18 Aralık 2009 Cuma

Eve Dönüş (Bölüm 5 - Son)


Ertesi sabah küçük grup yanlarında bir refakatçi ile meydandan ayrılıp Tüp Geçit’in yolunu tuttular. Geçidin girişine vardıklarında refakatçi gizli bir şifreyle kapıyı açtı ve içerideki arkadaşlarını onların geçişi hakkında bilgilendirdi. Köpekler, yeni gelenleri koklayıp cyborg olmadıklarını onayladı. Bunun üzerine iyi silahlanmış koruyucular öne çıkıp Cesur’u ve yanındakileri selamladılar. Geçişlerinde de yardımcı oldular. Tünelden çıktıklarında artık Avrupa yakasındaydılar.

“Bundan sonrası size kalmış. Ben burada ayrılıyorum.” dedi refakatçi. “Şu anda Kennedy Caddesi üzerindeyiz yani hemen hemen Sultan Ahmet Parkı’nın dibinde.  Kapalı Çarşı ise kuzeyimizde. Yerinizde olsam şu yolu takip eder ve Ayasofya’dan uzak dururdum. Orası şu “Yeni Tanrı” saçmalıklarıyla uğraşan fanatiklerle dolu. Hem böylece Yerebatan’ın zombi kaynayan tünellerinden de uzaklaşmış olursunuz.” diye devam etti. Cesur, adama teşekkür etti ve kısa bir vedalaşmanın ardından yıkıntıların arasına daldılar. Avrupa yakasının da Asya’dan pek bir farkı yoktu. Görünüşe göre burası çölden çok molozlarla kaplıydı. Uzaktan Süleymaniye Camii’nin ayakta kalan tek parçası, ışıl ışıl parlayan cevahir minaresi görünüyordu.

Uzun ve zahmetli uğraşlar sonunda Kapalı Çarşı’nın harabelerine vardılar. Cesur, bazı yerleri yıkılmış olsa da yapının halen ayakta olduğunu görünce şaşırdı. Temkinli bir şekilde içeri girdiler fakat görünürde ne bir kimse ne de bir ikinci giriş görünüyordu. Sonunda Cesur dayanamayıp silahlarını yere bıraktı ve bağırmaya başladı.

“Kayıp Şehir halkı! Burada olduğunuzu biliyoruz! Aranızdan birini size geri getirdim. Bizi içeri almayacak mısınız?”

Sesi taş duvarlarda yankılanıp kendisine geri geldi. Fakat bir müddet yanıt alamadı. Bir an sonra nereden çıktıkları anlaşılmayan iki köpek hızla üzerlerine koşmaya başladılar. Cesur bir an korku ile kasılıp kaldı. Fakat köpekler saldırmadı, sadece yeni gelenleri kokladılar. Sonra hiçbir şeyden şüphelenmemiş olacaklar ki Kartal ile şakalaşmaya başladılar.

“Temiz!” diyen bir kadın sesi duyuldu tepelerinde bir yerden. Birdenbire mekanik bir tıkırtı duyulmaya başlandı. Ardından da tam önlerindeki zeminde geniş bir kapak açıldı. Kapaktan dışarı bir kafa uzandı ve “Ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz siz? Oldu olacak herkese yerimizi ilan etseydiniz! Girin içeri!” diyerek bağırdı.

Bu lafı ikiletmediler ve açılan geçitten hızlıca geçtiler. Şimdi dar ve uzun bir taş merdivenin üzerindeydiler. Basamaklar sonsuza kadar aşağı iniyormuş gibi görünüyordu.

“Cyborglardan nasıl kurtuldunuz?” diye sordu onları karşılayan adam. Eski püskü kıyafetler giymiş, topluca bir adamdı. Birbirine girmiş saç ve sakalı yer yer beyazlamaya başlamıştı. Gözünde bir motorsikletçi gözlüğü, elinde ise eski bir makineli tüfek vardı.

“Hangi cyborglar? Sahilden beri kimseye rastlamadık.” diye cevapladı Cesur.

“Gerçekten mi? Hayret…” dedi adam, gözlerini kırpıştırarak. Oldukça şaşırmış görünüyordu.  “Son bir aydır sürekli buralarda dolanıp yerimizi arıyorlar. Bulamadılar elbette. Sanırım sonunda pes ettiler. Hah! Bunu şefe söyleyinceye kadar bekle.” diyerek keyifle kıkırdadı ve basamaklardan aşağı inmeye başladı. Grup da onu takip etti.

***

Uzun bir inişin ardından nihayet Kayıp Şehir’e varmışlardı. Yerin kilometrelerce altında, taştan yapılma devasa bir şehirdi burası. Taş binaları, meydanları hatta bir çarşıları bile vardı. Cesur hayranlık ve şaşkınlıkla etrafını izliyordu. İlk kez bu kadar büyük ve canlı bir yerleşim yerindeydi. Onun bu şaşkın bakışlarını gören adam kıkırdadı ve “Güzel değil mi?” diye sordu. “Hepsini şefimize borçluyuz. Gerçi kendisine şef dememden pek hoşlanmaz. Ona Başvekil denmesini tercih ediyor. Onunla tanışıncaya kadar bekle. İşte geliyor.” diyerek uzakta, korumaları ile yaklaşan uzun bir kadını gösterdi. “Sizi gördüğüne memnun olacaktır. Yeni birilerini görmeyeli uzun zaman olmuştu.” dedi sakallı kendi kendine.

Bu cümle ile Cesur’un beyninde çanlar çalmaya başladı ve olduğu yerde durdu. Adamı kolundan tutup “Yeni birileri derken sadece beni kastediyorsun sanırım? Ne de olsa Siyem sizlerden biri…” dedi.
“Sen neden bahsediyorsun?” diye sordu sakallı.

“Siyem’i diyorum. Bana burada yaşadığını söyledi. Annesi ile kaçırılmış. Onu size geri getirdim.” dedi küçük kızı işaret ederek.

Sakallının verdiği cevap tam da Cesur’un duymaktan koktuğu şeydi.

“Bu kızı hayatımda ilk defa görüyorum.”

Cesur yavaşça ve korkuyla arkasına dönüp kıza baktı. “Yalandı değil mi? Kaçırılman… Annen…”

Kız cevap vermedi, yüzünde zalimce bir sırıtış vardı. Birkaç adım geriledi ve konuşmaya başladı. Fakat bu kez dudaklarından dökülen ses mekanikti.

“S.İ.Y.E.M.! Sağ Kalan İnsanları Yok Etme Modülü devrede! Öncelikli emir: Kayıp Şehir’e giriş yap. Durum: Emir yerine getirildi. Yeni emirler alınıyor. Yeni emir: Yok et!”

Ardından birkaç biyonik takırtı duyuldu. Önce gözleri kırmızı bir ışıkla parlamaya başladı. Sonra kolları dirseklerinden imkânsız bir şekilde geriye kıvrılarak iki namluyu açığa çıkardı. Artık sağ kolunun yerinde bir minigun sol kolunun olduğu yerde ise bir alev silahı duruyordu. Diz kapaklarının altından da iki biyonik bacak fırladı ve küçük kız bir anda iki metrelik bir robota dönüştü.

Sakallı avazı çıktığı kadar “Cyborg!” diye bağırarak Cesur’u da tuttuğu gibi kendilerini bir sütunun ardına attı. Siyem anında yaylım ateşine başladı. Şehir çığlıklar ve silah sesleri ile yankılanmaya başladı. Herkes çığlıklar atarak kaçmaya, bu acımasız makinenin yolundan çekilmeye çalışıyordu.
“Lanet olsun! Ben ne yaptım?” diye bağırdı Cesur.

“Kendini suçlama! Köpekler bile onun ne olduğunu anlayamadı!” diye bağırdı sakallı, gürültünün üzerinden sesini duyurmaya çalışarak.

O anda Cesur’un gözlerinin önüne Siyem’in masum ama tehlikeli soruları geldi.

“Burası neresi?”

“Burada kaç kişi yaşıyor?”

“Lanet olası cyborg!” diye mırıldandı. Sütunun köşesinden sarkıp pompalı tüfeğiyle bir iki el ateş etti. Siyem sarsılmadı bile. Ateş kusarak etrafını yakıp yıkmaya devam ediyordu.

“Faydasız!” diye bağırdı sakallı. “Normal silahlar işe yaramaz. Dinle… Yardım etmek ister misin?”

“Elbette ki isterim. Bu pisliği başınıza ben açtım, temizlemek de bana düşer!”

“Güzel.” diye kıkırdadı sakallı. “Beni izle!” Minigun’ın yaylım ateşine yakalanmamak için hızlıca yer değiştirdiler. Cesur, köpeğinin de peşlerinde olduğunu görünce rahatladı. Cyborg’un görüş alanından çıktıklarına emin olduklarında hızlıca meydana bakan balkonlardan birine tırmanıp ufak bir odaya girdiler. Burası bir gözcü noktası olmalıydı. Küçük bir masa ve cephane kutuları vardı. Sakallı çabucak kutulardan birini açıp iki roketatar çıkarttı. “İşte al bunu ve bitirelim şu işi! Aşağıda insanlarım ölüyor!”

Cesur bu lafı ikiletmedi ve silahı çabucak kaptı.

Sakallı, Cesur’a şöyle bir bakıp “Umarım sen de bir cyborg’a falan dönüşmeye kalkmazsın evlat.” dedi endişeyle. Cesur sırıttı ve “Hayır ama hurdaya dönüşecek birini tanıyorum.” dedi.

İkili çabucak balkona geri döndüler. Meydan altlarında alev alevdi. Çığlıklar ve minigun’ın sesi ortalığı kasıp kavuruyordu. “Al bunu aşağılık pislik!” diye bağırdı sakallı ve ilk atışı yaptı. Roket, cyborg’un tam sırtında patladı. Cyborg hâlâ ayaktaydı. Sendeleyip geri döndü ve kendisine ateş edenlere baktı. Yüzün bir kısmı darbenin etkisiyle yanmıştı ve mekanik iskeletinin birazı ortaya çıkmıştı. Ardından Cesur roketini yolladı ve cyborg bir kez daha vuruldu. Darbenin etkisiyle geriye uçan robot inatla hareket etmeye devam etti ve kalkmaya çalıştı. Sakallı bir atış daha yaptı. Ardından da Cesur… Cyborg bir kez daha yere yığıldı ve cızırtılar eşliğinde havaya uçarak yok oldu.

***

“Ne yapmaya niyetlisin Arayıcı?” diye sordu Başvekil, günün ilerleyen saatlerinde Cesur ile buluştuklarında. Uzun boylu, kır saçlı bir kadındı. Kırmızı uzun bir pelerini ve zamanına göre şık sayılabilecek kıyafetleri vardı.

“Gördüğümüz gibi efendim, Cyborglar yeni bir tür geliştirmiş. Köpekler bile aradaki farkı anlayamıyor. O kadar insancıllar ki bir an bile şüphelenmedik. Kadı’yı uyarmam gerek. Korkarım ki bir sonraki hedef o. Çok geç kalmış bile olabilirim.” diye yanıtladı Cesur.

“Anlıyorum. Kayıp Şehir bugün büyük bir felaketin eşiğinden döndü. Bunda senin de payın büyük. Her ne kadar o tehlikeyi kapımıza sen getirmiş olsan da…”

“Bunun için üzgünüm efendim.”

“Özür dileme. Aradaki farkı kimse anlayamazdı. Sen doğru olduğuna inandığın şeyi yaptın.”

“Ama benim yüzümden şehriniz gizliliğini kaybetti.”

“Aldırma. Sonsuza kadar gizli kalamazdık zaten.” diye gülümsedi şef. “Şimdi git. Çok geç olmadan Kadı’yı uyar. Ama şunu bil ki şehrimin kapıları sana her zaman açık.”

Cesur, Başvekil’e teşekkürlerini sundu. Ardından Sakallı ile (lakabı da zaten buydu) dostça vedalaştı ve köpeğiyle birlikte Kadıköy’e doğru yola çıktı. Görünüşe göre savaş daha yeni başlıyordu.

- SON -

Screenshot from Fallout 3
Cyborg Art by Akiroshadowheart

8 comments:

Pabuc dedi ki...

ehh bu öyküleri takip edip okuyoruz ya ,sen günün birinde meşgur bir yazar olursan ,sonrasında kitapların film olursa ve sen şöhretine şöhret kattığında bizleri tanıma..eh işte o zaman külahları değişiriz seninle :))) Anladın sen onu ....

Eline yüreğine zihnine hayalgücüne sağlık ...

mit dedi ki...

O kadar beğendin yani? :) Çok teşekkür ederim efendim, "Altın Deve Pabucu" ödülünü almak benim için çok önemli ve anlamlı :P

Teşekkürler...

Teecetveli dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
mit dedi ki...

Teşekkür ederim teecetveli, beğenmene sevindim.

Açık uçlu bir hikaye yazmak istemiştim. Sanki yaşayan, bir tarihi olan ve süregelen bir evrenmiş havası vermek için. Başlangıcı da son da açık dikkat edersen.

Okuduğun ve yorumladığın için çok çok teşekkür ederim.

shenem dedi ki...

waaow canım benimmmm aşmış iyice snin yazılar. çay içtim yanında bi de o derece keyifli
S.İ.Y.E.M metodunu tuttum:))hehe

mit dedi ki...

Sağol kankim, teşekkür ederim. Uzun bir aradan sonra bir yorumunu burada görmek mutlu etti beni. Uzak kaldık iyice, özledim seni arkadaşım.

Aşkın Güngör dedi ki...

Mit, öyküler tamam da, roman zamanın da gelmiş senin sanki. Ne dersin :))

mit dedi ki...

Ben? Roman? Yok yahu, benim daha bir fırın ekmek yemem lazım öyle bir projeye girişebilmek için. Benim cümlelerim çok basit, çok yalın... Sizinkiler gibi dolu dolu değiller maalesef. (Bu aralar kitaplarınızdan birini okuyorum; Geceyle gelen ve şimdiden çok sevdim.)

Teşekkür ederim bu arada. Sizden böyle bir övgü duymak benim için çok anlamlı. Hele ki gerçekten de sevdiğim bir yazar ve abi olduğunuzu düşününce...

Ziyaretiniz ve yorumunuz için çok teşekkürler.