10 Aralık 2009 Perşembe

Eve Dönüş (Bölüm 3)


Genç adam, Alman kurdu ve kız çocuğundan oluşan sıra dışı üçlü, dikkatli bir şekilde Cadde’ye çıktılar. Uzaktan gelen silah sesleri ve bağrışmalara bakılırsa Yağmacılar ve Düzenleyiciler yine birbirlerini yiyiyorlardı. Grup, sesleri arkalarına alarak daha tenha olduğunu umdukları bir yöne doğru ilerlemeye başladı. Bir taraftan yürürken bir taraftan da fısıldayarak konuşuyorlardı.

“Evin nerede demiştin?” diye sordu genç adam, yıkık bir binanın köşesinden önlerindeki yolu gözetlerken.

“Bilmiyorum…” diye fısıldadı kız.

Genç adam şaşkınlıkla “Ne?” diye bağırdı. Köpek hafif bir homurtu koyuverince ne yaptığının farkına vardı ve alt dudağını ısırarak hızlıca etrafına bakındı. Gelen giden yok gibiydi. “Evinin nerede olduğunu bilmiyor musun yani? Peki, seni oraya nasıl götürmemi bekliyorsun, söyler misin bana küçük hanım?” diye çıkıştı, cesaret edebildiği kadar yüksek sesle.

“Ben… Evimin adını biliyorum. Kayıp Şehir…” diye mırıldandı küçük kız. “Nerede olduğunu biliyorsundur diye umuyordum.” diye ekledi ardından.

Genç adam inanamayan bakışlarla genç kıza bakakaldı. “Kayıp Şehir mi? Sen oradan mısın yani?” dedi şaşkınca.

“Yani nerede olduğunu biliyor musun?” dedi kız umutla.

“Hayır, bilmiyorum. Lanet olsun! O şehir kayıp! Adı üzerinde, Kayıp Şehir… Kimse nerede olduğunu bilmez. O şehrin bir efsaneden ibaret olduğunu sanıyordum.”

Kızın yüzü asıldı ve bakışları önüne düştü.

Adam sıkıntılı bir şekilde iç geçirdi ve “Merak etme. Bilebilecek birini tanıyorum.” dedi.

***

Büyük Savaş olarak adlandırılan felaketin ardından tüm dünya çorak topraklar ile kaplanmıştı. Savaş sırasında atılan nükleer bombalar hemen hemen tüm bitki örtüsünü yok etmiş, tüm dağları, tüm yerleşim birimlerini yerle bir etmişti. Cadde gibi bazı şehir kalıntıları dışında her yer çöl halindeydi. Su, içilemeyecek derecede radyasyon kaynıyordu. İnsanoğlu kendi sonunu kendi getirmişti. Şimdi bu sonu gelmeyen çöl ikliminde, orada burada kurdukları küçük yerleşim birimlerinde yaşamaya gayret ediyorlardı. Aşırı radyon sebebiyle mutasyona uğramış yaratıklarla uğraştıkları yetmiyormuş gibi, bu kanunsuz ve başıboş düzeni kendi çıkarları için kullanan insanlara karşı da mücadele etmeleri gerekiyordu.

Gece hızla çöktü. Grup, birkaç saat önce Cadde’den ayrılmış, çorak topraklar üzerinde yolculuklarına devam etmeye başlamıştı. Güvenilir bir yer bulup kamp kurmaya karar verdiler. Sonunda taşlık bir yamacın eteklerine oturdular. Genç adam çantasından çıkardığı battaniye ile yatacak bir yer hazırlayıp kızı yatırdı. Kendisi ise bağdaş kurup nöbet tutmaya hazırlandı. Köpeği de hemen ayaklarının dibinde, yarı kapalı gözlerle uzanıyordu. Ateş yakmaya cesaret edememişlerdi.

“Bana yardım ettiğin için teşekkür ederim.” diye mırıldandı Siyem. Adam cevap vermek yerine kafasını sallamakla yetindi. “Henüz adını bile bilmiyorum.” diye devam etti kız.

“Benim bir adım yok.” dedi adam. Kızın soran gözleriyle karşılaşınca devam etti. “Annem doğum esnasında ölmüş. Bana bir isim veremeden önce… Babamı ise hiç tanımadım. Eğer tanısaydım onu kesin öldürürdüm.”

“Neden?” diye sordu Siyem.

“Çünkü babam olacak piç, pisliğin tekiymiş. Bir Yağmacı… Köyümüze yapılan bir baskın sırasında anneme tecavüz etmiş. Annem, her şeye rağmen beni sahiplenmiş ve doğurmuş. Bense annemin bu vefasını onun hayatına mal olarak ödemişim.” dedi hüzünle. “Şimdi sana neden yardım ettiğimi biliyorsun.” diye ekledi ardından.

Kız anlayışlı bir şekilde kafa salladı.

“Beni tanıyanlar bana Cesur der. Lakabım bu… İstersen bana böyle seslenebilirsin. İşim gereği de Arayıcı derler. Ben buyum çünkü, bir Arayıcı.”

“Arayıcı nedir?” diye sordu Siyem bu kez de.

“Senin uyumaya niyetin yok galiba.” diye gülümsedi adam. “Arayıcıları bilirsin. Belki de bilmezsin. Araziyi dolaşırız, harabelere dalarız. Büyük Savaş’tan önceki zamana ait şeyleri toplarız. Kullanılabilir durumdaki haritalar, kitaplar, arşivler… Arazinin haritasını çıkaranlar da var, benim gibi. Sonra da bunları yiyecek ve ilaç karşılığında satarız.”

“Heyecanlı bir hayat olmalı…”

“Öyledir. Ve de tehlikeli…”

“Peki ya köpeğin? Onun bir ismi var mı?”

“Evet, var. Kartal…”

“Kartal mı? Dişi bir köpek için biraz garip bir isim değil mi bu?”

“Aslında öyle… Bu ismi onu Kartal’da bulduğum için verdim. Aslına bakarsan o beni buldu. Hatta hayatımı kurtardı.” Sonra köpeğin başını okşayarak “Eh, Şaşkın Bakkal’dan iyidir herhalde.” diyerek güldü.

Siyem yattığı yerde dönerek bir müddet sessizleşti. Sonra da usulca “Cesur… Güzel bir isim.” diye mırıldandı.

Adam karanlıklara bakarak gülümsedi… “Evet, sanırım öyle.”

- Üçüncü Bölümün Sonu -


Screenshot from Fallout 3

5 comments:

Loreathan dedi ki...

Süper olmuş yine mit, ama küçük kıza annesinin tecavüz olayını anlatması ve kızın pek umursamaması enteresan olmuş:)
Şaşkın bakkala koptum ^_^
Eline sağlık tekrardan

Adsız dedi ki...

İlk bölümü okuduğumda bende bahsettiğiniz filmlere benzetmiştim..

ama bu böllümle o düşüncem yıkıldı :))

çok güzel yazıyorsunuz, arkası yarın gibi :)
devamını merakla bkliyorumm..

mit dedi ki...

@Loreathan: Teşekkürler. Küçük kızın tepki vermemesinin bilerek yaptığım bir şey olduğunu söylemekle yetinsem olur mu? Konuyu fazla açık etmemek adına... ;) Yorum için sağol.

@Bahaar: Öyle olacağını biliyordum :) Sonuçta bu farklı bir hikaye ve kendi yolunu çizmeli, değil mi? ;) Çok teşekkürler okuduğunuz ve yorumlarınızı eksik etmediğiniz için.

Pabuc dedi ki...

Ya bak iyi güzel de bu öyküyü memnuniyetle okuyoruz ama bi torpil yapsam sonraki bölümleri el altından bize göndersen :P diyorum..yap bi güzellik :)

ya da mümkünse 2 günde bir yayınla yeni bölümleri:) dedim işte ..neyse :)

neyse ben yine susayım ve usul usul öykünün devamını bekleyeyim barii :)

mit dedi ki...

İyi de o zaman bir çırpıda tüketmiş olursunuz bu güzelim öyküyü. Böyle sindire sindire daha iyi değil mi? :) Daha sık güncellemeye çalışacağım, söz. Sevgiler...