Eskiden Bağdat Caddesi, bugünlerdeyse sadece Cadde olarak anılan yer son 150 yıldır olduğu gibi ıssızdı. Bir zamanlar caddenin her iki yanında sıralanan lüks binaların çoğu şimdi harap haldeydi. Sadece tek katlı olanların bazıları ve birkaç sağlam yapı kalabilmişti ayakta. Cadde ve yan sokaklar ise yer yer molozlar ve bina yıkıntıları ile kapanmış olsa bile hâlâ yürünebilir durumdaydı. Bu da caddenin önemini korumasını sağlamıştı. Bu önem ise Yağmacılar ve Düzenleyiciler arasında hiç bitmeyen bir üstünlük kurma mücadelesinden ve sonu gelmeyen çatışmalardan ibaretti. Aklı olan hiç kimse elini kolunu sallayarak caddeden yürümeye cesaret edemezdi. Genç adamın yıkıntıdan yıkıntıya saklanarak ilerlemesinin sebebi de buydu.
Ayakta kalan sayılı alış-veriş binalarından birine dikkatle yaklaştı. Binada hiç kimse olmadığından emin olduktan sonra sessizce içeri girdi. Köpeği okşayıp “Ne dersin kızım? Tehlike var mı?” diye fısıldadı ama köpek oldukça sakin görünüyordu. Bu, herhangi bir şeyin kokusunu almadığına işaretti. Tatmin olan adam çabucak raflara yönelip işe yarayacak bir – iki şeyi çantasına tıkıştırmaya başladı.
Yiyeceklere dokunmuyordu. Bozulmuş olduklarından değil, hayatında hemen hemen hiç taze yemek yememişti zaten. Büyük olasılıkla radyasyon kaynıyorlardı ve radyasyon açlıktan daha ölümcüldü. Birdenbire, tam arkasındaki raflardan bir şeyler devriliverdi. Tabancasını çekip telaşla o tarafa döndü ve son anda gölgelere karışan bir kıpırtı yakalar gibi oldu. Köpek hırıldamaya başladı. Diğer eline de tüfeğini alarak güvenli bir pozisyon bulma umuduyla kapılara doğru geriledi. Birkaç tangırtı daha duyuldu. Anlaşılan karşısındaki ya çok beceriksizdi ya da böyle şeyleri düşünemeyecek kadar insanlığını kaybetmişti.
“Kim var orada?” dedi adam ihtiyatla.
Kısa bir sessizliğin ardından hiç umulmadık bir ses duydu. “Lütfen ateş etmeyin.” diyen küçük bir kız sesi…
Adam, şaşkınlıkla yüzünü buruşturdu. Fakat tedbiri elden bırakmaya hiç niyeti yoktu. Bir tuzak olabilirdi. Bu kokuşmuş zamanda her şey mümkündü. “Ellerini kaldır ve seni görebileceğim bir yere çık.” dedi adam, emrivaki bir ses tonuyla.
“Lütfen ateş etmeyin.” dedi kız çocuğu yine. Yavaşça, elleri havada olduğu halde saklandığı yerden çıkıp ışığa yürüdü. Siyah saçlı, zayıf, en fazla 16 yaşlarında bir kızdı bu. Cildi oldukça solgundu, gözleri ise masmavi… Üzerindeki yırtık pırtık bir elbisesinden başka bir şeyi de yoktu üstelik. Ne bir ateşli silah ne de kesici bir alet…
Adam, “Bu kız nasıl hayatta kalmış böyle?” diye düşünmeden edemedi. “Sana zarar vermeyeceğim, merak etme.” diyerek tüfeğini indirdi ama tabancasını hemen kaldırmadı.
Kız “Siz… Siz Yağmacılar’dan değilsiniz, değil mi?” diye sordu ürkekçe.
“Hayır, ben Yağmacı değilim.” dedi adam, güven verircesine. “Yağmacılarla işin ne? Hem burada tek başına, üstelik silahsız vaziyette ne yapıyorsun söyle bana.” diye sordu ardından.
“Üzgünüm, sizi korkutmak istememiştim. Size öyle arkadan sessizce yaklaşmamam gerekirdi. Ama onlardan biri olmadığınızdan da emin olmak istedim. Yani Yağmacılar’dan…” dedi kız.
“Bana hâlâ burada ne aradığını söylemedin.” diye üsteledi adam. Karşısında bir kız çocuğu olduğuna mı şaşırsın yoksa kızın hiç ağlamamasına mı, karar veremiyordu.
“Ben… Kaçtım.” dedi kız ürkekçe. “Yağmacılar birkaç hafta önce şehrimize bir baskın düzenlediler. Beni ve annemi kaçırdılar. Bizi kamplarına götürdüler ve… Ve bize…” Kız sessizleşti ve devam edemedi. Ama adam için bu kadarı yeterliydi. Kızın yırtık pırtık elbiselerine bakarak bile Yağmacılar’ın onları ne tür amaçlarda kullandıklarını anlamak basitti.
“Aşağılık pislikler…” diye mırıldandı.
Kız anlatmaya devam etti. “Biz… Bir plan yapmıştık. Annem bir kaçış yolu bulmuştu. Kanallardan geçecektik. Birkaç gece önce kaçmak için bir fırsat yakaladık ve hemen harekete geçtik. Tam kanala girmiştim ki bir Yağmacı bizi buldu. Beni görmemişti. Annem beni kurtarmak için kendini feda etti. Onun yalvarışlarını ve patlayan silahın sesini duydum. Ama hiçbir şey yapamadım. Sadece saklandım. Sonra… Sonra saatlerce süründüm ve sonunda bir çıkış yolu buldum. Birkaç gündür ise burada saklanıyordum. Hiç umudum yoktu. Ta ki siz kapıdan içeri girene kadar…”
Adam hiçbir şey söyleyemedi. Ne diyebilirdi ki? Orada öylece durup kıza acımaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.
Kız, adamın gözlerinin içine bakarak “Tek istediğim evime dönmek. Lütfen yardım edin.” diye fısıldadı.
“Adın ne?” diye sordu adam.
“Siyem…” dedi kız utangaç bir biçimde.
“Siyem mi? Bu garip bir isim… Sinem olmadığına emin misin? Başka bir adın yok mu?”
Küçük kız başını olumsuz anlamda salladı. “Sadece Siyem.”
Adam köpeğine dönüp “Seninle sonra hesaplaşacağız. İçeride kimsenin olmadığını söylediğini sanıyordum.” dedi şakayla karışık takılarak. Köpek ise küskün bir şekilde homurdanmakla yetindi. Sonra da “Pekâlâ Siyem. Haydi, kalk bakalım.” diyerek kıza elini uzattı. “Evine gidiyoruz…”
“Kim var orada?” dedi adam ihtiyatla.
Kısa bir sessizliğin ardından hiç umulmadık bir ses duydu. “Lütfen ateş etmeyin.” diyen küçük bir kız sesi…
Adam, şaşkınlıkla yüzünü buruşturdu. Fakat tedbiri elden bırakmaya hiç niyeti yoktu. Bir tuzak olabilirdi. Bu kokuşmuş zamanda her şey mümkündü. “Ellerini kaldır ve seni görebileceğim bir yere çık.” dedi adam, emrivaki bir ses tonuyla.
“Lütfen ateş etmeyin.” dedi kız çocuğu yine. Yavaşça, elleri havada olduğu halde saklandığı yerden çıkıp ışığa yürüdü. Siyah saçlı, zayıf, en fazla 16 yaşlarında bir kızdı bu. Cildi oldukça solgundu, gözleri ise masmavi… Üzerindeki yırtık pırtık bir elbisesinden başka bir şeyi de yoktu üstelik. Ne bir ateşli silah ne de kesici bir alet…
Adam, “Bu kız nasıl hayatta kalmış böyle?” diye düşünmeden edemedi. “Sana zarar vermeyeceğim, merak etme.” diyerek tüfeğini indirdi ama tabancasını hemen kaldırmadı.
Kız “Siz… Siz Yağmacılar’dan değilsiniz, değil mi?” diye sordu ürkekçe.
“Hayır, ben Yağmacı değilim.” dedi adam, güven verircesine. “Yağmacılarla işin ne? Hem burada tek başına, üstelik silahsız vaziyette ne yapıyorsun söyle bana.” diye sordu ardından.
“Üzgünüm, sizi korkutmak istememiştim. Size öyle arkadan sessizce yaklaşmamam gerekirdi. Ama onlardan biri olmadığınızdan da emin olmak istedim. Yani Yağmacılar’dan…” dedi kız.
“Bana hâlâ burada ne aradığını söylemedin.” diye üsteledi adam. Karşısında bir kız çocuğu olduğuna mı şaşırsın yoksa kızın hiç ağlamamasına mı, karar veremiyordu.
“Ben… Kaçtım.” dedi kız ürkekçe. “Yağmacılar birkaç hafta önce şehrimize bir baskın düzenlediler. Beni ve annemi kaçırdılar. Bizi kamplarına götürdüler ve… Ve bize…” Kız sessizleşti ve devam edemedi. Ama adam için bu kadarı yeterliydi. Kızın yırtık pırtık elbiselerine bakarak bile Yağmacılar’ın onları ne tür amaçlarda kullandıklarını anlamak basitti.
“Aşağılık pislikler…” diye mırıldandı.
Kız anlatmaya devam etti. “Biz… Bir plan yapmıştık. Annem bir kaçış yolu bulmuştu. Kanallardan geçecektik. Birkaç gece önce kaçmak için bir fırsat yakaladık ve hemen harekete geçtik. Tam kanala girmiştim ki bir Yağmacı bizi buldu. Beni görmemişti. Annem beni kurtarmak için kendini feda etti. Onun yalvarışlarını ve patlayan silahın sesini duydum. Ama hiçbir şey yapamadım. Sadece saklandım. Sonra… Sonra saatlerce süründüm ve sonunda bir çıkış yolu buldum. Birkaç gündür ise burada saklanıyordum. Hiç umudum yoktu. Ta ki siz kapıdan içeri girene kadar…”
Adam hiçbir şey söyleyemedi. Ne diyebilirdi ki? Orada öylece durup kıza acımaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.
Kız, adamın gözlerinin içine bakarak “Tek istediğim evime dönmek. Lütfen yardım edin.” diye fısıldadı.
“Adın ne?” diye sordu adam.
“Siyem…” dedi kız utangaç bir biçimde.
“Siyem mi? Bu garip bir isim… Sinem olmadığına emin misin? Başka bir adın yok mu?”
Küçük kız başını olumsuz anlamda salladı. “Sadece Siyem.”
Adam köpeğine dönüp “Seninle sonra hesaplaşacağız. İçeride kimsenin olmadığını söylediğini sanıyordum.” dedi şakayla karışık takılarak. Köpek ise küskün bir şekilde homurdanmakla yetindi. Sonra da “Pekâlâ Siyem. Haydi, kalk bakalım.” diyerek kıza elini uzattı. “Evine gidiyoruz…”
- İkinci Bölümün Sonu -
2 comments:
ve devamını bekleyecez:)
Eksik olma arkadaşım ;) Sağolasın...
Yorum Gönder