrı olmadığına emin misiniz?” diyerek iri elleriyle mideme bastırdı. İşte o anda yıllardır olmayan bir şey oldu. Gıdıklandım…
Kıkır kıkır gülerek “Hayır, yok.” dedim. Doktor önce biraz şaşırdı tabii… Sonra “Peki ya burada?” diyerek başka bir bölgeye bastırdı. Ben yine kıkırdayarak “Hayır.” dedim. Sonunda doktorda gülerek bir yere daha bastırdı. Ben yine güldüm. Doktor bir tebessümle masasının arkasına döndü ve “Sanırım ciddi bir şeyiniz yok. Ama biz her ihtimale karşı sizi bir-iki saat gözlem altına alalım. Bir de serum takalım.” dedi. Hayda… Serum da nereden çıkmıştı şimdi?
Ben gerek yok falan diyemeden annem araya girdi ve “İyi olur.” diyerek operasyona onay verdi.
Birkaç dakika sonra polikliniğin üst katlarında bir yatakta somurtkan bir yüzle yatmaktaydım. Annem de başucumdaki bir koltukta oturmuş, beni izliyordu. İçeri bir serum şişesi eşliğinde orta yaşlarda iki hemşire girdi.
“Eveeeet. Şimdi…” dedi hemşirelerden biri, elindeki iğneyi hazırlarken.
“Şimdi acıyacak…” diye homurdandım hafif esprili bir şekilde.
Hemşireler bana şaşkınca bir bakış attılar. Daha önce espri yapan bir hasta görmemişlerdi herhalde. Benim de huyumdur, böyle stresli anlarımda illa ki bir-iki şaka yaparım. Neden bilmem…
Hemşireler gülüp “Evet, şimdi acıyacak.” dediler ve iğneyi haşırt! diye saplayıverdiler sağ koluma. Acıyacak derken şaka yapmıştım ben hâlbuki!
Biri serum takarken diğeri kan örneğimi alıyordu. Kan örneği alan hemşire “Sigara kullanıyor musunuz?” diye sordu klasik olarak. Ben soruyu yanıtlayamadan annem araya girerek “Hayır kullanmaz. Oğlumun hiçbir kötü alışkanlığı yoktur.” dedi. Hemşireler bu yorum üzerine merakla dönüp bana baktı. Bense “Annem öyle sanıyor.” diyerek bir espri daha yapmakla yetindim. Herkes güldü tabii… Ne de olsa iğnelerin girdiği kol bana aitti. “İki saat burada kalacaksınız İhsan Bey.” dedi hemşirelerden ilki. “Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenin.” diye devam etti ve ikisi birlikte dışarı çıktılar.
İki saat sonra ben hâlâ aynı yataktaydım ama serum hiç de bitecek gibi görünmüyordu. Daha yarısına bile gelmemişti. Fakat serumun etkisiyle benim çok feci şekilde tuvaletim gelmişti. Kolumda serum olduğu için yerimden kıpırdayamıyordum. Anneme durumu izah ettim ve annem hemen hemşireyi çağırmaya gitti. Az sonra hemşirenin başı kapıdan göründü ve “Hemen geliyorum İhsan Bey.” diyerek tekrar gözden kayboldu. Yattığım yerde ileri geri sallanarak hemşireyi beklemeye devam ettim. Bu esnada karşı odadan sürekli ağlayan bir çocuk sesi geliyordu kulaklarıma. Ama hemşireden eser yoktu. Meğerse o çocuğa iğne yapmaya çalışıyormuş. En sonunda dayanamayıp “Bırakın yahu. İğneyi çocuğa ben yaparım. Yeter ki beni tuvalete götürün!” diye bağıracaktım ki hemşire göründü. Tam zamanında… Yoksa ağlayan çocuk sayısı ikiye çıkacaktı.
Altı saatin sonunda serumun tamamı damarlarıma zerk oldu ve böylece iki saatlik gözlem sona ermiş oldu. Ben ise kolumda pis bir sızı ve yatmaktan dolayı sırtım uyuşmuş vaziyette odayı terk ettim. Bu hayatımın en uzun iki saatlerinden biriydi. Hastalığımı ise ancak bugün üzerimden atabildim. Aman dikkat…
0 comments:
Yorum Gönder