Sinan’la birlikte çalıştığımız bir akşam, ortalık bayağı sakinken içeri gayet şık giyimli, sarışın, orta yaşlı bir bayan girdi. Yanında da yine onun yaşlarında bir bey vardı. Girer girmez en çok satan kitapların bulunduğu bölüme geçtiler. Ben de görev icabı ağır adımlarla, tabiri caizse müşteriyi ürkütmeden o yöne doğru ilerlemeye başladım. Maksadım yardımcı olabilmek, kesinlikle satış değil. Her neyse… Güvenli bir uzaklıkta durdum ve yüzümde sempatik olduğunu umduğum (muhtemelen aptal ya da deli gibi görünmeme sebep olan) bir gülümseme ile beklemeye başladım. Sonra kadının yüzünü gördüm. Bir yerlerden acayip derecede tanıdık geliyordu ama çıkaramıyordum maalesef. Kadın ise beni fark etmemişti bile ve yanındaki adama “Hmm, Ayşe’nin (Ayşe Kulin’den bahsediyor) kitabı üçüncü sıraya yükselmiş, bak sen şu işe.” diyordu.
Derken Sinan çıktı ortaya… Kadının söylediklerini duyup “Evet, Ayşe Kulin’in kitabı bu aralar çok satıyor. Gayet güzel bir romandır, okudunuz mu?” diye sordu kibarca. Kadın bir hışımla dönüp “Bu listeleri kim ayarlıyor? Benim kitabım niye yok listede?” diye sordu çakmak çakmak gözlerle. Böyle bir tepkiyi beklemeyen Sinan anında donakaldı tabi. Ben de şaşırmıştım açıkçası. Sinan yardım isteyen gözlerle bana bakarken benim zihnim hâlâ “Benim kitabım niye yok listede?” cümlesine takılı kalmıştı. O anda ampul yanıverdi ve hemen hem Sinan’ı hem de durumu kurtarmak için ileri atıldım; “Hoş geldiniz Canan Hanım!”
Canan Tan’dı bu. Yüreğim seni çok sevdi ve Piraye isimli kitapları ile gündemdeydi o aralar. Hemen listede bulunan bu iki kitabını ona göstererek “Bakın, sizin kitaplarınız hemen burada. Üstelik sizin iki kitabınız birden çok satanlar listesinde.” dedim. Aslında sadece biri listedeydi, diğeri hâlâ soranı olduğu için çok satanların arasında duruyordu ama bunu ona söylemedim tabi… İki kitabını birden orada görünce Canan Hanım gözle görülür bir şekilde yumuşadı hatta gülümsedi bile. Biz de bu arada listelerin merkez tarafından hazırlandığını ve her hafta onların gönderdiği raporlar doğrultusunda burayı düzenlediğimizi anlatıyorduk hızlı hızlı.
“Tamam, çocuklar tamam. Siz sadece işinizi yapıyorsunuz biliyorum.” dedi Canan Hanım sonunda. Ardından yanındaki adamla sessiz bir biçimde işaretleştiler ve çıkışa doğru ilerlemeye başladılar. Tam o esnada Sinan “Bir kitabını imzalatalım mı?” diye sordu bana. “Sen bilirsin.” dedim omuzlarımı silkerek. Sinan bir koşu kitaplardan birini kaparak soluğu Canan Hanım’ın yanında aldı. “Canan Hanım, bir imzanızı rica edebilir miyim acaba?” diye sordu heyecanla. Canan Tan önce biraz şaşırdı, ardından sevecen bir gülümsemeyle “Tabi canım, ne demek?” dedi neşeyle. “Adın ne senin?” diye sordu ardından.
“Sinan…” dedi bizimki.
“Ah, Sinanım. Oğlumun adı, ne güzel bir tesadüf.” dedi Canan Tan. Sonra çantasından kalemini çıkarıp gösterişli bir imza attı kitabın ilk sayfasına. Sinan ve benim teşekkürlerim, onlarında el sallamaları ve gülümsemeleri arasında mağazayı terk ettiler.
Onlar çıkar çıkmaz “Oley, imzalı bir kitap!” dedi Sinan heyecanla.
“Ne yapacaksın ki bu kitabı?” diye sordum merakla.
“Oğlum manyak mısın sen? İmzalı bir kitabın ne kadar değerli olduğunu bilmiyor musun? Bunu hayranlarından birine oldukça iyi bir fiyata satabiliriz!” dedi Sinan neşeyle. Sonra hevesle kitabı açıp içindeki imzaya baktı. Önce yüzündeki sırıtışla donakaldı ardından gülümsemesi yavaş yavaş solmaya başladı.
“Hayır…” dedi yavaşça.
“Ne oldu?” diye sordum.
“Hayır ya, hayır!” dedi Sinan kitabı bana doğru çevirerek. Sayfada şunlar yazılıydı;
“Sevgili Sinan’a en içten sevgilerimle…
Canan Tan.”
12 comments:
Tamam adı "Sinan" olan bir müşteri gelinceye kadar beklesin işte. Ya Mit, senin yapmadığın iş kalmamış ya da bana mı öyle geldi. Çok güzel bir yazıydı, eline sağlık
O da bir fikir tabi :) Hayat işte, oradan oraya sürüklüyor insanı. Her şey sıradan giderken bir gün bir bakıyorsunuz başka bir şehre yerleşmiş hiç düşünmediğiniz bir işte çalışıyorsunuz. Asıl ben yorum için teşekkür ederim.
ama iyi de zaten bir kitap böyle imzalanır, yoksa ben yanılıyor muyum :)))
Yanılmıyorsun arkadaşım, bizimkinin dalgınlığına ve heyecanına geldi işte :)
Sinan enteresan bir tipmiş :) Adını sordu ya kadın, "Aykut'a" diye imzamalayacak ya :)
Yalnız, Canan Hanım'ın tavrı da şahaneymiş ilk anda. İşte ben bu nedenle çoksatar olamıyorum, kaptım şimdi olayı: Kitap evine gidip olay çıkarıyo'sun (ama orada beni tanıyacak bir Mit daha olmalı bir de:)).
Hehehe :) Biz sadece "Sevgilerimle..." diye imzalar geçer diye ummuştuk, ne bilelim :)
Doğru bir noktaya parmak basmışsınız bu arada. Başka yazarlara sataşma konusunda da ilerletmeniz gerek kendinizi :) Sevgiyle...
Bu güzel paylaşım için teşekkürler Mit:) çok hoş bir anı olmuş.:)
Rica ederim arkadaşım, beğenmene sevindim.
Her şey bir yana Canan Hanım'ın "benim kitapların niye yok!" diye sinirlenmesine çok şaşırdım ve yakıştıramadım. Ayşe Kulin'le sorunları mı var nedir.
Neyse tanımıyorum pek yorum yapmayayım ama size çıkışımasını haksız gördüm. Bir yazarı okuyucu takdir eder.
O an için ben de senin gibi düşünmüştüm ama üzerinden bir süre geçtikten sonra tekrar o anı gözümün önüne getirince yargısız infaz yapmamak gerek diye düşünüyorum. Mutlaka ortada bir şey vardı ki Canan hanım böyle bir tepki gösterdi. Belki yayınevleriyle, belki kitap mağazalarıyla, belki de Ayşe Kulin'le... Kim bilir?
Keyifle okudum gerçekten. Akıcı ve gayet sade bir dil.
Canan Tan'la geçen yıl düzenlenen bir kitap fuarında kitabımı imzalatma bahanesiyle tanışmıştım. Açıkçası bir, iki romanını severek okumuştum ve kendisini görünce hayal kırıklığına uğradım. Daha doğrusu biraz soğuk geldi. Size cana yakın davranmış gibi.
Teşekkür ederim, çok sağ olun. Evet, kendisi ilk başta biraz mesafeli biriydi ama konuştukça açıldı diyebiliriz. Sonuçta insan hiç tanımadığı birine samimiyet göstermekte zorlanabilir. Ha, bir de şu var: "Bu insanlar okuyucuları sayesinde para kazanıyor, onlara güler yüz göstermek boynunun borcu" da diyebilirsiniz. O konuda da haklısınız elbette. Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Yorum Gönder