28 Mayıs 2011 Cumartesi

Gizemli Soygun ( Bölüm 6 ) -Son-

Kayıp Rıhtım sitesinde yayınlanan Aylık Öykü Seçkisi için yazılmıştır.


“Şimdi ana haber bültenimize bağlanıyoruz!” dedi porselen dişlerini yapmacık bir sırıtışla sergileyen sunucu. Araya kısa bir jenerik girdi ve ekrandaki görüntü yerini daha somurtkan bir spikere bıraktı. 
“İyi akşamlar Türkiye.” dedi erkek muhabir, gayet ciddi bir sesle. “Bildiğiniz gibi İstanbul son birkaç gündür bir Noel Baba krizi yaşıyor. Kılık değiştirmiş soyguncular önce bir bankayı sonra da şehrin önde gelen alış-veriş merkezini güpegündüz soydular. Ortaya atılan çete iddiaları da cabası… Tam “Polis nerede, güvenlik güçleri uyuyor mu?” diye sormaya başladığımız anda beklenen açıklama gerçekleşti.”

Görüntü değişti ve bir kürsü üzerinde konuşma yapan baş komiser Haldun Gürses görünmeye başladı ekranda.

“Bu akşamüzeri saat 18:00 sularında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün kapısında bir konuşma yapan baş komiser Gürses çetenin tüm üyelerinin yakalandığını bildirdi.” diye anlatmaya devam etti spiker. “Olayı çözenin ünlü müfettiş Selim Kuzgun olduğunu belirten Gürses, halkın artık korkmasına gerek kalmadığını ve yılbaşı gösterilerinin planlandığı gibi yapılmasında hiçbir sakınca olmadığı müjdesini de verdi. Bu haber tüm şehirde bayram havası yaratırken…”

***

Gökyüzünde patlayan havai fişekler karla kaplı caddeleri çeşitli renk ve ışık oyunları ile boyarken siyah bir araç ağır ağır Kağıthane yönünde ilerliyordu.
“Şefin Melahat hakkındaki demecine yer vermemişler anlaşılan.” dedi Murat, az önce haberleri sunan radyoyu kapatırken.
“Eh, kanallarının kapatılma riskini göze alamazlardı. Hem de süresiz…” diye yanıtladı Selim, gülerek. Üzerlerinde bir yerde birkaç fişek daha patladı.
“Kutlamalara bayağı erken başladılar.” dedi ön camdan eğilerek yukarıyı seyreden Murat. “Baksana saat daha 21:00 bile olmadı.”
“Bunca olaydan sonra onlara hak vermemek elde değil.”
“Şey… Baş komiserin önünde beni ele vermediğin için teşekkür ederim. Hani şu bulmaca olayı ile ilgili…”
“Sorun değil.”
“Yani evet, biliyorum içinde aksi ya da ihtiyar geçen her sorunun karşısına senin adını yazmam yanlıştı.”
“Ne yazdığın umurumda bile değil evlat. Seni korudum çünkü suç mahallindeki bir delille oynadın ve bunun cezası da oldukça ağırdır. Ortağımdan olmak istemedim, hepsi bu.”
“Ortak… Bu seninle çalışmaya devam etmemi istediğin anlamına mı geliyor yoksa ihtiyar?” diye sordu Murat, biraz da havalara girerek.
“Hayır, bu benimle çalışmana izin verdiğim anlamına geliyor bay çokbilmiş.”
İkili kısa bir an için birbirlerine dik dik baktılar sonra da aynı anda gülmeye başladılar.
“Eh, ortağız o halde.” dedi Murat gülümseyerek.
“Ortağız. Şimdilik…”
“Söylesene Selim, daha önceki iş arkadaşının ölümüne sebep olduğun şakaydı değil mi?”
Selim cevap vermek yerine, sessizce aracı sürmeye devam etti.
“Değil mi?” diye üsteledi Murat.
“Yakında görürsün.” dedi Selim, bıyık altından gülerek.
“Ah, hiç komik değil!”


“İşte geldik.” dedi Selim, konuyu değiştirerek. “Şu karşıdaki kırmızı bina.” Oldukça eski püskü, fakir bir mahalleydi burası. Binalar, yollar hatta arabalar bile yıkık döküktü.
Aracı çok dikkat çekmeyecek bir yere park ederlerken Murat cep telefonunu çıkartarak evi gözetleyen ekibi aradı.
“Şahin bir.” diye açtı karşı taraf telefonu.
“Selam çaylak! Röntgencilik kariyerin nasıl gidiyor bakalım?” diye sordu Murat, sırıtarak.
“Şahin iki diye cevap vermen gerekiyor seni ukala!” diye çıkıştı telefonun diğer ucundaki Güngör Hepyatar, homurdanarak.
“Boş versene, bu tarz şeyler acemiler için. Hem senin çatlak sesini nerede olsa tanırım eski ortağım.” Eski kelimesinin üzerine özellikle basmıştı.
Güngör tam küfür etmeye başlamıştı ki Selim, ortağının elindeki telefonu kapıverdi.
“Hey! Ben konuşuyordum!” dedi Murat, bozularak.
“Ben Kuzgun.” diye tanıttı kendini Selim.
“Ah, özür dilerim müfettiş! O sözler size değildi.” dedi Güngör, telaşla.
“Sorun değil, bazen ben de aynı şeyleri düşünmüyor değilim.” dedi Selim, pis pis sırıtarak. “Durumumuz nedir?”
“Emrettiğiniz gibi saat 18:00’den beri şüphelinin tam karşısındaki daireden evi gözetliyorum efendim.” dedi Güngör.
Selim hafifçe eğilerek ön camdan dışarı baktı ve az ilerideki apartmanın pencerelerinden birinde belli belirsiz bir el hareketi gördü.
“Evet, seni gördük.”
“Ne profesyonelce bir hareket ama!” dedi Murat alayla. “Böyle el sallamayı nerede öğrendin? Kız Meslek Lisesinde mi?”
Güngör bir homurtu daha koyuverdi ama bu kez kendini tutmayı başardı.
“Devam et, aldırma sen ona.” dedi Selim. “İyi yer tutmuşsun.”
“Zor olmadı. Dairenin sahibi bir alt katta oturuyor. Kendisine civardaki soygun olaylarını araştırmaya geldiğimi söylediğimde ‘Nereden öğrendiniz? Ben ihbarı falan vermedim’ diye sordu şaşkın şaşkın.”
“Ne ihbarı?”
“Üç gün önce aracı çalınmış. Sıkı durun; Mazda marka beyaz bir minibüs.”
“Banka soygununda kullanılan mı yani?”
“Ta kendisi.”
“Neden ihbar etmemiş peki?”
“Büyük ihtimalle çalıntı ya da ruhsatsız... Adamı fazla sıkıştırmadım, sadece Türk polisi daima bilir tarzında bir şeyler geveleyip dairenin anahtarını istedim. O da fazla üstelemeden verdi zaten.”
“İyi iş Güngör.”
“Teşekkür ederim efendim.”
“Şüpheli ne âlemde peki?”
“Şimdilik sıra dışı bir olaya ya da harekete rastlamadım efendim. Sizin de önceden tahmin etmiş olduğunuz gibi haber saati koşa koşa televizyonun başına geçti. Baş komiserin açıklamasını dinlediğinde ise çok mutlu görünüyordu.”
“Güzel, yemi yuttu demektir. Evde başka biri var mı?”
“Annesi şu an içerde.”
“Anlaşıldı, harekete geçiyoruz.”

***

“Oğlum kapı çalıyor! Kalk da hareket et biraz!” diye çıkıştı mutfakta çalışan kadın.
“Öf anne ya! İşim var!” diye söylendi Ruhi Gezer, odasından çıkmayarak. Kızıl saçlı, bol sivilceli bir çocuktu Ruhi. Akranlarına göre daha kısa ve çelimsizdi. Jöle ile dikleştirdiği saçları bir kirpi gibi görünmesine neden oluyordu. Yatağında oturmuş, gelecekle ilgili planlar yapmakla meşguldü.
“Ne işin var? Hey Allah’ım, bu çocuk beni öldürecek.” dedi kadın, ellerini önlüğüne silerek kapıya ilerlerken. “Sabahları işe git, akşam gel yemek hazırla. İnsan bir minnet gösterir, yardım eder ama nerde!”
Kapı deliğinden bakıp da karşısında iki yabancı adam görünceye dek söylenmeye devam etti. O anda telaşla nefesi kesildi ve az önce neden bahsettiğini bile unutuverdi.
“Kimsiniz?” diye seslendi kapının ardından.
Selim sadece rozetini gözetleme deliğine yaklaştırmakla yetindi. Kadın ürkek bir biçimde kapıyı aralayıp “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu.
“Durdu Gezer?” diye sordu Selim.
“Evet, benim.”
“Ben Selim Kuzgun, bu da ortağım Murat Pekcan.” Murat güven verici bir şekilde gülümseyerek kadını başıyla selamladı. Kadın da aynı şekilde fakat pek de samimi olmayan bir biçimde selama karşılık verdi.
“Oğlunuza birkaç soru sormamız gerekiyor.” dedi Selim.
“Oğluma mı? Ama… Şey…”
“İçeride olduğunu biliyoruz. Öğretmenlerinden biri ile ilgili birkaç soru, hepsi bu.”
“Şey… Tamam, burada bekleyin lütfen.” dedi kadın ve içeriye doğru bir-iki adım atıp seslendi. “Ruhi! Oğlum gelsene bir dakika.”
Fakat yanıt gelmedi.
“Ruhi! Oğlum kime diyorum?”
Yine cevap gelmeyince kadın odaya doğru ilerlemeye başladı. Selim, başıyla ortağına kendisini takip etmesini işaret ederek kadının ardından içeri girdi. Murat da hemen onun ardındaydı. Ağır bir rutubet kokusu vardı içerde. Etraftaki az sayıdaki ve eski eşyalar ailenin maddi durumunun pek de yerinde olmadığını gösteriyordu.
“Ruhi, cevap versene oğlum.” diye seslendi kadın, çocuğun odasının kapısını aralarken.

Oda boştu. İçerdeki tek hareket açık pencereden esen rüzgârla dalgalanan perdelerden geliyordu.
“Nereye gitti bu çocuk? Şimdi buradaydı.” dedi Durdu Gezer şaşkınlıkla.
Selim daha fazla beklemedi ve kadını kibarca yana iterek pencereye doğru koştu. Aynı esnada Murat’ın telefonu çalmaya başladı. Arayan Güngör’dü.
“Evet?” diye açtı Murat telefonu.
“Yukarı çıkıyor! Yangın merdiveninden kaçtı!” dedi Güngör telaşla. Fakat Selim olayı çoktan çözmüş, pencereden dışarı adımını atmıştı bile.
Kadının bağırışlarına aldırış etmeden Murat da pencereden fırladı ve ortağını takibe başladı.
“Nerede?” diye sordu Güngör’e.
“Çatıda! Yan apartmana atladı!” diye yanıtladı telefondaki Güngör.

Az sonra iki ortak çatıdaydı. Karla kaplı çatıda kaçağın izlerini bulmaları hiç de zor olmamıştı. Asıl zahmetli olan şey ise bu zeminde koşarak ilerlemekti.
“Kaçıyor! Ne diye oyalanıyorsunuz?” diye bağırdı Güngör.
“Kolaysa sen yakala!” diye söylendi Murat, ayakları kaya kaya koşarken.
Selim çok da uzak olmayan karşı çatıya sıçradı ve yerde ufak bir takla atarak takibine hızla devam etti. Murat onun kadar becerikli değildi. Buzlu zemin üzerinde kayarak kıç üstü yere kapaklanıverdi. Neyse ki aynı şey Ruhi için de geçerliydi. Hızla uzaklaşan çocuk bir anda tökezleyerek düştü. Bu Selim için yeterliydi.
“Dur!” dedi Selim, silahını çekip doğrultarak. “Kıpırdama!”
Ruhi yavaşça arkasına döndü ve yüzünde şeytanca bir sırıtışla rakibine bakmaya başladı.

Murat zor da olsa kalçasını tuta tuta ikilinin yanına geldi ve “Yolun sonuna geldin ufaklık.” dedi neşeyle.
“Hiç sanmıyorum aynasız.” dedi Ruhi Gezer, yüzündeki sırıtışı koruyarak. Aynı anda Selim silahını Murat’ın şakağına dayayıverdi.
“N-Ne? Ne yapıyorsun ihtiyar?” diye sordu Murat korkuyla. Yan gözlerle ortağına baktı ve gördükleri hiç hoşuna gitmedi. Selim Kuzgun bomboş gözlerle dimdik karşıya bakıyordu. Ağzı hafif açılmıştı, diğer kolu ise yanında tasasızca sallanıyordu.
“Şu anda seni duyacağını pek sanmıyorum.” dedi Ruhi, keyifle kıkırdayarak. “Ya da kim bilir, belki de duyuyordur. Bu işleri daha da zevkli yapar.”
“Selim?” diye seslendi Murat. Fakat hiç yanıt yoktu. “Ona ne yaptın seni aşşa…” O anda Selim, silahının namlusu ile Murat’ın başına okkalı bir darbe indirdi. Murat acı ile ahlayarak yere kapaklandı. Telefonu ise uçarak çatının uzak köşesine yuvarlandı.
“Yerinde olsam sözlerine dikkat ederdim aynasız! Ne de olsa hayatın benim elimde!”
Murat elini alnına götürdü ve parmaklarına bulaşan kendi kanını hissetti.
“Ayağa kalk!” diye emretti Ruhi.
Murat zor da olsa denileni yaptı. O kalkar kalkmaz Selim bacaklarına bir çelme takarak tekrar düşmesine neden oldu. Ruhi keyifle kahkaha attı.
“Görüyor musun? Gücümü hissedebiliyor musun? Ona ne istersem yaptırabilirim. Ne istersem…” dedi ardından, kendinden geçmiş bir vaziyette.
“Ayağa kalk, tekrar.” dedi Ruhi, ağzından buhar huzmeleri çıkarken.
Bir kez daha kalktı Murat fakat bu sefer başka darbe gelmedi. Selim yeniden silahının namlusunu Murat’ın başına dayamıştı.
“Silahını at.” dedi sırıtan Ruhi. Murat bu lafı ikiletmedi ve tabancasını yavaşça çekip çatının uzak köşesine fırlatıverdi. Başı zonkluyor, alnından akan kan görüşünü bulanıklaştırıyordu.
“Nasıl?” diye sorabildi zorlukla, “Nasıl becerebiliyorsun? Bir silahla mı, yoksa bir tür ilaç mı?”
“İlaç mı?” diye sordu Ruhi, alaycı bir kahkaha eşliğinde. “O basit şeylere ihtiyacım yok. Bunu yapan şey sadece benim. Kendi gücüm ve kudretim!”
“Anlamıyorum.”
“Mutlak kontrol aynasız, üstelik sadece beyin gücüyle… İnanmıyorsan bak.”
Selim durduğu yerde step dansı yapmaya başladı. Murat hayretler içinde ortağının ayak hareketlerini izlerken Ruhi ise kahkahalarla gülmekteydi.

“Bundan çok keyif alıyorsun, değil mi?” diye sordu Murat. Başı dönmeye başlamıştı.
“Kapa çeneni…” dedi hâlâ kıkırdayan Ruhi.
“Ah, evet alıyorsun. Çok güzel bir his, değil mi? İnsanları kontrol edebilmek… Söylesene, okulda itilip kakılan bir tiptin, değil mi?”
“Kapa lanet çeneni…” diye yanıtladı Ruhi, artık gülmüyordu.
“Büyük çocuklar sürekli seni pataklıyorlar mıydı? Fakir olduğun için hor mu görülüyordun? Onları da mı böyle kontrol ettin? Birbirlerini mi dövdürdün ha, söylesene?”
“Sana kapa lanet çeneni dedim!”
“Peki ya öğretmenin? Çetin Muallim? Öldürmeden önce ona neler yaptırdın? Ya baban? Onu da kontrol ettin mi?”
“Çeneni kapa!”
Selim sert bir yumrukla ortağını yere yıktı.

“Babamı isteyerek öldürmedim! O bir kazaydı!” dedi Ruhi, yanaklarından süzülen öfkeli yaşlar eşliğinde. “Sarhoştu, annemi dövüyordu. Onu durdurmak istedim. Sadece durdurmak…” Gözyaşları ve hıçkırık sesleriyle dolu birkaç saniye geçti.
“Gücümün o gün farkına vardım. İnsanları… İnsanları kontrol edebiliyordum. Ruhum onların bedenine akıyor gibi… Aynı anda hem burada hem de onlarlaydım. Ben ne istersem onu yapıyorlardı, ne dilersem hem de. Üstelik benim kontrolümdeyken çok güçlü oluyorlardı, aynı zamanda çok da hızlı… Ama bir yan etkisi var. Beden aynı anda iki ruhu taşıyamıyor ve ben terk eder etmez diğeri kalp krizi geçiriyor. Babam kriz geçirdiğinde bunun bir tesadüf olduğunu sanmıştım. Ama okulda kavga ettiğim ve ele geçirdiğim çocukta da aynı şey olunca durumu kavradım. Babamı ben öldürdüm.”
“Bak, ben… Bilmiyordum, üzgü…” diye söze başladı Murat fakat Selim’in midesine attığı tekme ile inleyerek yattığı yerde kıvrılıverdi.
“Kapa çeneni! Üzgün falan değilsin! Hiç biriniz değilsiniz! Çetin Muallim denen o hıyar da öyle! Babamın öldükten bir sonraki gün beni sözlüye kaldırdı ve gözümün içine baka baka bana sıfır verdi.”

“Ama intikamımı aldım!” dedi yeniden sırıtmaya başlayan Ruhi. “Önce onu kontrolüme aldım ve o çok değer verdiği parasını harcadım. Sonra annemle bana bir ömür yetecek parayı çaldım. Çok kolaydı, işin ucunun bana dokunması imkânsızdı. Ama sonra siz girdiniz işin içine. Sen ve şu ihtiyar teke…”
Selim kendine bir tokat atıverdi. Gözleri hâlâ ifadesizdi ve darbeyi fark etmemişti bile.
“Sen de gidip bir başka soygun yaparak bizi yanlış yere yönlendirmeye çalıştın.” dedi Murat, zorla ayağa kalkarak.
Ruhi bir an şaşırmış gibi göründü. Sonra kendini toparlayarak “Çok güzel aynasız, bravo.” dedi. “Demek küçük numaramı yutmadınız?”
“Bizi kandırmak için bir başkasının hayatına kıydın.”
“Ne olmuş?”
“Ne mi olmuş? O da senin gibi, annen gibi bir insandı!”
“Umurumda değil. Ben canımdan çok sevdiğim öz babamı bile öldürdüm, tanımadığım insanların hayatını ne diye umursayayım?”
“Sen bir hayvansın!”
“Sen de bir ölü… Ortağın da öyle.” dedi Ruhi sırıtarak. Selim tabancasının horozunu kaldırdı, Murat ise sadece gözlerini yummakla yetindi. Ardından atılan tek bir el silah sesi geceyi yardı.

Murat yere devrilen bir bedenin çıkarttığı sesi duydu. Tek gözünü aralayıp baktığında Ruhi Gezer’in cansız bedeninin yüzükoyun yatmakta olduğunu gördü. Onun birkaç metre ardındaysa silahının namlusu tüten Güngör duruyordu.
“Ne? Ne oldu?” dedi o anda Selim, kendine gelerek. Bir an için Muratla göz göze geldiler. Sonra aniden elini göğsüne götürerek acı ile inlemeye başladı.
“Hayır! Selim, hayır!”
“Neler oluyor?” dedi koşarak yanlarına gelen Güngör.
“Kalp krizi geçiriyor! Ambulans çağır, çabuk!” diye bağırdı Murat, ortağının kravatını gevşetip gömleğini yırtarcasına açarken. Ne baş dönmesi ne de baş ağrısı kalmıştı aklında.
“Burası Şahin bir, acil desteğe ihtiyacımız var!” diyordu Güngör, telefonla merkezi ararken.
“Kalbi durdu!” diye haykırdı Murat. “Lanet olsun ihtiyar. Beni bırakma.”
Ellerini Selim’in göğsünde birleştirdi ve hızla kalp masajına başladı.
“1… 2… 3… Haydi, Selim! Haydi ihtiyar!”

            “1… 2… 3…”

                        “1… 2… 3…”

***

İstanbul’un yüksek gökdelenlerinden birinde bir telefon 3 kez çaldı. Gölgeler arasında oturan adam ahizeyi yavaşça kaldırıp kulağına yaklaştırdı. Tek bir kelime bile söylemedi, gerek de yoktu zaten.
“Ben Fısıltı. Denek 26’yı kaybettik.” dedi telefonun diğer ucundaki ses. “Selim Kuzgun işi bozdu. Güzel haber ise deneyin başarılı olması. Kontrol sağlanabiliyor. Projeye devam ediyoruz.”
Adam tuşlardan birine tek bir kez basmakla yetindi.
“Anlaşıldı.” dedi Fısıltı. “Aynen devam ediyoruz. Gelişmeler için ararız.”
Adam telefonu kapattı ve purosundan kocaman bir nefes çekip sırıttı. Her şey planladığı gibi gidiyordu.

- SON -

7 comments:

Adsız dedi ki...

Çok güzel bir hikayeydi.Eline sağlık.

mit dedi ki...

Teşekkürler arkadaşım. Nihayet bitti ve kurtuldunuz :) Umarım okuduğuna ve beklediğine değmiştir. Tekrar teşekkürler...

Adsız dedi ki...

rica ederim Mitçim:)ne demekk kurtuldunuz aşkolsun:)) zevkle okuduk.teşekkürler emeğin için ve tabii ki beklediğime değdi:) yeni hikayeleri sabırsızlıkla bekliyorum.

Serap dedi ki...

uzun zamandır not bırakmaya çalışıyorum ama beceremiyordum. Bugün yeniden denemek için geldim. Yazıların kurguların hakkında söylenecek tek şey o da gerçekten çok başarılı olduğu. Daha fazlasını anlatmak istiyorum ama yine son dakika terslik çıkacağını düşünüyorum. Daha önce ki bir çok ziyaretimde yazdım evinin yeni halini ben çok beğendim.

sevgiler

mit dedi ki...

Selamlar arkadaşım;

Öncelikle uzun zamandır yaşadığın probleme üzüldüm. İnşallah sayfamın yeni teması ile ilgili değildir. Eğer öyleyse bana bir şekilde haber ulaştır lütfen.

Yorumun ve övgülerin içinse çok teşekkür ederim. Sizlerin görüş, öneri ve eleştirileri benim için gerçekten önemli. Bu yüzden ne kadar teşekkür etsem azdır.

Sevgiler bizden efendim :)

Shinigami dedi ki...

Selamlar efendim,

Cinayete dair olay örgülerinin kurguya işleniş şeklini çok beğendim, tebrik ederim. Yine bir Holmes davası hissiyatı bıraktı bende, fakat cinayetin işleniş şekli çok ilginç olmuş. Katili tahmin etmekte ise epey zorlandım hatta o Şen Ajans'taki çam yarmasından bile şüphe ettim.

Selim Kuzgun'dan şahane bir Sherlock olmuş doğrusu; zira stratejileri, hareketleri ve soğukkanlı tavırları pek benziyor. Murat'a gelgelelim, Watson'ın tam tezatı olmuş, Selim ile Murat gibi iki zıt karakterin ortak olması ise öyküde beğendiğim bir başka yön. Yan karakterlerle kurulan bağlantı da hoşuma gitti, palyaço görünümlü gencin hoşlandığı kızın yanına gitmesi vesaire. :)

Murat'ın Selim'e kalp masajı yapmasından sonraki kısım çok etkileyiciydi özellikle. Kaleminize sağlık! :)

mit dedi ki...

Selamlar sevgili Shinigami;

Öncelikle olay örgüsünün gelişimini beğenmene çok sevindim. Çünkü son bölümlerde ipin ucunu biraz kaçırmışım gibi hissetmiştim. Hatta beğenilmeyeceği yönünde derin şüphelerim vardı.

Selim ve Murat'ı tasarlarken aklımda Sherlock ve Watson yoktu aslında. Ama bir polisiye macerası yazdığınızda bu karşılaştırma kaçınılmaz oluyor sanırım. Yanlış anlaşılmasın, karakterimin Holmes'e benzetilmesi ve okurun o tadı yakalaması benim için gurur verici bir şey.

Değerli yorumların için çok çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere...