4 Kasım 2009 Çarşamba

Hayati Dünya'dan bir misafir (Bölüm 3)


Kayıp Rıhtım sitesinde yayınlanan Aylık Öykü Seçkisi için yazılmıştır.

Fantastik Diyarlar Karnavalı gerçekten de yılın en büyük karnavalıydı. Tüm diyarlardan çeşitli halklar buraya gelir, senede bir kez de olsa toplanıp hep beraber eğlenirlerdi. İşte şimdi Tasslehoff’un eşliğinde hücre evinden çıkan delikanlı, parlak güneş karşısında gözlerini kırpıştırarak bu karnavala bakıyordu.
“Nasıl? Anlattığım kadar varmış değil mi?” diye sordu Tas.

Delikanlının söyleyebildiği tek şey “Vay canına!” oldu. Üzerlerinden süpürgeleriyle cadılar veya büyücüler geçiyordu. Sağda solda parlak zırhlı şövalyeler, uzun boylu kaslı barbarlar, zarif elfler hep birlikte konuşup gülüşüyorlardı. Kaymak birası satan bir satıcı yanlarından geçip gitti. Az ötede Quidditch maçı denilen bir şey için bilet satılıyordu. Oldukça popüler bir şey olsa gerekti. Sıra oldukça uzundu çünkü. Hemen hücrenin karşısında bir atlıkarınca duruyordu. Fakat oyuncak atlar makineye bağlı değildi, havada süzülüyorlardı. O garip müziğin nereden geldiğini de böylece anlamış olmuştu delikanlı.
“Hmmm… Acaba Flint nerelerdedir? Eminim ben yokken başını yine bir sürü belaya sokmuştur. Onu bulsam iyi olacak.” dedi Tas düşünceli bir tavırla. Sonra da kalabalığın arasında yürümeye başladı. Delikanlı da ne yapacağını bilmediğinden çaresizce onun peşine takıldı. Onlar yürürken kenderin yaklaştığını görenler hızla onun minik ellerinin uzanamayacağı bir mesafeye çekiliyordu. Göremeyenlerin keseleri ve diğer değerli eşyaları ise esrarengiz bir biçimde kenderin eline düşmek gibi garip bir huy edinmişlerdi. Neyse ki delikanlı kenderle beraberdi de herkesin eşyasını geri iade ediyordu. O hücreye geri dönmeye hiç niyeti yoktu çünkü.

Az sonra devasa bir ringin önüne geldiler. Oldukça büyük bir boks ringine benziyordu. Ringin tam ortasında ise oldukça toplu ama bir zamanlar sportmen bir yapıya sahip olduğu anlaşılan cüppeli bir adam duruyordu. Kısa sarı saçları ve mavi gözleri vardı. Adam, elindeki değneği boğazına yaslayarak “Sonorus!” dedi ve birdenbire sesi tüm alanı kaplayacak derecede yükseldi. “Merhabalar sevgili büyücüler ve cadılar… Elfler ve cüceler… İnsanlar ve buçukluklar… Ve tabii ki de kenderler. Bendeniz, çoğunuzun da bildiği gibi, Ludo Bagman!” Çılgınca bir alkış koptu. “Kıyak herif şu Bagman.” dedi Tas kıkırdayarak.
“Bugünkü gösterilerde size anlatımımla yardımcı olacağım.” diye devam etti Bagman. “Heyecanlı olduğunuzu biliyorum. O yüzden lafı fazla uzatmadan direkt müsabakaya geçiyorum. Bu yıl ilk olarak bir güreş müsabakasıyla karşınızdayız. Sarı köşede Buzyeli Vadisi’nin derinliklerinden kopup gelen, Battlehammer klanı reisinin üvey oğlu, barbaaar…”
“Wufgar!” diye bir tezahürat koptu kalabalıktan. Sarışın, dev gibi bir barbar ringin ortasına gelip iki eliyle kalabalığı selamladı. Ardından sırtından indirdiği Aegis-Fang’i alıp gösteri maksatlı birkaç hareket yapıp kalabalığın coşkulu tezahüratlarını arttırdı. Tekrar köşesine dönüp silahını köşede bekleyen kızıl bukleli bir bayana teslim edip ısınma hareketlerine başladı. Bu sırada Bagman yine konuşmaya başlamıştı. “Kırmızı köşede ise Solace kasabasında büyümüş, Mızrak kahramanı, kalbi vücudundan büyük olan savaşçııııı…”
“Caramon!” diye kükredi kalabalık.

Caramon, biraz da arkasındaki kızıl saçlı bayanın dürtüklemesiyle, utangaç bir sırıtışla kalabalığa el salladı. Tasslehoff heyecanla “Bak, bak! Bu bizim Caramon! Hani sana anlattığım, kardeşi büyücü olan.” diyerek delikanlının kolundan çekiştirmeye başladı. “Ah keşke Flint burada olsaydı. Bunu görmek istediğinden emindim oysaki… Sahi biz Flint’i arıyorduk değil mi? Nerelerde acaba?” diyerek ringin kenarından ayrılıp tekrar kalabalığın arasına karıştı. Delikanlı da onunla birlikte gidiyor bir taraftan da etrafına inanamayan bakışlarla bakıyordu. Şu son bir saattir bütün o inanmıyorum dediği, çocuk masalı saydığı şeylerle iç içe, omuz omuzaydı. Onlarla konuşuyor, göz göze geliyor, selamlaşıyordu. Hatta içlerinden biriyle dost bile olmuştu. Elini tutup kendini sürükleyen kendere şöyle bir baktı ve acaba kendilerinden nefret ettiğini bilseler ona ne yapacaklarını düşünmemeye çalıştı. “Bu onların gerçek olduğunu bilmeden önceydi.” diye mırıldandı kendi kendine.

“Hey, şurada bir han var. Haydi, girip bakalım. Eminim Flint oradadır.” diyerek başı çekti Tas. Delikanlıda çaresizce onu izledi. İçeri girer girmez baharatlı patateslerin kokusu burunlarına çarptı. İkisi de iştahla bu kokuyu içlerine çektiler. “Hmm… Otik her zamanki gibi performansının zirvesinde!” dedi kender. İkili yavaşça masaların arasında dolaşmaya başladı. “Şu Flint benim eve dönmeme yardımcı olabilir mi dersin?” diye sordu delikanlı.
“Flint mi? Sanmam. Ama Tanis bir yolunu bulur. O bulamazsa Raistlin mutlaka bulur. Gerçi bunun için onu ikna etmemiz gerekebilir ama merak etme, beni kıramaz. Raist ve ben çok sıkı dostuzdur.” dedi kender gülümseyerek.
Bir masaya sıkışmış dört kısa siluet görür gibi oldu delikanlı. Kendere dönüp “Hey! Şunlar sizinkilerden mi?” diye sordu.
“Bunlar mı? Ah, hayır hayır.” diye güldü Tas. “Bunlar buçukluk. Kendilerine Hobbit denilmesini tercih ederler. Oldukça hoş sohbet ve yardımseverdirler. Gel, onlara soralım bakalım bizim ihtiyarı görmüşler mi?” Yavaşça masaya yaklaştılar.


“Siz ne derseniz deyin. Bence Artemis Entreri tarafından kaçırılmış olmak bir tabur ork tarafından kaçırılmış olmaktan kat be kat kötüdür.” dedi bir buçukluk.

“Ama onlar normal ork değillerdi Regis. Bunu sana kaç kere söylememiz gerek?” dedi bir diğeri.
“Evet ya. Onlar Uruk-Hai’lerdi. Yani Pippin ve beni kaçıranları kastediyorum.” dedi Merry. “Onlarla normal orkları karşılaştırmak bir hata olur.” diye ekledi ardından.
“Bir Uruk en az on orka bedeldir demiş bir ork atasözü.” dedi Pippin.
“Hadi canım! Bence bunu sen şimdi uydurdun.” dedi Regis gülerek.
Masada ufak bir kahkaha koptu.
“Sen ne dersin Sam?” diye sordu Merry.
“Valla ben onu bunu bilmem efendiler. Demem o ki ne Uruk-Hai ne de Entreri denilen şu herif… İkisi de Bay Frodo ile benim yaşadığımız şeylerin yanında değirmende buğday tanesi gibi kalır. Bilmem anlatabildim mi Bay Merry?”
“Kesinlikle çok güzel anlattın efendi Samwise.” dedi Regis.
“Keşke Bay Frodo da burada bizlerle olabilseydi.” diyerek iç geçirdi Sam.
Regis dostunun kederini görüp kadehini kaldırdı ve “Frodo’ya!” dedi. Diğerleri de kadehlerini kaldırıp “Frodo’ya!” dediler.
“Froro’ya!” dedi Tasslehoff.
Tüm hobbitler durup yeni gelenlere kuşku ve şaşkınlıkla baktılar. “Froro değil, Frodo!” diye çıkıştı Sam.
“Sakin ol Sam.” dedi Merry. “Bak sen. Bir kender ve büyük ahaliden biri yan yana… Söyleyin bakalım, ne istersiniz bizlerden?” diye sordu arkasına yaslanarak.
“Flint’i soracaktık da… Ak sakallı, kısa boylu biri. Kısa olması normal çünkü o bir cüce. Gerçi siz de benim gibi kısasınız, o yüzden kısa sayılmaz sanırım. Kısa demişken, biliyor musunuz daha önce hiçbir hobbitle tanışmamıştım. Bizim oralarda küçük ahaliden pek bulunmaz. Gnomlar sayılmaz sanırım?” Hobbitler şiddetle olumsuz anlamda başlarını salladılar. “Gnom dedim de aklıma geldi, size Gnosh ile olan maceramı anlatmış mıydım?”
“Mızrak kahramanı Flint Fireforge’u arıyorduk da. Siz yardımsever hobbit beylerin yardımcı olabileceğini düşündük.” diyerek araya girdi delikanlı, kendisinden beklenmeyecek bir kibarlıkla.
“Ben gördüm.” diye öne atıldı Regis. “Az önce Bruenor ile birlikte dışarı çıktılar. Kızıl sakallı bir cüce. Battlehammer klanının lideri olan…” Tasslehoff’un çenesinden kurtulmak için her şeyi anlatmaya hazır birinin ses tonuyla konuşuyordu. Delikanlı buna hiç şaşırmadı. Büyük ihtimalle kendisi de aynı durumda olduğundandı bu.
“Teşekkürler.” dedi delikanlı ve Tas’ın tek kelime bile etmesine müsaade etmeden onu kolundan tuttuğu gibi dışarı çıktı.


Tekrar kalabalığın arasına karışmışlardı. Bir ‘Burnuk’la Hazine Avı’ yarışmasının önünden ilgisizce geçtiler. Tasslehoff alıngan bir ifade ile delikanlıya bakıyordu. Delikanlı “Bak Tas. Flint’i bir bulalım, istediğin kadar hikâye anlatmana izin vereceğim, söz. Yeter ki eve nasıl döneceğimi bir bulayım. Ondan sonra istersen sabaha kadar muhabbet ederiz.” dedi. Bir roman kahramanını avutmaya çalıştığına inanamıyordu.
“Sahi mi?” diye sordu Tas. “Ay çok eğlenceli olacak. Sana kender döndürme kaşığımdan bahsetmiş miydim hiç?” diye sordu hevesle.
“Eve dönüş yolunu bulduktan sonra Tas…”
“Ah evet, tamam. Şimdi… Nerede şu bizim ihtiyar? Flint’i seveceksin. Çok aksi ve huysuz biri gibi görünür ama aslında o sert kabuğunun altında altın gibi bir kalbi vardır. Gerçi senin taraftaki destanlarda anlatılmış çoğu. Ben hiç göremedim. O destanların bu tarafa getirilmesi yasaktır. Ama… Tabi ya! Sen görmüşsündür! Hatta belki okumuşsundur bile!”
“Şey…” diye mırıldandı delikanlı.
“Söylesene ha, söylese! Benden nasıl bahsetmişler? Gerçek bir kahraman gibi mi yoksa sadece bir yan karakter gibi mi yer alıyorum o destanlarda?” diye sordu Tas heves ve heyecanla yerinde hop hop hoplayarak. Delikanlı, kenderin hevesli ve umut dolu bakışlarıyla karşılaştı ve hayatında ilk defa o kitaplardan birini okumuş olmayı çok istedi. Sonra Tasslehoff’a şöyle bir baktı ve okumuş olsa da olmasa da aynı cevabı vereceğini fark etti.
“Evet Tas. Senden gerçek bir kahraman gibi, hatta o kahramanların en önemlilerinden biri olarak bahsediliyor.” dedi.
Kender sevinçle havaya sıçradı. “Biliyordum! Sevgili Margaret ve Tracy… Flint’e söyleyinceye kadar bekle! Beni hayal kırıklığına uğratmayacaklarını biliyordum. Onların bu tarafa ilk geldiği zamanı görmeliydin. Öyle şaşkınlardı ki…”
Delikanlı Tasslehoff’a gülümseyerek ve sevgiyle baktı. Sonra kendisindeki bu değişime hayret ederek durdu. Neler olmuştu kendisine böyle?

Derken Bagman’in sesi bir kez daha ortalığı inletti. Farkında olmadan yine az önce önünden geçtikleri ringin yanına gelmişlerdi.
“Caramon ve Wulfgar’a bu muhteşem karşılaşma için koca bir alkış rica ediyorum. Herkesin tahmin ettiği gibi yine dostluk kazandı. Ve şimdi de gelmiş geçmiş en iyi iki kılıç ustasının dövüşüne şahit olacağız. Bayanlar baylar… Bu tarafta Menzoberranzan doğumlu, Buzyeli Vadisi kahramanı, kolcu drow…”
“Drizzt Do’Urden!” diye kükredi seyirciler.
“Ve diğer tarafta Kaer Morhen’de yetişmiş, Rivia kahramanı, Witcher…”
“Geralt!” diye coşkuyla haykırdı kalabalık. “White Wolf!” diye çığlık attı kadınlardan biri…
Birdenbire bir parmağı ile ileriyi işaret ederek “Flint!” diye bağırdı Tas. Delikanlı, minik parmağın gösterdiği yöne doğru baktı ve ringden inen iki devasa adamın yanında duran iki gür sakallı cüceyi gördü. Tas kalabalığı yararak onlara doğru ilerlemeye başladı. Bir taraftan da minik eliyle delikanlının eline yapışmış, onu da kendisiyle birlikte ileri çekiyordu. Tıpkı daha önce olduğu gibi kenderi gören kalabalık telaşla iki yana kaçıyordu. Bu yüzden kalabalığı yarmak delikanlının düşündüğü kadar zor olmamıştı. Oraya vardıklarında Wulfgar ve Caramon oldukça yorgun ama mutlu görünüyorlardı. İkisi de ringde sarf ettikleri efor yüzünden hâlâ soluk soluğa konuşuyorlardı. Caramon, neredeyse savaşçının ağırlığı altında kırılacakmış gibi görünen tahta bir iskemlede bacaklarını öne uzatmış bir vaziyette oturmuştu. Wulfgar’da hemen onun yanında bir kolunu Caramon’a dolamış vaziyette farklı bir sandalyede soluklanıyordu. Kızıl saçlı, çilli bir kadın Caramon’un omuzlarına masaj yaparken, kumral saçlı, iri gözlü bir diğeri de Wulfgar ile ilgileniyordu. Tam onların önünde ise biri beyaz diğeri kızıl saç ve sakala sahip iki cüce hararetle tartışıyorlardı.
“Neyin var senin evlat? O lanet elften dövüşmek adına kaptığın bir şeyler yok mu?” diye söylendi kızıl sakallı cüce.

“Sakin ol baba. Bu sadece bir gösteri maçıydı.” dedi kızıl saçlı, çekici kadın.
Delikanlı şaşkınlıkla “Baba mı?” diye mırıldanacakken Tasslehoff’tan yediği bir tekme ile kendine geldi ve çenesini tuttu.
“Catti-Brie haklı Bruenor. Bu yalnızca bir dostluk maçıydı.” dedi Wulfgar.
“Dostluk maçıymış. Bah! Sen onu benim tek boynuzlu miğferime anlat. Bu savaşçı bozuntusunu tek elle yenmen lazımdı senin.” diye çıkıştı aksi cüce.
“Savaşçı bozuntusu mu? Pöh! Kim hakkında konuştuğunu unutma dağ cücesi. Caramon’u, Tanis ve ben kendi ellerimizle yetiştirdik bir kere.” dedi beyaz sakallı cüce.
Caramon gülümseyerek yaşlı dostunu sakinleştirmek için araya girdi. “Sakin ol Flint. Wulfgar haklı bu sade… AH! Yavaş ol Tika! Kolumu koparacaksın!”
“Yavaş olmuş! Az kalsın kalbime inecekti! Bir dahaki seneye bırak da başkaları katılsın böyle şeylere. Sana bir şey olacak diye düşünmekten…” derken Tika’nın sesi çatallaşıp kesildi.
“Tamam hayatım. Endişelenecek ne var anlayamıyorum. Wulfgar benim kardeşim sayılır, onun bana bir zarar vermeyeceğini biliyorsun. Hem Sturm ve Tanin bu tür gösterilere katıldığında onlara bir şey demiyorsun hiç.” diye itiraz etti Caramon.
“Ah, insanlar…” dedi Flint bezgin bir biçimde.
“Onları anlayamıyorsun değil mi? Ama itiraf etmek gerekir ki elflerden daha anlaşılırlar.” diye fikrini beyan etti Bruenor.
“Bak bu konuda haklısın işte. Yıllardır benim elfin ergenlik problemleri ve aşk karmaşaları ile uğraşıp duruyorum. Üstelik Tanis, yarım bir elf. Tam olsa ne olacak düşünemiyorum bile!”
“Hah! Sen bir de kara elfleri görmelisin. Diyarlarda adını bilmeyen kalmadı, kahramanlıkları dillere destan oldu o hâlâ iç karmaşaları ile uğraşıp kendini aşağılamakla meşgul.”
İki cüce birbirlerine bakıp aynı anda “Elfler… Pöh!” deyiverdi. Sonra da candan bir kahkaha nöbeti ile birbirlerine sarıldılar.
“Flint! Nihayet seni buldum.” diyerek patavatsızca ikiliye sarıldı Tas.
“Elfler kötü mü demiştim? Kenderleri unutmuşum.” diye homurdandı Flint, kenderin kollarından kurtulmaya çalışarak.  Ardından da şöyle bağırdı; “Hançerimi geri ver seni küçük…”
“Ah pardon. Bu da nerden geçmiş elime böyle? Bu da senin sanım Bruenor.” diyerek en masum ifadesiyle bir altın kesesini kızıl sakallı cüceye geri verdi Tas.
“Moradin’in Sakalı!” dedi Bruenor şaşkınlıkla.
“Reorx’ün çekici.” dedi Flint bezginlikle.
“Ne var yahu? İki de bir çağırıp durmasanıza! Şurada kırk yılın başında bir karnavalda eğleniyoruz. Onu da zehir ettiniz!” dedi bir anda tam ortalarında beliren, kırmızılar içerisindeki oldukça şık bir cüce.
“Ah! Kusura bakma Dougan. Bu iki aksi cücenin seni bir daha rahatsız etmeyeceğine eminim. Merak etme.” dedi Tas, tatlılıkla.
“Bahse var mısın?” dedi Dougan.
“Ben varım.” diye lafa atıldı hemen ringdeki Ludo Bagman. Dougan Redhammer keyifle kıkırdayarak Bagman’a yönelirken Flint de öfkeyle Tasslehoff’a dönüp “Ne istiyorsun kapı kulpu beyinli? Senin yüzünden bir tanrılardan azar işitmediğim kalmıştı. Sayende o da oldu!” diye çıkıştı.
“Ben de seni özledim Flint. Ama şimdi sevgi gösterilerine ayıracak vaktimiz yok.” dedi Tas, sinirinden giderek kızarmaya başlayan Flint’e aldırmadan. Bir eliyle delikanlıyı yanına çağırarak “Bu benim bir dostum. Hayati Dünya’dan yanlışlıkla bu tarafa düşmüş. Ona geri dönmesi için yardım ediyorum. Tanis’i ya da Raistlin’i nerede bulabileceğimizi biliyorsundur diye umuyorduk.”
“Ben biliyorum.” diye lafa karıştı Caramon. “Raist, diğer arkadaşlarıyla birlikte Büyücüler Çadırı’nda.”
“Harika! Hep orayı görmek istemişimdir. Haydi, gidelim.” dedi Tasslehoff ve bir kez daha delikanlının elinden tutup yürümeye başladı.
“Ağır ol bakalım kender efendi! Bensiz hiçbir yere gitmiyorsun. Özellikle de Büyücüler Çadırı’na! Her tarafı berbat etmene müsaade edeceğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun!” diye kükredi Flint ve çabucak ikilinin peşine takıldı.

(Devam edecek...)

0 comments: