Doğup büyüdüğünüz yerin dışında
araba sürmek nedense hep maceralı bir iş olmuştur. O yerde kaç yıl yaşarsanız
yaşayın, mutlaka bilmediğiniz, hatta adını bile duymadığınız bir yer illa ki
çıkar karşınıza. Ben de neredeyse on yıldır İzmir’de yaşamama rağmen konu araba
sürerek bir yere gitmek olduğunda istisnasız her seferinde kaybolurum. Öyle
böyle değil… Bornova’ya gidiyorum derken kendimi Karşıyaka yolunda bulan biri
insanım ben. Suratta afallamış bir ifade, bakışlar Küçük Emrah modunda… Artık
bu durumu o kadar kanıksadım ki, evden çıkarken acaba bu sefer nasıl
kaybolacağım diye düşünmek âdetten oldu. En çok da kardeşim Metin’i Açık
Öğretim sınavlarına götürürken yaşıyorum bu durumu. Kaybolmanın stresi tek
başına yetmiyor, işin içine bir de sınava geç kalma telaşı eklensin ki iyice
şenlikli hâle gelsin dermiş gibi…
Geçtiğimiz hafta sonu yine
sınavlar vardı malumunuz. Ben de ailenizin şoförü olarak yine direksiyon
başındaydım. Cumartesi günü sınav yeri Buca’daydı. Her nasıl olduysa giderken
çok fazla sorun yaşamadık, ben de içten içe sevindim hatta. “Bu sefer
kaybolmadım işte, ha-ha!” nidaları attım arabanın içinde. Sen misin erken
konuşan? Biz o Buca’dan bir türlü çıkamadık! Artık nerede yanlış yöne saptıysam
kendimizi ortasında boş bir lunapark bulunan, genişçe bir meydanda buluverdik. Etrafta
ne bir tabela var, ne de bir yaya. Tabii ikimiz de yiğitliğe şokella
sürdürmemek için hiç bozuntuya vermiyoruz, sanki her şey çok normalmişçesine
konuşuyoruz, şakalar yapıyoruz o sırada. Kaybolduğumuzu birbirimize
çaktırmıyoruz güya, öyle de zekiyiz!
Ben: “Metin, bak lunapark!”
Metin: “Aaa, ne güzel!
Lunaparklara bayılırım.”
Lunaparkın etrafında zorunlu bir
tur attıktan sonra (yol tek yöndü) meydanın solunda kalan başka bir ara sokağa sapıverdim.
Aksi gibi buradaki yollar iyice dardı ve manevra yapmak biraz zordu. Neyse
efendim, bir sağ, iki sol, sonra bir daha sağ derken karşımıza bir tek yön
tabelası çıkıverdi. Mecburen takip ettik tabii ve o da ne? Lunaparklı meydan
yine karşımızda!
Ben: “Metin, bak lunapark…”
Metin: “Aaa, ne güzel.
Lunaparklara bayılırım…”
Lunaparkın etrafındaki mecburi
turumuzu bir kez daha attıktan sonra bu sefer başka bir ara sokağa saptık. Bu
yol yokuş aşağıydı ve içimden bir ses caddeye çıkması için yalv… öhöm… caddeye
çıkacağını söylüyordu. Ama bu sefer de karşımıza bir dozer çıkıverdi, yol
çalışması varmış. Pos bıyıklı, görevli bir amca kırmızı bir bayrak sallayarak
üzerimize koşturdu.
Adam: “Yassah hemşerim!
Geçemezsiniz! Yukarı dönün.”
Ben: “Abi biz yokuştan indik
zaten. Aşağı inmek istiyoruz biz!”
Adam: “Olmaz! Yukarı didim!”
Kendisine en derin saygı ve sevgilerimizi sunarak (tabii ki
içimizden) mecburen yokuş yukarı devam ettik. Az sonra kaçınılmaz olarak
lunaparkın etrafındaki üçüncü turumuzu atıyorduk.
Ben: “Ay gene mi bu lunapark?!”
Metin: “Allah kahretsin bu
lunaparkı! Lunaparklardan nefret ediyorum!”
Kurtulana kadar kaç tur attığımızı sormadığınız için şimdiden
teşekkürler…
0 comments:
Yorum Gönder