Metro Turizm o zamanlar yeni açılan bir şirketti. Haliyle müşteri çekebilmek için de bilet fiyatlarını oldukça düşük tutuyorlardı. Babamda sağolsun, böyle fırsatları hiç kaçırmaz. Zaten kendisi de ne zaman bir otobüs yolculuğuna çıksa daima en ucuz tarifeli olanları tercih eder. Benim biletimi de Metro'dan almış o zaman. İyi dedim bende, bi deneyelim bakalım, nasılmış... Başıma gelecekleri bilseydim o bileti Harem Otogarı'nın ortasında yakar, arkama bakmadan da kaçardım herhalde.
Yolculuk başlar başlamaz şoför amcam en arabeskinden bir kaset taktı, müziğe o yanık ve eşsiz sesiyle eşlik ederek sürmeye başladı otobüsü. Ben de şoförün tam arkasındaki koltukta, böyle sese sahip başka insanlar yaratmadığı için Rabbimizin ne kadar merhametli olduğunu düşünerek başladım yolculuğuma. İlk şokumu otogardan çıkar çıkmaz yaşadım. Otobüs, yolda elini kaldıran herkese duruyordu. Sanki şehirlerarası yolculuk yapmıyorduk da dolmuş seferindeymişiz gibi… Önce biri, 500 metre sonra başka biri derken Harem'den çıkıp Eskihisar'daki Araba Vapurlarına varıncaya kadar saatler geçmişti. Tam daha fazla dayanamayacağımı düşünürken iskeleye vardık ve çok fazla beklemeden vapura bindik. Artık nasıl bunalmışsam araç yanaşır yanaşmaz kendimi anında otobüsten atıp hava almaya çıktım. Deniz manzarası beni her zaman rahatlatmıştır. Deniz’in o engin maviliği, hafifçe esen rüzgar, suların gemiye çarpmasıyla çıkan o ses… Hele martılar, martılara bayılıyorum! Derken deniz manzarasına karşı stres atma sevdam iri bir martının yeni montuma pislemesiyle son buldu. Otobüse sinirli bir şekilde dönerken “Deniz manzarasından, hele hele martılardan nefret ediyorum” diye sayıklıyordum.
Vapur yolculuğumuz olaysız bir şekilde geçti ve otobüsümüz kısa sürede tekrar asfaltlara döndü. Bu arada yol boyunca şoför amcam bize repertuarından seçmeler sunmaya devam ediyordu. Hostes hanım ise yolculara servise başlamıştı. “Sen ne alırdınız? Ya siz? Sen ne alırdınız?”
Balıkesir’in ortasında bir yerde şoför, otobüsü kenara çekip indi gitti. Ne oluyor anlamadık tabi. Yarım saat kadar sonra geri döndü ve hiçbir açıklama yapılmadan yolumuza devam ettik. Şoför amcam Balıkesir'de oturuyormuş meğer. Evine yemeğe gitmiş. Onu da yol boyunca elinden düşürmediği telefonu ile bir arkadaşı ile konuştuğunda anladım.
Aradan yaklaşık 13 saat geçtikten sonra nihayet İzmir’in dağları önümüzde yükseldi. Dağları gördüğümde sevinçten yaşaran gözlerim otobüsün motorunun dağların tepelerindeyken bozulmasıyla bir kez de sinirden yaşardı. Şoför ve muavini uğraştılar didindiler ama motoru tekrar çalışır duruma getiremediler bir türlü. En sonunda vazgeçtiler ve son çare olarak dağdan aşağı boş vitesle inmek zorunda kaldık. Birden bire tüm yolcular aşırı dindar kesilmişlerdi. İniş boyunca ne kadar dua biliyorlarsa okudular. Dağdan indiğimizde ise tam Bornova’ya girmiştik ki motor aniden alev aldı. Can havliyle otobüsten nasıl indiğimizi tahmin edersiniz sanırım. En son hatırladığım elimde bavulumla, gideceğim yere 1 saat uzaklıkta şehrin ortasında kalakaldığım. Sonrasını hatırlamıyorum, hatırlamak da istemiyorum sevgili okur. Siz siz olun, her firmanın otobüsüne binmeyin.
4 comments:
metro bir ara mimlenmişti zaten,hatırlıyorum,sürekli arıza mı ne çıkıodu..sen de mimlemişsin üstüne,haha!!
kurgun mükemmel arkadaşım:)
Arıza deil yangın çıktı benim seferimde. Eee... daha azı da kurtarmazdı herhalde :) Teşekkürler arkadaşım
:)
Üniversite yıllarında evimle okuduğum şehir arasında tam 750 km. vardı ve her hafta sonu bulduğumuz otobüse atlar yola düşerdik okulca :) Ne anılar biriktirmişdik o yollarda, yazınız beni o yıllara uçurdu
Sevgiler
Beğenmenize sevindim. Eğer okurken keyif aldıysanız, yüzünüzde ufak da olsa bir tebessüm oluştuysa ne mutlu bana... Teşekkürler.
Yorum Gönder